Aşağı git Skip to main content

Gönderen Konu: Dumlu...

  • *
  • İleti: 316
Dumlu...
OP: 04 Nisan 2024, 12:13:05
71 sene önce bugün, Dumlupınar denizaltısının bağrında Çanakkale Boğazı'nın derinliklerinde ebedi uykularına dalan 81 aslanımıza selamla.


Karanfiller….. Kulağınızda hüzünlü bir müzik, gözleriniz ekrandaki insanlarda ve ellerindeki kırmızı beyaz karanfillerde. Sonra kalabalığın arasından üç kişi öne çıkıp, masmavi denize o karanfillerle yapılmış bir çelenk bırakıyorlar. Bırakıldığı maviliğin beşiğinde müziğe uyan çelenk salınmaya başlıyor; onu suya bırakan ise, yaşlı gözlerini saklayan siyah camlı gözlüğünün önünden sağ elini selama kaldırıyor. Birden görüntü değişiyor ve heybetli bir denizaltı, pruvası ak köpükler püskürterek, göğe yükseliyor….
---------

Vatan Sağolsun
Bu yazıda özel bir belgeselden bahsedeceğim. İçimi sızlatan, her bireyimizin bilmesi ve unutmaması gereken, çok özel bir belgesel film bu. “DUMLUPINAR-Son söz: Vatan Sağolsun”. Ödüllü bir Savaş Karakaş belgeseli.



2. Dünya savaşı dönemlerinde yapılan bir denizaltı. İsmi Blower olan Balao sınıfı bu denizaltı, 23 Nisan 1944’de denize inmiş. İlk cephe görevi için yola çıktığında,daha bir Amerikan denizaltısıyken, talihsizlik, bir gemiyle çarpışmış. Onarılıp, 6 sene Amerikan donanmasına hizmetten sonra Türkiye’ye verilen bu gemi, hepimizin bildiği, Dumlupınar denizaltımız.

Ne gariptir, kendi gemimizi, denizaltımızı yapamıyoruz, yardım amaçlı bize veriyorlar o kocaman çelik yığınlarını, savaş makinelerini. Fakat işte bir Dumlupınar olsun, bir Yavuz olsun, ya da Kocatepe veyahut Muavenet, biz onları başka türlü sahipleniyoruz. İçimizdeki insan, onu çelikten, demirden daha başka bir ruh haline getiriyor. Hasret sığdırıyor içine, ağıt kaplıyor üzerini, aşkla süslüyor, türküyle yıkıyor, çelikten bir canavarı insanlaştırıyor, bizden bir parça haline getiriyor.

Kısa sürelerde arka arkaya seyredemiyorum bu belgeseli. Seyretmelerimin arasına uzunca zamanlar koymak zorundayım. Abartılı bir anlatım yok, ağdalı bir yol izlenmemiş, izleyeni etkilemek için hiçbir ticari oyuna başvurulmamış, öyle naif ve iddiasız bir yapım ki. Tüm bunlara rağmen yine de birden fazla izleyemiyorum bu filmi. O acıyı, her defasında, her seyredişte tekrar gelip içime oturan o acıyı biraz zayıflatmak, en iyi ilaç olan zamanı araya soğutucu olarak koymak gerekiyor. Olayın kendisi zaten başlı başına bir ağıt, hüzünlü bir çaresizlik, yürek paralayan bir gerçeklik. Karakaş sadece aktarmış, gazileri, olaya şahit olanları, olayla ilgisi olanları konuşturmuş, belgeleri toplamış, masanın üzerine koymuş, ardını dönmüş gitmiş gibi. Seyrederken içimizi burkan bu kadar ağır hüzün, kim bilir çekerken, gazilerle konuşurken, tüm bilgileri bir araya getirirken nasıl fena eder adamı. Sırf bu bile, o hazin olayın belgeselini yapmayı ne kadar zorlaştırıyordur kim bilir.

Dumlupınar ülkemize gelir gelmez donanmamızda yer alan en modern gemilerden biri olmuş. Seyir astsubayı Hüseyin İnkaya’nın anlattıkları dönmeye başlıyor ekranda: İlk defa “kuru uyunabilen, havadar, sıcak suyu, elektrikli kuzinesi olan” bir denizaltımız olmuş.

Sonra o çarpışma anı geliyor. Nara burnu açıklarındaki o uğursuz çarpışma. Yaşayan iki seyir astsubayının ağzından dakika dakika bir daha yaşıyoruz o anı. Ardından haber alıp gelen Çanakkale gümrük botunun çarkçıbaşısı anlatmaya başlıyor. Onlarca sene geçmiş, o zamanın filinta gibi gençleri artık yaşlanmış, sanırsınız ki acıları kabuk bağlamış, geçmiş, o yukarıda ilaç dediğim “zaman” birşeyleri iyileştirmiş. Hayır, halâ anlatırken gözleri doluyor hepsinin. Ekranda onların, ekran başında bizlerin.

Yönetmenliğini Mehmet Akif Aydın’ın, müziklerini senelerdir Türkiye’de yaşayan, artık vatandaşımız olmuş Paul Dwyer’in yaptığı filmdeki en etkileyici kısımlardan biri, kurtarma çalışmalarının anlatıldığı bölümler. Dalgıç astsubay Yılmaz Süsen, o çalışmalara bizzat katılmış bir dalgıç. Yarım asırdan fazla bir süre sonra, sanki daha dün yaşamış gibi tüm detaylarıyla kurtarma çalışmalarını anlatıyor. Yapılan hataları, eksiklikleri, acemilik ve tecrübesizlikleri. Hele anlattığı bir şey var; o zamana kadar denizaltı kurtarma tatbikatlarını hep Pendik’te yapmışlar, hatta denizaltı kurtarmanın ne kadar da basit bir iş olduğunu düşünmüşler. Gelin görün ki 90 metrede mahsur kalan ve çevresinden 5-6 mil akıntıyla akan sudaki bir denizaltı için, hiçbir şekilde eğitim görmemişler. Sanki “daha derin suda ve akıntılı yerlerde tatbikat yaptırılsaydı olmaz mıydı” diye sitem eden gözlerle kameraya bakıyor.

Bir diğer etkileyici bölüm gemi dipteyken bir astsubayın, Ulvi Erhazar’ın yukarı çıkması. Çok güçlü, boks ve güreş sporu yapan bir adam olan Ulvi astsubay, 90 metre derinlikte, o basınçta kaportayı nasıl açıp, nasıl yukarı yüzdü bilinmez ama gerçek şu ki kaderine razı olmayıp, denizaltı içinde kalmaktansa, imkansızı zorlaması ve kendine yüzeye çıkarması, insanüstü bir gayret. Fiziken o derinlikten sağ çıkmak mümkün değil. Ulvi astsubayın bu çabasının sebebi, yeni doğan bebeğine kavuşma isteği. Ne yazık ki bu çabası yeterli olmaz, Ulvi Erhazar da gemide, ardında bıraktığı arkadaşlarıyla aynı kaderi paylaşır.

Belgeselde, kurtarma çalışmalarını izlerken her defasında bu sefer kurtulacaklar, bu sefer aynı hatalar yapılmayacak hissine kapılıyorum. İzlerken acı veren en büyük etken de, işte bu çaresiz durum. Her defasında daha çok yıkılıyorsunuz. Son izlediğimde de yine aynı hisse kapıldım. Tırnaklarımı yedim, hadi hadi diye, sanki bu sefer kurtaracağız diye, yine heyecana kapıldım ve yine olmadı.

Kazadan sonra senelerce süren mahkeme sonucu her iki geminin de kaptanı cezalara çarptırılmış. Mahkeme süresince olan olaylar belki de kazanın kendisinden daha vahim. Yabancı kaptanı savunan avukatın evi, vatan hainliği sebebiyle halk tarafından taşlanmış, Dumlupınar’ın kaptanı suçsuz bulunmuş, temyizde bozulmuş, bu sefer suçlu bulunmuş. Dava seneler sürmüş. Hatta mahkemede, geminin kaptanının komünist olduğundan denizaltımızı bilerek batırdığına dair saçmalıklar bile dile getirilmiş, İsveç ise “suçsuz kaptanımızı Mussolini’nin faşist yasalarıyla yargılıyorsunuz” gibi protesto notaları vermiş. Tüm bu detayları tarihe olan malum ilgisizliğimiz yüzünden ben de dahil bir çok insan eminim bilmiyordur. Bu sebepten Dumlupınar olayına ait tarihi gerçekleri derli toplu ve etraflıca ortaya koyduğu ve emek harcadığı için başta Savaş Karakaş olmak üzere tüm emeği geçenlere “elinize, aklınıza sağlık” diyelim.

Donanmamızda şimdiye dek üç Dumlupınar olmuş, hepsinin de akıbeti kötü olmuş ve bundan sonra Deniz Kuvvetlerimiz hiçbir deniz aracına Dumlupınar ismini vermemiş. Bu durum belgeselin sonuna şu kelimelerle raptedilmiş: “…denizler Dumlupınar’a hep hasrettir!”

DVD 2 bölümden oluşuyor. Birinci bölümde yukarıda anlattığımız tarihi bilgi ve belgeler ışığında, şahitlerin gözüyle olay ortaya konuyor. “Dumlupınar’a Dönüş” isimli ikinci bölüm ise, günümüzün teknolojik imkanları kullanılarak, denizin altında ebedi uykusunu uyuyan Dumlupınar’ımıza yapılan dalışları anlatıyor, onun dipteki görüntülerini ekrana getiriyor.

Savaş Karakaş’ın Çanakkale tarihi üzerine yaptığı çalışmalar sadece Dumlupınar’la sınırlı değil; Çanakkale savaşları da, Karakaş’ın önemle odaklandığı konulardan. Gazi olan dedesinin üzerinde büyük etkisinin olduğu belli olan Karakaş’ın diğer çalışmalarına da ileride yer vermek ümidiyle.





  • IP logged
Yaşayıp gidiyoruz.

  • *
  • İleti: 5811
    • Son Denk Kayıkçısı
Dumlu...
#1: 04 Nisan 2024, 12:48:55
Rahmet olsun, hepsine.
  • IP logged
S/Y Bidarka / Fatih / İstanbul


"Son Denk Kayıkçısının Hatırasına"


https://sondenkkayikcisi.blogspot.com/

  • *
  • İleti: 1343
Dumlu...
#2: 07 Nisan 2024, 10:08:15
Çok güzel bir yazı olmuş. Allah hepsine rahmet etsin.
  • IP logged
BABA TUNCA /YEŞİLKÖY

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4254
Dumlu...
#3: 16 Nisan 2024, 15:00:17
Çok iyi. Nefis Türkçe. Eline sağlık Çetin hocam.
  • IP logged
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

 
Yukarı git