" O zamanlar neyi, nasıl düşünüyorsam şimdi de aynıyım. Hiç değişmedim. Çok istikrarlıyım" diyerek kendini yüceltenleri hep kunt granitten yontulmuş "liderimsi" heykellere benzetirim.
Onca yıl boyunca varabildiğin noktada kalmış, hayatı hiç yaşamamış, bir dirhem yol alamamışsın arkadaş.
Denizin derinliklerine bırakılıp, dip çamuruna gömülen lengerden farkın yok yani. Doğayı, yakın ve uzak çevreni gözlemlesen de fikir ve duyguların ile duyuların bazen bir zerre, çoğu zaman gürül gürül akan bir nehir gibi değişmemiş, evrilmemiş, köşelerini törpülememiş ise vay haline !
" Yanılmak -olacağı kestirememek-, yanlış yola sapmak -kaybolmak- korkusu özgürlük kısıtlayıcı, insanı durağan bir yaşama yöneltirken,
Yanılgıları yaşamın bir parçası saymak; özgürlüğe komşu, değişime giden yolların taşlarından biri sanki." Sıkıntı da tam burada zaten.
Problemin kökü opsesifçe her şeyi kontrol etme isteğinde, tutkusunda yatıyor.
Yaşamın içinde kâh sakince, kâh çağıldayarak akıp gitmek hayatın sonunda her birimizi iyice törpülemiş, hacmimizden küçülmüş ama ruhen genişlemiş bir hiç olduğumuzu öğretiyor.
“İçinde ütopya olmayan bir dünya haritasına bakmaya bile değmez… İlerleme dediğin, ütopyaların gerçekleşmesidir” diyordu Oscar Wilde.