Okuyanlardan bazıları yazıyı gereksiz, sivri dilli veya haset edildiğinden yazılmış bulabilir. Düşündüklerimizi açık yürekle anlatmaz, yazmaz ve paylaşmaz isek ne anlamı var ot gibi yaşamanın?
Bir süredir izliyoruz… Bir yanda, bir derneğin Karadeniz Rallisi var diğer yanda ise… Hadi birkaç örnek vereyim: Tayo-Mar etap etap Gökova’ya yol tuttu gidiyor, Devekuşu 2 yine etap etap Gökova’ya ulaştı bile, bir diğeri Dünya turu için yedi metre çok gövdeli tekne hazırlıyor, el emeği ile donatıyor, okuyor, bilgileniyor ve önünde sonunda yola çıkacak, daha bilmediğimiz kim bilir kimler yollarda?
Ralli “etkinliği” bana biraz da yol, iz, dil bilmeyenlerin organize turlarla yurtdışına çıkmalarını çağrıştırıyor. Bir komitenin ve bağlı olduğu derneğin ön hazırlıkları ile gidecekleri rota, uğrayacakları limanlar, liman hizmetleri ve diğer lojistik kolaylığı, yörede tanıtım gezi turları hatta toplu yemekler hep önceden tasarlanmış oluyor. Resmi kuruluşların temsilcilerinin karşılama komiteleri, verilen hoş geldiniz çiçekleri, flama/bayrak teatisi belki kent anahtarı sunumu vs. Öte yandan “önemsenmek” duygusu. Tek yapılması gereken bu ralliye katılım formunu doldurup, bedelini ödeyip, palamarları çözüp, topluca bir seyir yapmak. Yani, biraz fikirsel ve bedeni tembellik, çokça da güvenlik…
Oysa diğerleri, ellerini taşın altına koyup, tek başlarına vuruyorlar kendilerini denize. Evet, etapları kendilerinin ve teknelerinin yapabilirliğine oranlı. Yola çıkmadan onların da kafalarında bir program, olumsuzluklarda kaçış limanları saptamışlıkları var. Ama yalnızlar. Hiçbir organizasyonun onlara dayattığı bir “mecburiyetler” programı yok. Üstelik hemen tamamının teknesi de boylu poslu, lüks donanımlı değil. Yukarıda verdiğim örneklerden sadece birinin, kendi ile yarıştığı bir iddiası var. Diğer ikisi denizin, rüzgârın onları nasıl götürdüğünü tevekkülle kabullenip yol alıyorlar. Ulaştıkları her yerde “az resmi” ama çokça “sivil denizcilerle”, meraklılarla, bitmez tükenmez sorulara cevaplar, "boysuz possuz", hatta kendi yaptığın düşük bütçeli teknelerle de yola çıkıp uzun mesafeler yapılacağını vurgulayan, hiç görmedikleri, tanımadıkları yekne donanımlarına hayret, bol kahkaha, yürekten kurulan köprüler, gönülden paylaşılan bir iki kadeh.
Bu iki gruptan hangisi daha değerli? Yoksa, her iki grup da aynı oranda aynı saygıyı hak ediyor mu?
Denilecek ki; “Ama sen tarf tutuyorsun! Atlantik’i tek başına geçmekten imtina edenler, yaşı ilerlemiş güvenlik arayanlar da zaman zaman organize edilen böyle toplu seyirler yapıyor” El Hak Doğru! Ama çok da gündeme gelmiyor, konuşulmuyorlar değil mi?
Toplu seyirlere hiç de karşı değilim. Sakın öyle anlaşılmasın. “Doğaçlama” tabi lafın gelişi ama, resmi bir organizasyona bağlı olmaksızın yapılan toplu seyirler bana geçmişteki “keşif seferlerini“ çağrıştırıyor. Toplu bir serüven. Maceraperest özgür ruhların “el dorado”su. Hatta belki bir anlamda tarihin kopmuş ipinin yeniden bir sancak bağı ile bağlanması (“reconquista). Hem tekneler hem de katılanlar için. Sonbaharda öngörüleni fikirlere tohum olarak ekildi bile. Bu yıl da katılamıyor olmaktan hüzünlüyüm.
Oysa Rallileri, neden bilmem, daha çok “conquistator”lara benzetiyorum. Dernek (devlet) eliyle desteklenmiş, zengin armatörlerin ( “yatçı” donatanların) bir amiral ( filotilla komodoru) tarafından sevk ve idare edildiği bir “bayrak gösterme”, (itibar) seferi. Yöre halklarının çokça hayret, merak ve bazen gıpta, bazen de kıskançlıkla karşıladıkları bir anlamda “görev” seferi.
Öte yandan, yine de, bu rallinin, yılar boyunca, “
Karadeniz’e çıkılmaz, güvenli değildir” şehir efsanesini kırıp parçaladığını, Rusların, Ukraynalıların, Bulgarların, Romenlerin çok daha zor şartlarda bu koca denizi amatör tekneler ile kullandıkları malum. Bizim çok geç kaldığımızı, umarım, artık arayı kapatacağımız için memnunum. Önce ralliye katılıp, denizi tanıyıp sonra tek tek teknelerin bağımsız seyirler yapılacağına gönülden inanıyorum. Azak Denizi, Kırım, Gürcü teknelerinin karşılıklı olarak her yıl gidiş gelişlerini, ortak denizcilik şenlikleri düzenlediklerini düşünsenize. Dinyeper’den inen geleneksel “Çaykaların” koca denizin bu yanına tuz almaya , bizim geleneksel ahşapların buğday çektiği günler anısına öte yanına gidiş gelişlerini.
Deniz kapasitemizi ticari olarak yeterince kullanamasak da bu rallinin bölge turizmine katkı sağlayacağı kesindir. Suyolları, nehirler, denizler ve limanlar kültürler arası akışkanlığı sağlar. Hatta uğranılan limanlarda o kent insanlarının da denize tutkularını alevlendirecektir. Onların da “ön kabullerini”, şehir efsanelerini yıkacaktır. İki yıl önce Bodrum’dan satın alınan ve Giresun’a giden bir folkbot’un sadece kısa seyirlerinde bile insanları nasıl heveslendirdiğini bilmek bile heyecanlandırıyor.