"45 Knot Hız isteği bende evrildiği yönü hiç beğenmiyorum yarış yelkenciliğinin. Herkes her yaşta yelken sporu yapabilmeli bu sporun özünde bu var." Burak Döneray.
Kendi açtığı konunun altında Burak'ın yazdıklarının bu kısmıyla ilgili düşüncelerimi ifade etmek istedim. Ancak sonuç böyle olmadı. Beliren düşüncelerimi belli bir yazı planına bağlı olmaksızın, gökyüzünde bir orada bir şurada çakıp kaybolan şimşekler gibi yazdım. Bu nedenle size sıkıcı gelebilir. Bunu baştan haber vermek isterim.
Spor ne demek, yarış yelkenciliği nedir gibi kelimelerin açıklamalarına girmeye çalışmaktansa üzerinde yelken sayılabilecek bir veya bir kaç paçavra bulunan, su üstünde kuru durmamı sağlayan herhangi bir nesnenin üstünde seyreden biri olarak yarış yelkenciliğinin halinden son derece memnunum. Çünkü yirmi yıl daha hayatta kalırsam, ikinci yaşamımda (70 yaş üstü) bu gelişmelerin beni sürekli denizde seyirde tutabilecek seviyede olacağını düşünüyorum. Hatta bundan eminim.
Yirmi yıl sonra ne mi olacak? Yirmi yıl sonra sözlüklerde capsize diye bir kelime olmayacak. Yani sensörler, yazılımlar v.b. o derece gelişecek ki rüzgar sağanağı önceden hesaplanıp bununla ilgili ayarlamalar kendiliğinden yapılacak, otuz metrelik dalgaların üstünde solo seyir yapılabilecek. Yeter ki bulunduğunuz yerden (a noktası) b noktasını, yani varmak istediğiniz yeri bilgisayara girin.
Yani tekne bizi idare edecek. Öyle ki yüzde yüz fiziksel engelli bile olsak teknemiz hastane yatağında bakım gören birinden çok daha konforlu olacak Yemeğimiz kendiliğinden pişip bize yedirilecek. Bu liste uzayıp gider. Bize kalacak olansa saf seyir keyfini hissetmek.
Bu sıkıcı mı görünüyor? Çünkü hiç bir meydan okuma (Challenge) kalmamış oluyor. Bu kısım yani sıkıcı olma konusu kişinin duruma, yaşama ne şekilde baktığıyla ilgili.
Ebabil'le seyir halindeyken tüm gün boyunca kürek çektiğim zamanlar oldu. Bir arpa boyu yol kat ederken geçen zaman ,en keyif olanlarındandı. Çünkü o zaman çevrede olan güzellikleri doyasıya özümseyip bedenimin tüm hücrelerine yayılmasını sağlayabiliyordum. Kat edilen her bir karış yol, bende bir anı bırakıyordu.
Yetmişli yaşlarımda Güney Okyanusunda seyir halindeyken kim bilir ne kadar çok keyif alırım. Veya bir kasırganın içindeyken...
Güney Okyanusu, Vendée Globe... Bir insan niye oraya gider? Hadi bir kere gittin. Tekrar tekrar... Yarışı bitirme olasılığın yarı yarıya. Birinci bitirmekse ayrı bir husus. Bunları benden okumak tuhaf gelebilir. Ancak bazı şeyleri açıklayabilmek olanaksız olabiliyor. En azından şu an için böyle bir becerim yok. Bu, birçoğunun durumumla ilgili bana söylediği gibi bir kaçış, bir meydan okuma değil. Daha önce hiç yemediğimiz bir yemeği yedikten sonra bunun lezzetli olduğunu söyleyip şekerini, ekşisini, acısını ifade edemeden açıklamaya çalışmak kadar zor. Ancak açıklamanın bir kısmı Cousteau'nun şu cümlesinde yerini buluyor : "Orada ne olduğunu bilseydim gitmezdim."
Tekrar tekrar Güney Okyanusuna gitmek... Aslında tekrar tekrar değil. Yine, yeni, yeniden. Çünkü her bir seferde denizin, havanın hatta kendimizin bile durumu değişik. Bu sebeplerle denizde seyir benim için hiç bir zaman sıkıcı olmayacak. Her an manzara değişiyor.
Belki de aldığım keyif Ebabil'in kara yaşantısıyla ilgili çok az şey barındırnasından ileri geliyor. Seyir esnasında su dışında bir şey içemezsin, ertesi gün seyir yapacaksan demirdeyken abartılı yiyip içemezsin. Sıkıysa ye, sıkıysa iç!
Vendée Globe'daki durum nasıl, bir bakma zamanı geldi.
Güvenlik daha çok batıl bir inançtır. Doğada bulunmaz... Helen KELLER