Zachary Mason oturmuş, Odysseia’nın Kayıp Bölümleri adlı bir kitap yazmış. Bu antik çağdan bu yana gelen söylencelerin bir de kayıp sayfaları vardı, demiş. Oturmuş bu sayfaları uydurmuş. Zevkle okunan bir romanın birbirinden bağımsız okunan parçalarından birisi alttaki alıntı. Kitapta anlatılandan farklı bir -hatta birçok- Odysseus var. Alışıldık kahramanların dışında kişiler bunlar. Daha uç(uk).
YOL ÜSTÜNDEKİ ADALAR
"Odysseus’un gemisi, adamları bir dolu şehirden yağmalanmış hâzineleri efendilerinin yeni konağına taşıdıkça suyun üzerinde yükseldi. Alkinoos, adanın kralı, müstakbel damadından gayet hoşnut, durmuş izliyordu. Odysseus gemiyi boşaltır boşaltmaz bir öküz takımını güçlü halatlarla gemiye bağlattı, tekneyi karaya çektirdi. Kesin karar vermiş olsa da içi sızlayarak çatırdayan bir çam meşaleyi aldı ve sahile çekilmiş geminin gövdesine tuttu ama denizin yıprattığı kalaslar alev almıyordu ve güneş batmak üzereydi. Bu yüzden eve gitti. Ertesi gün düğün günüydü, sonrasında da yeni ev ve toprakları hâle yola koymak haftalarını aldığı ve o sırada rüzgâr tekneyi kuma gömdüğü için unutulup gitmesi kolay oldu.
Adada kalmaya dalgaların ve dağınık sirüs bulutlarının arasından yer yer görünen aym soluk ışığında gemiye yön verirken geçirdiği dondurucu gecelerin sonucunda kaçınılmaz olarak karar vermişti. Akdeniz’de bir yerlerde Odysseus’un yön bulmak için bel bağladığı yıldızlar yelkenleri fora eden gemiler gibi birden değişmiş ve bunun sonrasında büsbütün kaybolunmuştu. İçten içe dehşete düşen Odysseus, kendinden emin bir tavırla bu netameli olayın Troya Savaşı’ndan sonra tanrıların yıldız şeridine yeni kahramanlar yerleştirmesinden ibaret olduğunu söylemişti adamlarına. Eliyle işaret edip Patroklos ve Akhilleus’u, Hektor’u ve hatta Telamonoğlu üzgün Büyük Aias’ı seçmiş gibi yapmıştı. Bir de beklendiği vakitlerde gelmeyen mevsimler vardı. Gerçi kimse doğru düzgün bir gün hesabı tutamıyordu. Teknenin gövdesine kazman derin yarıklar çürüyüp gitmiş, beyaz çakıl doldurulan kavanoz fırtınada kırılmış ve düğüm atılan deri sicimler nemden şişip arapsaçına dönmüştü.
Çoğu düşmanlık besleyen pek çok adayla ve şaşılacak şeyle karşılaşmışlardı. Bir akşam altlarından, dalgaların derinlerinde ilerleyen mide bulandırıcı yeşillikte bir ışık hüzmesi geçmişti ve gözcü bu şeyin insan formunda olduğuna yemin ediyordu. Başka bir gece, yaktıkları tüm ateşler sönmüş ve gökteki yıldızlardan ve aydan tutun dalgaların ışıltısına kadar tüm ışıklar bir saniye içinde yok olmuştu. Zifirî karanlıkta gemiyi aksi yöne çevirmeye çalışıp ellerine yüzlerine bulaştırmışlar ve daha bir saat geçmeden artık sonsuza kadar sürüklenir dururuz diye düşünmeye başlamışlardı. Odysseus pruvadan aşağıya demir para atmış ve herhangi bir suya düşme sesi gelmemişti. Kendilerini kaybetmemek için güvertede oturup sırayla hikâyeler anlatmışlardı. Güneş doğduğunda yaşadıkları şaşkınlığın bir eşi daha yoktu.
Arada sırada haritalarında yer alan bir adaya denk geliyorlardı. Adalar istisnasız bir şekilde Fenikeli ya da Giritli tüccarlar tarafından ziyaret edilmiş oluyordu. Bunlar bildikleri dünyaya ait unsurlardı. Odysseus’la adamlarının yüreklerine su serpiliyor, yer yön sorup tavsiye alıyor ve asla ama asla ulaşamadıkları tanıdık bildik topraklara varmak için yelken açıyorlardı. Böylece, adım adım, İthake kıyılarına varma özlemlerinin yerini, artık dolaşıp durmaya şu veya bu şekilde bir son verme arzusu almıştı.
Odysseus ve adamları Alkinoos’un adasına vurduğunda kral onları cana yakın bir şekilde ağırlamış ve Odysseus’a samimiyet göstermişti. Laf arasında bir kızı olduğunu ancak henüz kendisine uygun bir koca bulamadığını da dile getirmişti. Odysseus yeni bir evliliğin faydalarını geçit vermeyen denizle kıyaslayıp aşırı derecede kırılmış cesaretinin de etkisiyle kralın kızını görmek isteyeceğini ifade etmişti. Düğün tarihine kısa süre içinde karar verilip nikâh kıyıldı ve diğer Grekler de Odysseus’u örnek aldı. Çoluk çocuk sahibi oldular, toprak satın aldılar, statü kazandılar ve İthake’deki karılarını gün geçtikçe daha az hatırlayıp sonunda da tamamen unuttular. Seyahatlerinde başlarından geçenleri o denli çok ve tekrar tekrar anlattılar ki yaşananlar anlatanlar için bile birer hatıradan ziyade hikâye olup çıktı. Gençliklerinde ve savaşta çektikleri çilelerin izleri yavaş da olsa silindi ve sonunda mürettebatın saçı ağarmamış tek bir üyesi bile kalmadı ve kılıçları da ocak raflarının üzerinde toz tuttu.
Dolanıp durmaları gibi, hep böyle gidecek gibi görünürken bu durum da aniden sona erdi. Bir gece Odysseus rüyasında Athene’yi gördü. Tanrıça beyaz kömürü andıran gözleriyle mızrağına dayanmış başında durup gülümsüyordu. Odysseus tanrıçanın etrafa saçtığı ürpertiyi hissedebiliyordu. Konuşuyordu ama söylediği hiçbir şey Odysseus’un akimda kalmasa da zihni dar deniz yollarında cirit atan iblislerin kargaşasıyla, gümüşten bir çardakta bir kurdun sesiyle aya dua eden bir cadıyla ve boğazlarından ve kalplerinden baş vermiş kara oklarla alçak tavanlı bir odada çığlıkları yankılanan adamlarla dolup taştı. Tanrıça, “Gitme vakti geldi,” diye fısıldadı.
Ayılıp doğruldu. Yanında uyuyan karısı Nausikaa dışında kimsecikler yoktu. Dolunayın ışığı odayı aydınlatıyordu ama Odysseus öğle vaktiymiş gibi uyanıktı. Yaşlılık emarelerini kabullenmenin bir sonucu olduğunu o an anladığı kamburluğu üzerinden atıp yıllar sonra ilk defa dimdik ayağa kalktı. Kılıcını duvardaki yerinden alıp kınından çekip çıkardı ve aya doğru tuttu. Metal su gibi ışıldıyordu. Bir an için tereddüt etti. Evin huzuru keyif verici ve Nausikaa’nın yattığı yatak sıcacıktı. Sonra dışarı çıkıp kapıyı ardından dikkatlice kapadı ve rüzgâra karşı boş sokaklardan yürüyüp şehrin dışına, geminin karaya çekildiği deniz kıyısına çıktı. Cüppesini parçalayacak denli kuvvetli esen yel, gemiyi mezarından çıkarmıştı ve yelken direğinde bağları gevşemiş bir flama çılgınlar gibi dalgalanıyordu. Hâlâ hayatta olan arkadaşları da orada, çam ağacı gibi dimdik bir vaziyette duruyorlardı ve Odysseus, adamlarının saçlarında gördüğü yaşlılık emaresi aklar mı yoksa ay ışığının yansıması mı ayırt edemiyordu. Tek kelime etmeden tekneye yüklendiler ve kumda sendeleyip gövde suya değdiği an iki katı çaba harcayarak gemiyi denize ittiler. Akıntı gemiyi alınca güç bela güverteye tırmandılar ve dalgakıranı aşıp denize, öyle sanıyorlardı ki, İthake’ye doğru açıldılar."
Zachary Mason-Odysseia’nın Kayıp Bölümleri