İkindiyi Matbaada Kıldı Bu KitapGeçtiğimiz cumartesi günü teknemize atlayıp Tuzla’dan yola çıktığımzda rotamızı sadece Marmara Adası sanıyorduk. Meğer rotamızı yeni bir dostluğa çevirmişiz haberimiz yokmuş. Meşhur “Merhaba ben Mücahit” girizgahıyla yeni insanlarla tanışmayı çok sevdiğimi pek çoğunuz biliyor. Yeni insanlarla tanışma konusunda ne kadar hevesliysem, çabuk samimi olma konusunda o kadar tedirginimdir. Hızlı başlayan arkadaşlıklara inanmasam da bazı insanların içtenliğini, içlerindeki güzellikleri başlangıçta görebiliyorsunuz. Marmara Adası’nda da daha önce gıyaben tanıdığım birisiyle tanışıp güzel vakit geçirmenin şerefine nail olduk.
Pazartesi resmi tatil olduğu için son dakika kararıyla toparlanıp tekneye taşındık. Cuma akşamı kumanyayı tamamlayıp cumartesi sabah erkenden seyre başladık. Akşam Marmara Adası Saraylar koyunda alargada kalıp ertesi sabah Paşalimanı Adası’na gitmeyi planladık.
Sabah saat 9 gibi Saraylardan ayrıldığımızda aklıma facebook ve instagramda takip ettiğim araştırmacı yazar ve aktivist H. Can Yücel’in Marmara Adası ile ilgili yazdığı yeni kitabı geldi. “İstinora, Marmara Adasın’nda Balıkçılık” isminde bir kitaptı. Hayranı olduğumuz Kapıdağ yazarı Yaman Koray’ın da kitaplarında okuduğumuz Marmara Adası balıkçıları ile ilgili kimbilir ne bilgiler vardı. Kitap Cuma günününden itibaren Ada’da İnci’nin Elleri Seramik atölyesinde satılmaya başlayacaktı. Belki Marmara Merkez Limana gidersek kendisi ile tanışıp imzalı bir kitabını alabilirdik. Saraylardan çıkınca Can Bey’e sosyal medya mesajı gönderdim. Eğer oralardaysa uğrayıp kitap imzalatmak istediğimizi söyledim. Sağolsun hemen dönüş yaptı. Ada’da olduğunu ve bizi beklediğini söyledi. Onun bir kaç işi vardı sonrasında buluşacaktık. Telefonlarımız birbirimize verdik. (Bu arada ben ona yanlış yazmışım bana ulaşamamış).
Saat 12:30 gibi Merkez Limana zincirimizi serip kıçtan kara, çınarların önüne bağlandık. Kahvaltımızı her zamanki gibi Altın Çocuk Çay Bahçesi’nde yaptık. Rahmi Abiyle sohbet ettik. Bize yine arka arkaya maniler söyledi.
Sonrasında İnci Hanımın şirin Seramik atölyesine gittik ve kitabımıza kavuştuk. İnci Hanım ve Eşi bizimle çok ilgilendiler. Adadaki hemen herkes gibi onlar da çok nazik ve misafirperver insanlar…
Küçüklüğümde Kadıköy Çarşındaki balıkçılar, akşamüstü evine giden müşterileri tavlamak ve balıkların ne kadar taze geldiklerini vurgulamak için şöyle bağırırlardı: " Hadiiii ikindiyi denizde kıldı bunlaaaaaaar!". Şimdi kitap o kadar yeni çıkmıştı ki, İkindiyi matbaada kılan "İstinora Sabah Volisi Marmara Adası'nda Balıkçılık" eserini ancak böyle tarif edebilirdik.
Yeni kitapla birlikte H. Can Yücel’in daha önce birkaç bölümünü sosyal medyada okuduğum meşhur “Adaya Yolculuk” kitabını da aldık. Daha sonra Can Beyle telefonlaştık. Kendisini Limandaki teknemize davet ettik.
Yarım saat sonra havuzlukta otururken teknenin arkasına gelen iki metre boyundaki genç adama;
“Buyrun birisine mi baktınız?”
“Mücahit Bey?”
“Can Bey?”
Ben daha önce kendisini fotoğraflarda bir kaç kez görmüştüm ama bu kadar genç olacağını düşünememiştim. Çünkü yazdıkları hep geçmişe dair bilgiler ve anektodlardı. Bu kadar detaylı yazıları ancak yaşamış birisi yazabilir diye kendimi şartlamışım demek ki. Şimdi karşımda böyle genç birisini görünce afallamam gayet normal…
Can Bey, hem kendisinin hem de Abisinin geçmişten günümüze küçük kayıklardan ahşap yelkenli tekneye kadar farklı deniz araçlarına sahip olmaları ve hatta sonradan öğrendiğimize göre yük motorları kullandığı için iyi bir denizci olduğu için çevik hareketlerle teknemize çıkıyor. Ve bundan sonra müthiş bir sohbet başlıyor. Önce “H. Can Yücel; Hakiki Can Yücel mi?” esprisi yapıyorum. O da H ile başlayan ön adını söylüyor. Ama ben gizemli kalması bakımından burada yazmıyorum. Merak eden gidip bizim yaptığımız gibi tanışsın. Keyifli sohbetinden öğrensin.
Can Bey, gemi inşaa sektöründe çalışan bir beyaz yakalıymış… Meğer İstanbul’da yaşıyormuş ve iş yerlerimizin arası sadece bir kaç kilometreymiş. Bu harika bir haber… Böylece İstanbul’daki etkinliklerimizde bizimle birlikte olabilecek. Söyleşiler ve imza günleri düzenleyebiliriz. Benim gibi, bir öğretmen çocuğu olan Can Bey, İstanbulda büyümüş, çocukluğundan beri her yaz tatillini Ada’da geçirmiş. Çok iyi bir arşivci, müthiş bir okur yazar, hafızası Kabaalioğlu Reis ve Ece’ninki gibi zehir gibi. Hayret edici derecede hangi konu açılsa leb demeden leblebiyi söylüyor. Akıcı Türkçesi ile bilgiler, tarih ve anılar arasında adeta sörf yaparcasına çok faydalı şeyler anlatıyor. Iki saatlik sohbetimizde kendisinden çok şey öğrendik. Yeni kitabını konuştuk. Marmara Adası’nın tarihini “Adaya Yolculuk” kitabında detaylı anlattığını, bu kitabında da orada yazmaya fırsat bulamadıklarını yazdıklarını söyledi. ( yalnız yeni kitabı eski kitabın en az üç katı kalınlıkta). Kitabı daha sonra burada biraz daha açabiliriz. Belki kendisini de üye yaparız. O da burada bir şeyler yazabilir.
Rahmetli Habib Atınç Reisimizle çok yakın dostlukları olmuş. Onun hakkında epey konuştuk. Ortak tanıdığımız pek çok kişi çıktı. Onlarında kulaklarını çınlattık. Arada boğazımız kuruduğunda soğuk biralarımızı sağlığımıza kaldırdık. Sohbetin sonunda ismini bize öğrettiği Kısmet Köprüsünden geçip merkezin devamındaki güney batıya bakan sahilde Kole Plajına gittik. Yüzüp serinledik ve biraz daha sohbet ettik. Akşam Abisinin doğum günü partisi olacağı için ertesi sabah kahve içmek üzere sözleşip ayrıldık.
Ben okumaya önce “Adaya yolculuk kitabından başlamak istedim. Kitap, önce Adanın kayıkları ve teknelerini, sonra da meşhur gemileri ve kaptanları anlatmakla başlıyor. Ada Belediyesi amblemininde meşhur Kancabaş kayığı olduğunu öğreniyoruz. Hatta Amblemde güneş, martı ve üç tane Yunus varmış. Bu güzel amblemi daha önce nasıl farketmemişim şaşırıyorum. Kitapta dip not sistemi çok detaylı oluşturulmuş. Hem Denizcilik terimleri hem de tarihi detaylar okuyucuya dozunda açıklanmış.
El Salla El Salla… Ertesi sabah Can Beyle haberleşiyoruz. Bizi kahve içmeye davet ediyor. Ben de tam iki dakika önce filtre kahve hazırlamıştım. Kendisini tekneye davet ediyoruz. Yine birlikte kahve içiyoruz. Uzun sohbetlerde kitapta okuduğum bazı şeyleri soruyorum. Adayla ilgili bir süre şeyi konuşuyoruz. Bazen o gelecek bölümlerden bir şeyler anlatıyor. Sonrasında biz kahvaltı yapmadığımız için yine altın çocuk çay bahçesine gidiyoruz. Sohbete orada devam ediyoruz. Can Beyi Adada herkes tanıyor. Yol boyunca dur-kalk gidiyoruz.
Bugün de 3-4 saat boyunca doyasıya sohbet ettik. Bu sohbette uzun uzun anlattığı bir hikayeyi “Adaya Yolculuk” kitabından kendisinin izniyle aynen aktarıyorum. Daha önce çok ısınamadığım bir şarkıyı bir anda sayesinde beğenmeye ve çalmaya başladım
Yaşayan Efsane Seyhan-4 Feribotu ve Cevat Kaptan Seyhan-4 dendiğinde bütün çocukluğum canlanıyor gözümde. Geliş ve gidişleri bir merasimi andıran Seyhan-4 posta motorunu büyük bir heyecanla beklerdim. Her sabah ve akşamüstü. Yazın ekseri, güneş Hoşköy çakarı hizalarına kadar geldiğinde, Kalınburun arkasından dönerek Ada merkezine doğru süzülürdü müzik sesleriyle. Saat 15.00'te Tekirdağ'dan kalkan motor, Çınarlı'ya uğradıktan sonra Marmara'ya doğru hızla yoluna devam ederdi. Bu sırada aralıksız 25 yıldır duymaya alıştığımız 7'den 70'e herkesin sevdiği usta sanatçı Barış Manço'nun 'Müsaadenizle Çocuklar' adlı albümü kasetten çalıyor olurdu. Bu şarkı sanki özel olarak bu seferde kullanılmak için yapılmış gibiydi. Televizyonda klibi yayınlanırdı ilk çıktığı yıllar. Fakat her karşılaştığımda çok garipserdim. Çünkü bu şarkı adeta “Seyhan-4" gemisi ile özdeşleşmişti artık benim için. Tatili bitip de evlerine dönen yolcuların veya tatile yeni çıkmış ada misafirlerinin hiç tanımadıkları insanlara tarifi zor bir haleti ruhiye içinde el-kol sallamaları başka türlü açıklanabilir miydi bilemiyorum? "Burada adet böyleydi" diyerek, belki de ömründe ilk kez bu tarz bir olaya tanık olanlar bile ortamın neşesine çabuk adapte oluyorlardı. Cevat Kaptan'ın geminin kornasına mütemadiyen basması da, daha bir heyecan katıyordu bu merasime. Deniz kenarına dizilmiş yazlıklardan ve kıyı boyunca uzanan irili ufaklı kumsallarda da benzer bir coşku göze çarpıyordu. Suyun içinde veya salda güneşlenenler havlu veya ellerine o an geçirdikleri tişört ve benzeri şeylerle el-kol sallayarak katılıyorlardı bu ayrılış seramonisine. Posta motorlarında dönemin ün yapmış sanatçılarının şarkılarını çalmak adettendi. Bu işin öncüsü hiç şüphesiz ki Veli Kaptandı. Ancak ilk kez karadaki ve denizdekilerin etkileşimi bu kadar gözle görülür hale gelmişti.
Sevdiklerini, misafirlerini uğurlamaya gelen adalılarla tatilcilerin vedalaşmaları motor iskeleden kalkana dek sürerdi. Bugün 7 yaşındaki yeğenim Yaman'ın bile
"Seyhan-4" geliyor dendiğinde hissettiği heyecanın sebebi; evin önünden korna çalarak geçen bu kocaman motora, balkona çıkarak el sallamaktır tıpkı bizim bir zamanlar yaptığımız gibi. El sallayamamanın burukluğunu da yaşardım bazen. Evde kimsenin olmadığı anlarda Kole Plajı'ndaysam eğer, plaj merdivenlerini son sürat tırmanarak evimizin bahçesine koşar, gemi ev hizalarına geldiğinde yetişebilmenin sevinci ile el sallardım Seyhan-4'e. Çocukluk işte, varsın evden el sallanmasın. Ama olur muydu hiç! Cevat Kaptan'ın selamını karşılıksız bırakmamak içindi bu telaş.
"Seyhan-4" motorunu efsaneleştiren tek neden Barış Manço'nun şarkısı değildi elbette. Saatlerce dümen tutan, sıkı manevralarla izleyenleri kendine hayran bırakan, sempatik ve içten konuşmasıyla gönülleri çelen, davranışlarıyla 7'den 70'e tüm adalılar, özellikle de çocuklar tarafından çokça sevilen kaptanı Cevat Barbaros'tu şüphesiz bu tutkunun sebebi. Tekirdağ Posta seferlerinin kahramanı aslen Rizeli olan Çınarlı Köyünün yerlisi Cevat Kaptan, her havada Tekirdağ-Çınarlı-Marmara arasındaki seferlerini aksatmadan sürdürüyordu. Sert bir Lodos fırtınasında Avşa Adası'na yanaşmaya çalışan Şehir Hatları Feribotu kapaktan denize araç düşürmüştü o gece söylentilere göre. Halbuki Cevat Kaptan bata çıka da olsa güvenle getirmişti yolcularını adaya. Hatta zamanla Şehir Hatları İşletmesi Tekirdağ-Marmara feribot seferlerini işletme zarar ettiğinden ötürü iptal etme yoluna gitmişti. Çünkü adalılar daha çok “Seyhan-4” motorunu tercih etmişlerdi. Turuncu gövdeli beyaz kamaralı bu güzel tekne yıllar içinde boy ve genişlik hatta yükseklik arttırmak suretiyle defalarca büyütülmüştü. Buna paralel olarak bütün donatı malzemeleri de değişmişti. Cevat Kaptan rızkını kazandığı ekmek teknesine çok iyi bakıyordu. Teknolojiyi yakından takip eder, son çıkan araç ve gereçleri motora ilk önce o tatbik ederdi. Bugün neredeyse bütün gemilerde hatta özel yatlarda dahi bulunan su üstü radarını Güney Marmara Bölgesi'nde belki de ilk kullananlardan biri “Seyhan-3" motoru ile Cevat Kaptan olmuştu. İlk zamanlar gemi eski tip ahşap dümen simidi ile kullanılırdı yönünü tayin etmek için. Tekirdağ hattını kullanarak Ada'ya gittiğimiz zamanlar kaptan koltuğuna geçip gemiyi sürmek için can atardım. Cevat Kaptan bu istekli halimi anlamış olacak ki bir gün; -Gel dümene geç bakalım dedi. Cevat Abi eş dostla sohbet etmek için arada bir alt kata veya açık güverteye çıkacağı zaman dümeni bir başkasına devrederdi. Sanıyorum o gün sıra bana gelmişti. Tabi, çok gezdirme gemiyi diye uyarmayı da ihmal etmemişti! Bunun anlamı dümeni çok çevirmeden kerteriz aldığın noktaya doğru ilerle manâsındaydı. Kısaca "Hayırsız adayla Marmara Adasının arasına doğru böyle git, yol ayarlarına dokunma! Merak etme benim gözüm rotamızda, bir olursa korna çal ben anlarım" demişti. Şansıma Sancak veya İskele tarafında hiç gemi belirmemişti o gün. Dümeni kavramamla birlikte gemiyle adeta bütünleşmiştim. İşte ben kullanıyordum sonunda hayranı olduğum gemiyi. Cevat Kaptan Büyük İstavri koyuna kadar geri dönmemişti o gün. Artık endişelenmeye başlamıştım ki arkamdan gelen sesiyle irkilmem bir oldu. Selametle Can Kaptan! Pür dikkat 1 saat dümen tutmuştum. Aferin dedi! Artık sıra bende diyerek teşekkür etti. Sıcaktan ve gergin ortamdan yorulsam da o anki mutluluğumu kelimelerle tarif etmem imkânsız. Adeta eski gemilerdeki gibi serdümen vazifesi görmüştüm. Hemen Miyar güverte olarak adlandırdığımız radarın bulunduğu en üst kata tırmanmıştım. Ve 'Müsadenizle Çocuklar' şarkısı başlamadan geminin pruvasına bakan megafonun arkasına oturup ayaklarımı vardavelaya dayamıştım. Geminin en yüksek yerindeydim. Rüzgâr yalayıp geçerken kulaklarımı 'Turkoz Burnu'nu dönmüştük, Kaptan teknenin hızını arttırarak müziğin sesini de iyice açmıştı. Denizin üstünde bir martı misali süzüldüğüm hissine kapılırdım burada otururken..... Birden İskele Baş Omuzlukta 3 tane yunus balığı yelelerini göstererek bizi selamlamıştı. Kıvrak hareketlerle pruvanın hemen altına kadar geldiler. Atlayıp çıkan yunuslar eşliğinde Çınarlı Koyuna girmiştik. Bu görsel şöleni birkaç defa daha yaşamıştım. Fakat sonraları üst kat çocuklar için tehlikeli bulunmuş ve çıkışı yasaklanmıştı. İlk hayal kırıklıklarımdan biri de buydu.
Gemiye ilk eklenen teknolojik ürün yanılmıyorsam joystik oyun konsollarını andıran dümeni olmuştu. Kullanana hiç keyif vermeyen bu kibrit çöpü kadar kol ile geminin yönü tayin ediliyordu. Ahşap dümenin yerini tutar mıydı hiç! Ne yazık ki o günler hatıralarda yaşayacak artık. Posta seferlerinin olmazsa olmazı şarkılar da değişkenlik gösterirdi. İlk zamanlar Bülent Ersoy'un 'Sefam Olsun' şarkısının çalındığını çok net hatırlıyorum. Bir ara da yanılmıyorsam 99-2000 yılları gibi Sibel Can'ın Berivan'ım şarkısı çalardı son ses. Bazı yazlık sahiplerinin şikâyeti nedeniyle olduğu söylenen ama halkın tepkisini çektiği için gerçek nedenin bir türlü ortaya çıkartılamadığı şarkı yasaklarını da yaşamıştık. Hatta bazı gönüllüler imza kampanyası bile yürütmüştü bu geleneğin sürmesi için. Yoğun istek, sahiplenme ve Barış Manço'ya olan vefa nedeniyle yaklaşık 25 yıldır 'Müsadenizle Çocuklar❜ adlı şarkısı çalınır ada sularında. Dilerim bu gelenek sonsuza dek sürer. Şarkının klibinde Taksim Meydanı'ndaki Sular İdaresi'nin önünde hazırlanan bir sahnede Hakan Peker, Ufuk Yıldırım, Soner Arıca, Burak Kut, Jale, Of aman Nalan, Tayfun Duygulu, Grup Vitamin, Ajlan-Mine Barış Manço ile birlikte vokal yapmışlardı. "Seyhan-4" efsanesinin başları çok eskiye dayanıyordu. "Seyhan-2" ağaç motorunun mehtap turu ve tüpgaz taşımak için özel seferler yaptığını anımsıyorum. Hatta ördek gibi suya batmış, tepeleme tüple dolu halde Petrol Ofisi'nin iskelesinde bağlı olduğu günler gözümün önünde. Seyhan-3'de güverteye araba alınmadığını hatırlıyorum nedense? Sanki kıç aynaya kadar güverte üzeri tente ile kaplı ve her yerde oturmak için sandalye grupları vardı. Beyaz boyalı tam bir balıkçı teknesiydi. Bütün bu hatırladıklarım yeterli değildi elbette efsanenin doğuşunu anlatmak için. 2014'ün Mart ayında işlerden çok bunalmış ve bir kaçamak yaparak adaya gitmeye karar vermiştim. Kışın araçsız bir vaziyette İstanbul'dan adaya gitmenin bedeli, uykusuz geçen 4,5 saatlik bir otobüs yolculuğu ve 2 saatlik bir deniz seyahati demekti. Bu çağ dışı yolculuk çilesi en azından gidebiliyorum temennisini de beraberinde getiriyordu ister istemez. Çünkü eskiden bu yol da epey meşakkatliydi. Erdek Motorlu Taşıyıcılar Kooperatifi'nin Serdar-5 motoruyla Erdek'ten saat 09.00'da Marmara'ya doğru hareket etmiştik. Birden hikâyemin başkahramanı ile gemide karşılaşmıştık. Cevat Kaptan'ın “babamı bulursan mutlaka onunla konuş" önerisi hep aklımdaydı. Büyük bir şanstı bu! Cemal Amca ricamı kırmadı ve 'Seyhan' motorlarının hikâyesini anlatmaya başladı…
Gerisini H. Can Yücel kitaplarında bulabilirsiniz… Seyhan-4 Motorunun burada yazılmayan bir özelliği daha var. Bu da yunusların bu motoru çok sevmeleri... Seyhan-4’ün Yunuslarla o kadar çok seyir videosu var ki, bu güzel hayvanlar Cevat Kaptan’ı dost bellemişler. Onun düdüğünü ve çaldığı Müsaadenizle Çocuklar Şarkısını kendilerini güvende hissettikleri bir konfor alanı olarak görmüşler. Öyle ki, Biz Adadan ayrılıp biraz ilerleyince El Salla Kol Salla şarkısını açıp Can Bey’e bir video gönderdik.
Beş dakika geçmeden deniz hayatımızdaki en kalabalık yunus sürüsü bize dakikalarca eşlik edip uğurlama töreni yaptılar. Ece bir sürü video çekti ben de bir tanesini yayınlayayım.
Aşağıda kitapların fotoğrafları var. İnternetten Adalı Yayınlarından tedarik edebilirsiniz. İstanbul’da yakında yapacağımız bir imza etkinliği de düzenleyebiliriz.
Can Bey’le henüz oturup rakı içemediğimiz için arkadaşlığımız tam tescillenmese de Kendisinden gerçekten etkilendik. Hem yazar hem aktivist olarak çok saygın birisi. Bu kadar yazıyı derlerken en ufak bir maddi kaygı gözetmediğinden emin olduk. Amacı Ada kültürünü gelecek nesillere aktarmak olan mütavazı birisi… Biz adada çok iyi ağırladı. Konuştuklarımız forum sayfalarına sığmaz. Bir kısmı da bizde saklı kalsın.