MORE
Pranga, dağdan çarşaf gibi denize bakar. Sandaldaki balıkçı uzanmış yan gelip yatmaktadır. Pranga balıkçının bu keyfini, rahatını kıskanır.
“Şuna bak, ben sabahtan beri, kaç tepe, kaç vadi dolandım iki keçiyi doyurmak için. Ayaklarımda derman kalmadı. Benimkisi de iş mi? Bir de balıkçıya bak. Yan yatıp, para kazanıyor. Çarşaf gibi deniz. Ne tepe
var ne koyak. Ne yokuş var ne iniş.” der.
Balıkçı olmayı kafasına koyar. Keçilerini satar. Kırık dökük de olsa bir sandal, birkaç parça ağ alır.
Denize çıkar. Ağlarını atar. Sigarasını yakıp, sandala uzanır.
Halinden memnun, ağların balık dolmasını bekler.
Uyuyakalır. Uyanınca ağları çeker. Balık bol, deniz bereketli.
Pazarda balıklarını satıp, eve ekmek ve sirke götürür.
Bir zaman hayatı böyle bolluk ve rahat günlerle geçer gider.
Bir gün denizin ortasında korkunç bir fırtınaya yakalanır. Saatlerce dalgalar kayığını döver, yağmur tepesine bindirir. Ödü kopar. Bildiği tüm duaları sıralar. Karşıdaki dağlara bakarak içlenir. “Tanrım”,
der, “Ben elimdekinin kıymetini bilemedim. Sağ salim kurtulursam, bir daha deniz mi? Öte kalsın.”
Saatlerce ölüm korkusuyla boğuştuktan sonra, güç bela bir kuytuya sığınır. Canını zor kurtarır.
Hemen yok pahasına sandalı, ağları, takım-taklavatı satar.
Ele geçen parayla, üç-beş keçi alır.
O her zamanki öğleleri sırtını dayayıp dinlendiği kayın ağacının altında, aşağıdaki çarşaf gibi denize, sandalda sigarasını tellendirip, yan gelip yatan balıkçıya bakıp, öfkeyle;
“Eee be more! Boşuna bu cilvelerin, bu ayartmaların, kadife çimen bitsen inanmam. Bir daha mı? Tövbe” der.
More: Pomakça’da deniz.