Onca hazırlık sontası küçük bir yelkenli ile yüzlerce mil geçilmiş ve hayallerdeki koya varılmıştır. Lacivert derin denizler aşılmış , deniz artık koyda cam göbeği rengini almıştır.
Ucunda bir taverna olan tahta iskeleye aborda olunmak üzeredir. Koya gelmeden çok önce güneş , yelken yapmak uğruna gölgeliği olmayan küçük yelkenliyi kasıp kavurmuştur. Sert denizde pruvada patlayan dalgaların serpintisi biraz olsun serinlik verse de kavurucu sıcak yüzünden artık iyice koyulaşmış ten üzerinde hızla kurumakta ve boşalan ter ile birlikte akan tuz zerrecikleri tuhaf şekillere bürünmektedir.
Koya yaklaştılça dalgalar azalmış, serpinti de artık gelmez olmuştur. Biriken tuzlar, seyir boyunca açılmış yara bereleri yakarken , el ile silkelenecek kadar çoğalmıştır.
Tavernadan şen şakrak kahkahalar ve farklı dillerden muhabbetlerin sesi de gelmektedir. Oysa bir önceki limandan beridir hiç insan sesi duymamıştır. Koltuk halatlarını alanlarla yapılan kısa sohbet sanki başkaları arasında geçmektedir.
Artık hızla yapılması gereken işler kalmamıştır. O yüzden son derece yavaş hareketler ile ahşap merdiveni sancak bordasına , yerine asılır. Bir an için cam gibi denize değil de tabanına atlıyormuş hissi uyanır. Öyle bir deniz işte . Bildiğin cam sanki. Ve serin su. Saatlerdir özlemi çekilen suya atlanır. Tuz tarafından örselemiş cilt , şimdi oluşan hava kabarcıkları ile okşanıyor gibidir.
Sonrası malum, tekne neta edilir. Tavernadan gelen mis gibi yemek kokuları yönünde ilerlenir. İki dubleden sonra o denizde yanlız olmanın yabaniliği gitmiş , yeni dostlar ile muhabbet başlamıştır bile.
Tekne de değişmiştir. O zor denizler ile mücadele eden yelkenli gitmiş , bumba üzerine tente çekilmiş, tüm havuzluk yastık ve minderler ile kaplanmış, masa açılmış durumdadır.
Seyir yorgunluğu da birleşince havuzluktaki minderlere uzanılır. Siesta zamanı! yumuşacık yastık , tatlı tatlı ağrıyan , artık yaşlanmakta olan beden hafif bir esinti ile ürperirken uykuya dalınmıştır bile.