Trenle geçerken, uyuyor olsam bile kokusundan hemen anlaşılırdı kazlı çeşme'de olduğumuz. Ve evet Cardin'leri ilk defa orada görmüştüm. Hem de bırakın kedileri, köpekleri kovalarken
Debbağhaneler denilince Kazlı çeşme akla geliyor. Tabii ki oraların hikayesi de. İşte bir kesit ;
"...Bilindiği gibi tarihi çeşmenin ön yüzündeki kaz figürü, 2002 yılında bulunduğu yerden tarihi eseri seven meraklı kişilerce çalındı. Kazın söküldüğü yerden yaklaşık bir metrelik bir haç figürünün çıkmasıyla, çeşmenin 7. yüzyılda, yani Bizans döneminde yapıldığı ortaya çıktı.
Zaten bu gün Kazlı çeşme - Yedikule dediğimiz yerde, Bizans döneminde İstanbul’a misafir gelen kralların ve saray mensuplarının, zafer kazanmış imparatorların kente ihtişamla girdiği en önemli kapı bulunuyordu. Adına Altın Kapı (Porte Aurea) veya Zafer Kapısı deniliyordu.
Buradan devam edip Kazlıçeşme’nin önünden geçen yola da Roma Yolu-Batıya giden anayol (Via Egnatia) deniliyordu. Fatih Sultan Mehmet Edirne’de döktürdüğü topları, Roma İmparatorluğu’ndan miras bu yolu kullanarak İstanbul surlarının önüne getirmişti.
O günlerde de Kazlıçeşme’de dericiler vardı. Esnaf farklı inançlara mensup olduğundan çevreye kiliseler ve sinagoglar kurulmuştu. İstanbul’un fethiyle birlikte, Bizanslı ustalar memleketlerinden ayrılıp günümüzde Yunanistan’ın Makedonya bölgesi içinde yer alan Kastorya’ya yerleştiler. Kent kısa zamanda Avrupa’nın deri başkenti haline geldi. Özellikle değerli kürk imalatında dünyada en iyi bilinen yerlerden biri oldu.
Öte yandan ustaların bir kısmı da Fatih’in daveti üzerine tekrar İstanbul'a geri döndü.Çoğu Musevi olan esnaf, bugün Edirne kapı olarak adlandırdığımız semte yerleştirildi. Bu yüzden yakın zamana dek burası Kastorya mahallesi olarak bilinirdi. Hala Edirnekapı’daki sokakların adı, esnafın oturduğu mesleklerden gelir: Kürkçüler, Tabakhane, Saraçhane, Tulumba gibi.
Dericiliğe önem veren Fatih sultan yayınlandığı ferman ile dericilerin kazlı çeşmede toplanmasını ve Ayasofya Vakfına bağlı binalar yapılmasını ve dericilere kiraya verilmesini sağlar.O günlerde 360 tabakhane ve 33 mezbaha’nı olduğu belgelerde yazılıdır.
İstanbul’a dönen ustalar, Kastorya’yla bağlarını da hiç yitirmedi. Osmanlı döneminde saray dışındakilere kürk giymez, saraydakileri de en iyisini giyerdi. Saraya her sene binlerce kürk satın alınırdı ve bunlar üst kademe yöneticilere hediye edilirdi.
17. yüzyılda 4. Mehmet’in kürkçü başı Kastoryalı Manolakis’ti. Manolakis, Kastorya’daki ve İstanbul'daki okullara ve kiliselere yaptığı bağışlarla ve Karagümrük'te yaptırdığı Çeşme ile kentin bugüne dek unutulmayan hayırseverlerinden oldu. 17 yüzyıllarda ki Osmanlı Kayıtlarına göre "İstanbul'a çevre ülkelerden deri- kürk getirip, İstanbul'daki kürkçü esnafına satan 28 kişinin kayıtlı olduğu bunların içinde sadece Hacı Bekir, Hacı Mustafa, Hacı İbrahim isimli tacirler Müslüman olduğu, Geri kalan Maliyeden Müdevver 25 tacir ise gayrimüslim idi. Bu tacirlerin ise, 3 adeti Yahudi olup, geri kalanları Rum ve Ermeni menşeli idi.
57 Aynı belge içerisinde Tedarikçilerin topladığı bu kürkleri alacak olan İstanbul'daki deri ve kürkçü esnafının isimleri de zikredilmişti. Toplam 82 esnafın kayıtlı olduğu bu listede sadece kürkçü başı Mustafa Ağa isimli şahıs Müslüman olup, geri kalan 81 esnaf ise gayri müslüm idi."
Bununla birlikte Kastorya’da kalanlar da İstanbul’la kurdukları köprü üzerinden ticaret yapıyordu ,1803’te Kastorya’da doğan ZakosHristodulos da 19. yüzyılın en büyük deri tüccarlarındandı. Kastorya merkezli şirketinin İstanbul, Selanik ve İzmir’de imalathaneleri vardı. Ürünlerini Kahire’den Londra’ya uzanan coğrafyaya satıyordu.
Kazlıçeşme’nin Bizans’a uzanan tarihinin izleri hala canlı. 1980’li yıllarda dericilik yapmaya başladığımda, Kazlı çeşmede yüzlerce deri tabakhanesi vardı ,tarihi sur duvarlarla örülü labirent gibi dehlizlerden çok kötü şarlarda deri işleyen bu tabakçılar İstanbul Belediyesinin zorlaması ile Tuzla 'ya taşındılar ve böylece bin beşyüzyıllk kazlı çeşme tabakhaneleri yok oldu.Daha önce.Kazlı çeşmeden başlayarak eğri kapıya kadar uzanan ve etrafa kötü kokular saçan büyük ahşap deri korutma depolarından sonra burasıda tarih olmuştu.
Kazlı çeşmede o günlerde bu mesleğin başını hala o insanların torunları çekiyordu. Malatyalılar, Erzincanlılar, Mardinliler sonradan geldi buralara. Hepimiz mesleği binlerce yıllık birikimi olan o eski İstanbullulardan öğrendik ve binlerce yılda kurdukları mesleğin mirasçısı olduk..."
Nurettin AYDIN İstanbul ticaret odası Deri,Kürk ve Sariciye Sektörü başkanı sohbetinden alıntıdır.