Aşağı git Skip to main content

Gönderen Konu: Şeytanın GÖR dediği

  • *
  • İleti: 1547
    • Classicboats Turkiye
Şeytanın GÖR dediği
OP: 16 Temmuz 2018, 19:42:53
Çetin Altan’ın bu köşesi Milliyet’de mi idi yoksa Akşam’da mıydı, anımsamıyorum. Ama yazı 1970’lerin ortasına tarihli olması gerekir diye düşünüyorum. Yanılmış ta olabilirim belki de daha sonrasına ait. Okuyup, gazeteden kesip saklamış sonra da bir ara çerçeveletip çalıştığım her yerde duvarıma asmıştım. Merak edip okuyanlar bir anlam veremiyorlardı. Ama benim bütün yaşamıma başat bir rota oldu.                                                            

Günü değerlendirebilmek için zaman zaman geri dönüp bakmak gerekiyor. Kırk küsur yıl önce yapılmış bu saptamalarda günümüze kadar neler ne yönde değişti? Buyrun hep birlikte tartışalım.

Çünkü yaşlı Capon'un dediği gibi " Hiçbirimiz hepimiz kadar akıllı değiliz"


Şeytanın GÖR dediği
ÇETİN ALTAN
BOZKIRLI OLMAKTAN DENİZCİ OLMAYA GEÇME ZAMANI

Biz bin yıl içinde bozkır kökenli bir köylü toplumu olma koşullamasını kırabilseydik de, toplumsal bir değişimle, üstünde yaşadığımız yarımadanın olanaklarını yeterince kullanabilseydik, bugünkü düzeyimizle durumumuz ne olacaktı, biliyor musunuz?

En azından yüzmesini, kürek çekmesini, yelkenli ve deniz motoru kullanmasını bilmeyen gencimiz kalmayacaktı.

Yılda adam başına düşen iki kiloluk balık tüketimi en azından otuz kilo olacaktı. (Şimdi 2Kg altında da olabilir)

Kıyılarımız, uzunlukları on kilometreyi aşan iki düzine limanla donanacaktı.

Ve deniz ticaret filosu sıralamasında, bir karışlık kıyısı olan Polonya’nın da gerisine düşerek otuz beşinci değil, onuncu olacaktık…

Anadolu’yla, Trakya’nın, Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz kıyıları, gemici yaşamlarının öyküleri, aşkları ve şarkılarıyla, yosun ve köpük kokulu rüzgârların şenliğini estirecekti.

Edebiyatımızda binlerce şiir ve deniz romanı, Frigya, Lidya, Roma uygarlıklarından beslenmiş bir anlatımı, çağın evrenselliği ile bütünleştirecekti.

Her köşe bucakta okyanuslara ilk açılmış, kutuplara ilk gitmiş gemilerle, gemicilerin anıtları yükselecekti…

Yaşamın her parçasında sade kerpiç renginin değil, mavilerin de ağırlığı görünecekti…(Mavi ve tonlarının ne kadar az kullanıldığına dikkat edin)

Ve Osmanlı İmparatorlarından en az yarısı ünlü amiraller arasında yer alacaktı…

Ne yazık ki hiçbiri Sultan Aziz’e kadar bir gemiye bile binmedi… On altıncı yüzyılın yürekli korsanları, bozkır kökenli değil, kıyı kökenliydiler ve değişik bir yorumla Kartaca’nın görünmez mirasından oldukça pay almışlardı. Ama bozkır koşullanması üstünde yeterli bir etki yapamadılar. Onların ad ve anılarını yaşatan bir köy bile yoktur bizim yarımadada…(Bir tane var: Turgut Reis) Kaptan-ı Deryalık payesi ise İstanbul’da başlayıp, İstanbul’da biten bir paye idi. Bin yıldır bir yarımadanın kıyılarında yaşayanlar yüzyıllar boyu bir kaptan-ı deryanın limana nasıl girdiğini hiç göremediler.
***
Kerpiç, tezek, kağnı, karasaban, at, kılıç, kalkana harcadığımız kuşakların bir bölümünü de, denizlerle bütünleştirebilseydik, bugün Türkiye dünyanın her köşe bucağını kendi evi gibi bilen, argosundan günlük eşyasına, türkülerinden yemeklerine kadar, yaşamının her kromozonunda, yüzlerce yıllık denizciliğin izlerini taşıyan çok kıvrak ve çok hızlı bir toplum olacaktı… Kıyılara bakan tepelerde denizlerde kaybolup gitmiş gemicilerin bir anı-taştan ibaret boş mezarlarında içli şiir dizeleri okunacaktı.

Bugün Türkiye denizlerinden dönmemişler için dikilmiş bir tek anı-taş bile yoktur.(Dumlupınar şehitleri için var) Bin yıldır bir yarımadada oturan bir toplum için dikkat çekecek bir gariplik değil mi bu?

Nasıl ki kıçtan takma motorlu, iki metrelik bir sandalın bile hâlâ daha ultralüks sayılması da ayrı bir garipliktir. En azından yüz deniz okulumuz olması gerekirken, bir tanesinin bile oldukça bakımsız ve ilgiden yoksun bırakılmasını, kimsenin kılını bile kıpırdatmaması gibi…(Ortaköy, denizcilik meslek lisesinden bahsediyor)

Artık açık seçik bilincimize kazımamız gerekir ki, çevresi dört denizle kaplı koskoca bir yarımadada oturmak, başlı başına bir mutluluktur. Bu mutluluk, kara bahtım, kör talihim iniltilerini şen kahkahalara bir türlü çevirememişse, bunun nedeni bozkır kökenli koşullanmasını bir türlü kırıp atamayışımızdandır. Bunu bin yıldır neden kıramadığımız ise çok ayrı bir inceleme konusudur.  Ve ikinci bir örneği de yok gibidir.

Bol bol deniz okulları açmak ve buralara parasız yatılı öğrenciler almak bile aklımıza hiç gelmemiştir. Gerek deniz araçları yapımında, gerek deniz işletmeciliğinde, gerek deniz taşımacılığında iyi yetişmişlerin, dünyanın hiçbir yerinde aç kalmayacaklarını belirtmek dahi bu okulların tıklım tıklım dolmasına yeterdi. Nerelerde çalıştıracağımızı bilmediğimiz binlerce lise diplomalısının yerine, dünyanın tüm denizlerinde bayrak dolaştıran binlerce denizcimiz olurdu bugün.
***
Tanzimat “çağdaşlaşma” deyimi yerine, “Batılılaşma” deyimi kullanma yanılgısına düştü. Bu yanılgı ise hâlâ daha sürüp giden, sonu gelmez tartışmalara yol açtı. Kimi “Batı”yı şu veya bu gerekçe ile tümden yadsıdı, kimi Batı hayranlığının şapşallığına yuvarlandı. Ve kimsenin aklına “bozkırcılık”tan “denizciliğe” geçme gelmedi.

Oysa “denizcileşme” batılılaşmayı da çağdaşlaşmayı da içeren ve bizim yarımadanın durumuna çok uygun düşen bir değişim olacaktı. Batıyı tanıdığımızı sandığımız kadar dahi denizciliği tanımadığımız için, toplumsal reformun böyle bir rotadan da geçirilebileceğini hayal bile edemedik. Denizciliği genel bir kalkınmanın dinamosu olarak değil, yan bir parçası olarak değerlendirdik hep.

 Kalkınmış toplumlarda denizciliğin nasıl bir rol oynamış olduğu üstüne de hemen hiç durmadık. Son elli yıllık siyasal edebiyata bir göz atın, deniz üzerine söylenmiş elli cümle bulamazsınız. …( Ancak 21.yüzyılın başında Cem GÜRDENİZ Mavi Uygarlık kitabı ile neredeyse ilk defa denizciliğin kalkınmanın ve uygar olmanın dinamosu olduğunu anlatmaya çabaladı) Bir yarımada üzerinde bozkırlı kalmış olmanın bu kadar koyusuna da doğrusu az rastlanır.

“ Yavuz geliyor, Yavuz, denizi yara yara, kız ben seni alacam başına vura vura” türküsü bile denizci türküsü değil, bozkırlı derebeyi türküsüdür. Çünkü hiçbir denizci, başına vura vura almaz kadını… Zaten kadınlar da denizkızlarına benzer bir yan vardır. Kendiliklerinden âşık olurlar denizcilere…

Denizciliğe karşı imrenmeyi biraz daha körükleyelim mi? – gerçekten büyük gerek var buna- denizciler, bozkırlılar kadar trafik kazası yapmaz. Türkiye denizcilik aşamasını tamamlamış olsaydı, trafik kazalarında ölenlerin sayısı günde hiçbir zaman otuza kadar çıkmazdı.
Kara adamı denize;
Deniz engin bir sudur, tuzlu, yeşil, dalgalı. Kıyılarını süsler bazen beyaz bir yalı” diye bakar
Denizci ise:
Mavi aynasında suların, boy verip görünmek istiyorum. Denize dönmek istiyorum, denize dönmek istiyorum” diye bakar.

Yüzyıllardır Anadolu’nun öksüz bırakılmış olmasının nedeni, denizlerin öksüz bırakılmış olmasıdır.
  • IP logged
“İçinde ütopya olmayan bir dünya haritasına bakmaya bile değmez… İlerleme dediğin, ütopyaların gerçekleşmesidir” diyordu Oscar Wilde.

e

ersinboke@icrs.com.tr

Ynt: Şeytanın GÖR dediği
#1: 16 Temmuz 2018, 22:56:13
morali bozuluyor insanın okuyunca.
  • IP logged

  • *
  • İleti: 1547
    • Classicboats Turkiye
Ynt: Şeytanın GÖR dediği
#2: 16 Temmuz 2018, 23:40:28
"Sıradan vatandaş" bu yazıyı okuyunca bir kaç değişik reaksiyon verebilir; a- "Amaaan bana ne? Kendisi yazmış zaten, bin yıldır bir arpa boyuyol almamışız. Bundan sonra da bir şey beklemek anlamsız. Dertlenmeye ne gerek var?"             
b- " Demeyin öyle! Kırk yılda sahip olunan özel tekne sayısına bakın. Yapılan, yer bulunamayan marinalara bakın. Üç kuruşu olan herkes artık tekne alır oldu. Hele bir dönem Hırvatistan'dan, Slovenya'dan bile tekne satın alıp getirenler oldu. Nesi gelişmemiş denizciliğin?"
c-"Üç tarafı denizlerle çevrili, Marmara ve Van gölü ile toplamda 5 ayrı denizi olan kaç ülke var? Biz istersek gemilerin yelkenlerini atlastan, halatlarını ibrişimden bile yaparız. Türkler koca Akdeniz'i, Basra Körfezini, Hint Okyanusu'nu zamanında kendi iç denizi yapmış bir millettir. Tğrk denizciliği Çaka Bey ile başlar, Barbaros Hayrettin ve hımm sonrakilerle altın çağına ulaşır."

Bütün benzer değerlendirmenin de makalenin ana fikrini anlamadığını, kaçırdığını ve/ya "pas geçtiğini" görmek gerek.  Bu toplumda hemen her olaya mikro düzeyde ve kişilere indirgenerek bakılır. Üç adım ötesi, elli yıl sonrası, gelecek ikinci nesil falan asla gündeme getirilmez, düşünmeye de değer bulunmaz.
  • IP logged
“İçinde ütopya olmayan bir dünya haritasına bakmaya bile değmez… İlerleme dediğin, ütopyaların gerçekleşmesidir” diyordu Oscar Wilde.

e

erdal duran

Ynt: Şeytanın GÖR dediği
#3: 16 Temmuz 2018, 23:54:02
    Enseyi karartmayın, olur olur gider. Dört nala gelip uzak Asya'dan, Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanacakken üzerine bir rehavet çöken atalarımız, yıllar sonra uyanır gibi olunca dört nalın yerine dört tekeri koymuş ve yılda en az iki kez dünyanın en büyük iç göçlerini, yollarda telef olmayı da göze alarak gerçekleştirmeye başlamıştır. Özellikle son elli yılda kentleri dolduran ama kentlileşememiş yurdum insanları, kentlileşemeden denizci olmaya da heveslenmiştir. Asıl korkulması gereken de budur. Dua edin de fazla denizci olmasınlar. Bu günleri de ararız ;D.
    Ben tek parmak klavye kullandığım için, ben yazarken millet roman yazıyor :). Bu arada Cem bey de yazmış.
Cem hocamın hangi bağlamda yazdığını anlamakla birlikte, sadece, sindirmeden hızla gerçekleştirilen değişimlerin, en azından bizim ömür süremiz içerisinde bize acı vereceğini belirteyim demiştim.
  • IP logged

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4253
Ynt: Şeytanın GÖR dediği
#4: 17 Temmuz 2018, 13:14:12
"Sindirmeden, hızla gerçekleştirilen".... Bellemek... Dilimizin en derinlikli sözcüklerinden biridir bana göre. Nişanyan; âyan ve aşikar bilmek, teşhis etmek olarak tanımlamış.  Sizle aynı fikirdeyim Erdal abi burada da.  Aynı fikirdeyim çünkü, "gücün" ne olduğunu bellemeyen, altındaki arabanın en nihayetinde bir metal yığını oldugunu ve muazzam bir kudretle hareket ettiğini bunum olasi sonuclarini muhakeme edemez. O nedenle bir bayramda 150 kişi ölür gider.

Tabii, öte yandan, sahiden tek başına denizciliğin gelişmiş olması, Çetin Altan'ın fikriyatını kuvvetlendirir mi, tartışmamız lazım. Herhalde, denizin kara ile bağlantısı daha karmaşık ilişkiler ağını da getireceğinden, önemli bir etkisi olurdu diye düşünüyorum. Tek başına onbinleri aşan amatör denizcilerin sayısı, mesela banker ilişkilerini, sigortacılığı, acenta ilişkilerini ve doğal olarak bunlara bağlı gelişmiş bir sektörü, yani büyük bir disiplini yaratmaz.

Amaaan, boş verin. Acı macı, ne olsa gidiyor. Küremize 100 km yukarıdan baktığınıza, Türkler-Almanlar-onlar bunlar görünmez.
  • IP logged
« Son Düzenleme: 17 Temmuz 2018, 13:19:27 Gönderen: Bülent Büyükdağ »
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

  • *
  • İleti: 1062
Ynt: Şeytanın GÖR dediği
#5: 18 Temmuz 2018, 15:14:52
Bence mesele sindirmek değil,  sevdirmek. Kendimden bir örnek vermek istiyorum. Çok küçüktüm. Henüz yüzmeyi bilmiyordum. Buna rağmen ailemle (Ebeveynlerim,  ağabeyim ve ablam) birlikte simidime tutunarak epey açıklara doğru yüzerdik . Korkuyu hiç hissetmedim. Bu böyle kaç sezon sürdü,  bilmiyorum.

Bir gün babam gel sana yüzmeyi öğreteyim dedi. Yanına gittim. Beni iki eliyle tuttu. Ellerimi ve ayaklarımı çırpmamı söyledi. Yapmaya çalıştıysam da beceremedim. Derken bir korku geldi. Salya sümük zırlamaya başladım. Babam sakin bir şekilde beni serbest bıraktı. O konuyu bir daha açmadı.  Birkaç zaman aileme eşlik edemeden kıyıda durduğumu hayal meyal hatırlıyorum. Sonrasında herşey doğal akışında gelişti. Zamanla yine denize yöneldim. Sanırım ablamdı. Bana yüzmeyi öğretti.

Bugün biraz olsun denizle ilişkim varsa ailemin büyük katkısı vardır. Yoksa yüzme bilmeyen birini denize atıp denizi benimsemesini beklemek zordur.


Tıpta bir deyiş varmış : "İyileştiremeyeceksen zarar verme."

Bazen kötü etkide bulunmamak bile sevmeyi sağlayabilir.
  • IP logged
Güvenlik daha çok batıl bir inançtır. Doğada bulunmaz... Helen KELLER

  • *
  • İleti: 1062
Ynt: Şeytanın GÖR dediği
#6: 18 Temmuz 2018, 15:46:35
Bu arada biz Orta Anadoluluyuz. Akrabalarımız içinde denizi gören ilk aileyiz. Yani şanslıyız.  Denizi görünce sevdik. Sevince biraz Orta biraz Batı Anadolulu olduk.
  • IP logged
Güvenlik daha çok batıl bir inançtır. Doğada bulunmaz... Helen KELLER

e

erdal duran

Ynt: Şeytanın GÖR dediği
#7: 18 Temmuz 2018, 16:22:08
     Denize ve denizciliğe özlem sadece bizim gibi sevecen ve amatör bir bakış açısıyla ele alınacak bir konu değil. Çok daha kapsamlı, ticaretten keşif merakına, güç gösterisinden zenginleşme isteğine çok boyutlu irdelemek gereken bir konu olmakla birlikte , iyi ya da kötü olarak ele almaktan öte tarihsel bir aşama ve gerçeklik olarak da bakmak gereken bir konudur. Çetin Altan ustanın   yazısı konuyu ele aldığı yönden baktığınızda doğru olabilir, ancak başka bir noktadan bakışla yeryüzünün en büyük vahşet, kıyım, soykırım ve sömürüleri de denizcilik ve denizciler eliyle yapılmıştır, hala da yapılmaktadır. Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan nükleer bombalardan dolayı acılarını her zaman paylaştığımız Japon dostlarımız dünyada en çok yunus katliamı yapan insanların başında gelir. Kutuplarda olanlar, acımasız ve kontrolsüz avcılık yakın gelecekte denizleri de yaşanmaz hale getirebilir. Hepimizin bildiği gibi en kanlı soykırımlar ve katliamlar, sanatı ve edebiyatı çok gelişmiş, insan hakları ve demokrasi konularında ellerine su dökülmeyen zengin ve görgülü Avrupalı kardeşlerimiz tarafından yapılmış ve yapılmaktadır.
    Kültürün sadece sanat edebiyat vs. gibi olumlanmış değerler ve üretimler yönünü ele almak yerine onun gerçekte, üretim, bölüşüm, tüketim ve buna bağlı olarak her türlü insan ilişkisini barındırdığını ve bununda yaşamın ta kendisi olduğunu ve yaşamın her alanında olduğu gibi her türlü kötülüğü de (göreli olarak) içerdiğini unutmamamız gerekir.
    Dolayısıyla büyük ustanın özlemle bahsettiği heykeli dikilen kahramanlar, okyanusun öbür ucundan bakılınca korkunç zombiler gibi görünebilir.
    Sonuç olarak, denizci olmak ya da denizci toplum olmak ön kabul olarak iyi ve güzel olmak anlamına gelmiyor. Biz iyi (iyi, kötü göreliliği tartışmasına girmeden) olmaya çalışalım yeter. Sevgili Enes Save'nin söylediği gibi; Denizi sevelim, seversek koruruz. Ama basında bazen çıkan cinayet haberlerinde olduğu gibi, "abi çok sevdiğim için öldürdüm" durumuna düşermiyiz, bilemedim ;D?
   
  • IP logged

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4253
Ynt: Şeytanın GÖR dediği
#8: 18 Temmuz 2018, 19:38:06
     Kültürün sadece sanat edebiyat vs. gibi olumlanmış değerler ve üretimler yönünü ele almak yerine onun gerçekte, üretim, bölüşüm, tüketim ve buna bağlı olarak her türlü insan ilişkisini barındırdığını ve bununda yaşamın ta kendisi olduğunu ve yaşamın her alanında olduğu gibi her türlü kötülüğü de (göreli olarak) içerdiğini unutmamamız gerekir.
     

Bu kadar!
  • IP logged
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

 
Yukarı git