Aşağı git Skip to main content

Gönderen Konu: Yakamoz Acemisi

  • *
  • İleti: 151
  • Keşke insanyürüyüşünü dünya ile bütünleştirebilsek
    • Kapina
Yakamoz Acemisi
OP: 25 Aralık 2018, 05:25:14
YAKAMOZ ACEMİSİ

Cevat Reis’in, vakti geldiğini, yakamoza çıkacağımızı söylediği akşam ilk garipsediğim, ufukla göğün hayal meyal seçildiği ay ışığında, iki saate yakın yol aldıktan sonra dümeni kıyıya kırıp tekneyi bir burnun kuytusuna demirlemesi oldu.

Berrak gecede, durgun denizin üzerindeki gökte, tepsi gibi dolunayla sayısız yıldız parlıyordu. Baş tarafta suya gömülen çapa, halat yığınını deniz dibine taşırken, Reis, motoru stop edip kıç taraftaki ağlara uzandı. Ağırdan alan hareketlerle sigarasını yaktı. Ne beklediğimizi sorduğumda da, “Ayın batmasını bekliyoruz hocam,” dedi. Aysız yakamozun olmayacağını biliyordum. Bu sonuçta doğanın büyüleyici bir ışık olayıydı. Yakamozu görebilmek için ayın batışını beklemesi şaşırttı beni. O geceki ilk şaşkınlığımdı bu. Gerisi de gelecekti.


Yaz tatili pansiyon kiraladığım köyde, bazı günler taze balık aldığım, ömrünün denizde geçtiği her halinden belli, saçı sakalı ağarmış, en yaşlı balıkçıydı Cevat Ağbi. Balık getirdiği günler dışında, kahvede, iskelede, sokakta karşılaştıkça merabalaşıp ayaküstü hal hatır sora sora samimiyeti ilerletmiş, ona Ağbi demeye başlamıştım. Birkaç gün önce kahvede karşılaştığımızda, sıkboğaz edeceğimi düşünmeden yanına oturup ona yeni yazdığım öyküden kısa pasajlar okumak istediğimi, zamanı varsa beni biraz dinlemesini istemiştim. Denizle ilgili bolca betimlemelerin onu herkesten çok etkileyeceğini, başkalarından daha kolay anlayacağını düşünerek yapmıştım bunu. Ama hiç de düşündüğüm gibi olmadı. Kısa süren okumanın ardından Cevat Ağbi, çekingen, kısık avazlı tonuyla, “Hocam, bu okuduğundan ben bi şey anlamadım. Ama bir akşam gel istersen benimle balığa. Gör yakamozun ne olduğunu,” demişti. Bozulduğumu belli etmemeye çalışarak, elimdeki defteri cebime sıkıştırıp kalkmıştım masadan.


“Kumsalın dibindeki burundaydı taverna. Denizin içlerine doğru dikilmiş beton direklerin üzerine oturtulmuştu. İçerisi tümüyle ahşap dekore edilmişti. Tavanladaki renkli, loş ışıklar, üzerleri; yosun, denizyıldızları, çeşitli deniz kabukları ile süslenmiş ağların arasından süzülüp dağılıyordu her yana. Ay ışığında denizi en iyi görebileceğimiz yerdeydi gündüzden ayırttığım masa. Köye doğru uzanan kumsal boyunca dalgacıklar usul usul vuruyordu kıyıya. Işıkları görünen köyün en aydınlık yerleri, yazlık çay bahçesi ile iskelenin kenarındaki kahvelerdi. O gece çok farklı, çok özel olacaktı. Bunu hissediyordum. Masa her türlü gereksiz şatafattan uzaktı. Sadece ortadaki küçük vazoya bir demet kır çiçeği konmuştu. Nilgün de mekânı beğenmiş, dışarı taşan rengârenk ışıkların aydınlattığı denizin etkileyici görüntüsüne dalıp gitmişti. Rakı geldi. Ardından balık, salata, kavun, türlü mezeler. İlk kadehler, yeni tanışmış olmanın araya mesafe koyan çekingenliği ile tokuşurken, barın arkalarında çalan müzik setinden, hafif hafif piyano esintileri geliyordu. İlk buluşmamızdı. Sıradan şeyler konuşacaktık o önemli gecede. Öyle düşünmüştük. Havadan sudan şeyler… “Şu durgun havada, denizin rengi çok güzel,” dedi Nilgün. Öyleydi gerçekten. Hiç konuşmasa da insan, sadece sessiz geceyi dinlese, denize baksa da yeterdi belki. Ama bu kadarla kalmayacakmış o gecenin sihri. Ay çıktı biraz sonra. Ve o zaman değişti her şey. Dünya değişti, kumsal, deniz, yıldızlı gök, yamaçların altındaki kayalıklar, her şey ay ışığının sihriyle parıldadı. Yakamozla ilk kez o akşam karşılaştım. Gecenin gizemli karanlıklarını aydınlatan, tüm her şeyi değiştiren, büyülü bir  aleme dönüştüren şeydi o...”


Birkaç gün uğraşıp da yazdığım metnin -doğrusu ya bir parça da kasılarak- okuduğum  ilk bölümü olacaktı o paragraf. Olmadı. Yazmak söz konusu olduğunda, doğadan, yaşamdan etkilenmeyi, insanın hayatın gerçeklerini yazmayı, yazmada yaşanmışlığı önemsedim. Masa başında laf üretmenin bir yere kadar olduğunu, asıl gerekenin, anlatımda gerçekliği yakalamanın insanların arasında olmakla, gözlemlemekle, sıcağı sıcağına, duygular pörsümeden sözcüğe dökmeden geçtiğine inandım. O akşam beni denize, yakamozun ne olduğunu göstermeye davet edişinden günler sonra buradayız işte. Hikayenin membaında...


Her ne olursa olsun, doğru yerdeyim. Hikayecilerin en büyüğü, piri bellediğim insanın mekanındayım; DENİZDE. Bir balıkçı teknesinde, yosun, tuz, iyot, ıslak ağ kokuları arasındayım hem de. Hem görmesem de, ilerideki dik yarların üzerinde uyuklayan topal bir martıya, az sonra kayalara çıkacak pavuryalara, denizin karanlık diplerinde yüzen lüferlere, istavritlere, karagözlere, yosunların aralarında uyuklayan midyelere, kimseye eyvallahı olmayan dülger balıklarına komşu olduğumu, doğru yerde olduğumu biliyorum. Güzel şeyler olacak bu gece. Eminim.


Yavaştı ama yine de hareket ediyordu gökteki parlak tepsi. Nerede hareket varsa orada bir şeyler olur sonunda. Oldu; Battı ay. Yarım sigarasını denize attı Cevat Reis. Tanıdık dizelerin sözcükleri gibi cısladı sönerken ‘cigara’. “Bunlar giy hocam,” dedi, kamaradan, üzeri balık pullarıyla kaplı, bir takım muşamba çıkarıp atarken önüme. Ardından da ekledi; “Mümkünse fazla dolaşma orta yerde. Hele ağlar dökülürken sakın ola yaklaşma kıç tarafa, makaraların oralara. Çok tehlikeli. Allah korusun,ayağına dolanır da alıverir seni dibe. En iyisi üst kamarada, dümende otur sen. Her şey oradan daha iyi görünür. Ben burunlarda, koy aralarında balık bakar, bulunca da koyveririm ağı. Senlik iş yok. Sen etrafı, olan biteni seyret, gecenin keyfini çıkar.” Sözünü bitirip, baş taraftaki demiri çekmeye giderken ben de merdivenden üst kamaraya çıktım.

İki kişinin ancak oturarak zorca sığacağı, etrafı ince tahtalarla çevrilmiş, camlı bir bölme dümen köşkü. Demiri çekip ağların üzerini açtıktan sonra yanıma çıktı. Kontrol panelindeki marş butonuna basarak motoru çalıştırdı. Sessiz geceye dağılan motorun patpatları, kayalarda yankılandı. Aşağıya doğru inen demir kolu ileri sürmesiyle, suları yara yara ilerlemeye başladık.

“Ne zaman gelecek yakamoz,” dedim. Karanlığın içinde dört yanı tarayan gözlerini denizden ayırmadan, “Var daha, başlayınca görürsün zaten, görmemene imkan yok,” dedi. Ay battıktan sonra iyice seçilmez oldu etraf.  Kıyıya yakın gidiyorduk. Karanlıkta bir şey göremesem de, motorun kayalarda yankılanan sesinden bunu anlayabiliyordum.

Denizden miydi, havadan mı, bilemiyorum, belki tekdüze çalışan motorun hırıltıları, belki şaftla, pervanenin dönüşüyle, titreyen zeminin tahtalarının etkisiyle bir ağırlık çöktü üzerime. Kapüşonumu çektim kafama. Geriye yaslandım. Başımı pencerenin pervazına dayadım. Uyuyakalmışım.


Büyük bir gürültüyle uyandım. Koca koca tokmaklar tahtalara vururuyor, onbeş beygirlik pancar motorun sesi o mütevazi mırıltısını unutmuş, arslan gibi kükrüyordu. Kahve aralarında balıkçıların hep bambaşka duygularla, coşkuyla anlattıkları olay yaşanıyordu o an; MOLA ediyordu kayık. Duyduğum sesler de, ağlardaki mantarın, kurşunun, dökülürken kıç tahtalarına vuruşundan çıkıyordu. Balıkçı teknesi, ağların uzunluğu kadar genişlikteki çemberi, balıkları kaçırmadan, olanca hızıyla kapatmaya çalışıyordu.

Telaşla ayağa fırladım. Uyku mahmurluğuyla daha aymayan kafam tavana çarptı. Yıldızlar uçuştu gözlerimin önünde. Güçlükle kamaradan çıktım.

Beni, gözleri faltaşı gibi açık, hayretler içerisinde, hareketsiz bırakan, etrafımda gördüğüm tüm her şeyi, büyülü, bambaşka, inanılmaz bir alemin parçasına dönüştüren olayı gördüm o an. YAKAMOZ denen hali...

Sekiz metrelik kayığın etrafı yanıyordu sanki. Baş tarafta kırılarak savrulan köpükler, bembeyaz zerrecikler olup havaya serpiliyor, yanlara doğru beyaz ışık selleri akıyor, kıç tarafının anaforunda kaynayıp dümen suyunda uzayan bir samanyoluna dönüşüyordu. Gökte ne kadar yıldız varsa, fosfor olmuş, ışık olmuş, parıltılarla etrafımıza yağmıştı sanki.

Denize serilen ağların geniş çemberini ışıltılarla çizen mantarların iç tarafındaki balık sürüsü çalışan makinanın gürültüsünden ürkmüş, içeride korku ve panikle dönüyorlardı. Gördüğüm balık sürüsü değildi. Her yanı pırıltılı, ışıldayan simli, floresanın yanışını andıran, bembeyaz ışıklar saçarak anafor yapan dev bir yıldız kuyusuydu.

Motoru stop etti. Mantarları ağır ağır dönen makaraya doladı. Ağların gözeneklerinden, mantar iplerinden, kurşunlardan dökülen sular, fosforlu ışıklar, beyaz beyaz parıldayan yıldızlar olup dökülürken daldım gittim bu anlatılmaz güzelliğe.

O zaman Cevat Reis’in, benim acemiliğimin yakamozunu neden anlayamadığı kafama dank etti. Benim anlattığım yakamoz, bütün bunları görenin, bilenin anlayacağı şey değildi. Bu; aşkın bir hal içinde olmaktı daha çok. Anlaşılmayan, tanımlanamayan bu halin, öyle sıradan sözcüklerle anlatılması da olası değildi. Bunun üzerine düşünmeyi bıraktım sonra. Her yan parıldayan ışık kuyusuydu. Anlamıştım ki; gökte ay olan gecede yakamoz olmazmış. Ay dede uyuyunca bir güzel, bir haylaz, bir avare dökülürmüş denize yıldızlar. İnsan olana yapacak tek şey kalıyordu geriye. Onu yaptım ben de; Attım kendimi dümen köşkünden aşağı. Yıldız kuyusuna...

NOT: Bu metindeki anlatılar kurgudur.
  • IP logged

  • *
  • İleti: 2304
  • Hayat suda başladı...
    • Denizci Kahvesi
Ynt: Yakamoz Acemisi
#1: 25 Aralık 2018, 09:41:40
Sabah sabah öyle iyi geldi ki... içtenlikle teşekkürler.
  • IP logged
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be...  Whom the sea has taken Never shall be free."

  • *
  • İleti: 1240
  • Selamlar
Ynt: Yakamoz Acemisi
#2: 25 Aralık 2018, 09:44:54
Her iki paylaşımda çok güzeldi


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
  • IP logged

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4253
Ynt: Yakamoz Acemisi
#3: 25 Aralık 2018, 10:19:34
Çok teşekkürler... çok beğendim.
  • IP logged
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

  • *
  • İleti: 558
Ynt: Yakamoz Acemisi
#4: 25 Aralık 2018, 10:59:30
Çok güzel :)xx :)xx :)xx
  • IP logged

  • *
  • İleti: 324
  • ANDROMEDA 1
Ynt: Yakamoz Acemisi
#5: 25 Aralık 2018, 13:07:34
Bu soğuk, karanlık kış günlerinde çok iyi geldi. Çok teşekkürler. Kaleminize sağlık. :)
  • IP logged

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 1165
Ynt: Yakamoz Acemisi
#6: 25 Aralık 2018, 13:13:12
Dülger balığına ve Sait Faik’i ne kadar şık selamlamışsınız. Elinize, aklınıza sağlık.
  • IP logged

  • *
  • İleti: 5811
    • Son Denk Kayıkçısı
Ynt: Yakamoz Acemisi
#7: 25 Aralık 2018, 23:44:42
Teşekkür ederim elinize sağlık, şu  kurguladığınız voli kayığındaki yakamoz yoluyla balık avcılığını bir kez daha yaşadım. Ortamı çok güzel aktarmışsınız, benim gözümde her şey yeniden canlandı. Tam bu bahsettiğiniz işi çok uzun süre yaptım. Hatta forumumuzda ağırlıklı olarak hava durumu yorumlayan Akın Reis hâlâ bu işi yapıyor ve geçimini bundan sağlıyor. Çok iyi gözlemlemişsiniz, hatta su borusundan ters L harfi şeklindeki şanzıman kolunu bile sizin tasvirinizle hemencecik gözümün önüne geldi. Siz çok iyi gözlemlemişsiniz ama işin teknik kısmında bir faydam olursa her zaman paylaşıma hazırım. İnanın bunların yazılması çok güzel , iyi ki aramıza katıldınız.
Selametle...
  • IP logged
S/Y Bidarka / Fatih / İstanbul


"Son Denk Kayıkçısının Hatırasına"


https://sondenkkayikcisi.blogspot.com/

  • *
  • İleti: 2553
Ynt: Yakamoz Acemisi
#8: 28 Aralık 2018, 12:03:58
Elinize sağlık çok güzel paylaşımlar yapıyorsunuz ve bilen birinin elinden çıktığı belli yazılar.
Akın ve Ahmet reisler yazıda kısa gecilen veya atlanan
"Balığa el feneri ile yakamoz yaptırılarak tesbit edilmesi" , o yazıda geçen ortalığın Işıl Işıl olması na sebeb kablonun yakılması veya tokmakla gürültü yaparak "Balığın ağlara vurdurulmasi''  vb. Detayları da bir ara yazarlarsa güzel bir bilgi kaynağı oluşacak sanırım.
Birde ''Barbun ağı , Alamana , Gırgır ,Voli , Balığın kendisini çevrilecek derinlikten kıyıya kaçarak veya teknenin altına kaçarak koruması , iyi balıkçıların yunusları av köpeği olarak kullanması" vb. konularıda bir ara yazsak ilgi çeker sanırım.  :)
  • IP logged

 
Yukarı git