1992-1998 yılları arasını Perşembe Pazarı caddesi üzerinde Çelik Han, 3 katta geçirdim.
"Pazar", 18-19.yy'da Dünyanın bütün büyük limanlarında olan benzerlerine taş çıkartacak kadar kapsamlı iken, belediye istimlâkleri, esnafın Perpa'ya zoraki itilişi, çevre düzenlemesi derken kişiliğinden çok şey kaybetti.
Her boy dükkânları, bilet gişesinden büyük olmayan çivi, vida , pul, somun satanlar, Postane sokağındaki seyyar esnaf, Fatih Çarşısındaki makina ve ekipmanı satanlar, boyacılar, polyesterciler, gemi donam malzemecileri, deniz motorcular, hurdacılar, gresçiler, çok bilinen Kurşunlu Han girişinde soldaki balık lokantası ve çok kaliteli esnaf lokantaları, 1536 tarihli Makbul/Maktul İbrahim Paşa camii, Muhteşem ve gizemli Kurşunlu Han. Osmanlı döneminde Rüstem Paşa Vakfiyesi’ne ait olduğundan Rüstem Paşa Hanı, tarihi yapı Ceneviz, Bizans ve Osmanlı’nın kalıcı izlerini taşır. İki katlı hanın alt katının büyük bölümü, Cenevizlilerin 1200’lü yıllarda yaptığı Saint Michele Katedrali’nin kalıntısı. Bizanslılar da bazı eklemeler ve onarımlar yapmış. Üst katı ise, Mimar Sinan tarafından 1544 ila 1550 yılları arasında kervansaray olarak inşa etmiş. Yüzyıllarca yolcu hanı olarak hizmet gören yapı, kervan ticaretinin ortadan kalkmasıyla esnafın yerleştiği iş hanına dönüşmüş, şimdi atelyeler ve hırdavatçılar kullanıyor.
Çok canım sıkkın olduğunda avlusunda bir köşeye sığınmış çay ocağı önüne atılmış hasır taburelerden birine oturur bu mikro kozmosu seyrederdim. Köhne ahşap iskelelerinde Eminönü'ne dolmuş yapan eskiden kürekli, şimdi makinalı iş sandalları, tekne ve gemiye ait ne ararsan bulabileceğin, dükkan kepenklerine salkım saçak asılmış envai çesit demir, paslanmaz, ahşap, plastik ürünler... Daracık arnavut kaldırımlı sokaklar...
Hele caddenin karşı tarafında 1325 yılında yapılan Arap Camii ve çevresi, kalıpçılar, cakacılar, revolverciler, tornacılar, planyacılar, frezeciler aklınıza ne gelirse....
Layıkı ile neyin nerede olduğunu öğrenmek için emek ve zaman verilmesi gereken kendisi küçük, içeriği dev bir dünya.
Düşünün ki burası 18-19 ve 20.yy'da Altın Kent Konstantınıyye'ye gelen ve ayrılan her çeşit, her cins,bin bir çeşit bandıra taşıyan deniz aracının ihtiyaçlarını karşılayan bir pazardı. Esnafı Türk, Ermeni, Rum, Yahudi. Anadolu'nun bozkırından çocuklarını meslek öğrenmeleri için gönderenler bir Rum veya Ermeni usta yanına yerleştirdikleri çocukları ile gurur duyarlardı. Burası handiyse bir teknik üniversiteydi. "Bir tas çorba, bir şilte" ye geleceğin ustaları buralarda yetişiyordu.
Bu gün, şimdi yaşları 50-60+ olan isim yapmış, mesleğinde adı bilinir Tuzla tekne ustalarının babaları Alaplı'dan Ayvansaray'a gelip mesleğe çırak olarak başlayanlardır. Dükkanın bir köşesinde yaz/ kış yatıp kalkan, bulgur, soğan cücüğü, bir tas çorbaya, yaşamlarını kurtaracak bir altın bilezik.
Perşembe Pazarı'ndan girdik ama yine asıl odak noktamıza geleceğim. Geçmişi bilmemiz ve geleneği sürdürüp aktarmamız gerekiyor. Perşembe Pazarı'nı tavaf eden birinin teknelere ve denizciliğe hayran olmaması, saygı ile eğilmemesi olanaksızdır.
“İçinde ütopya olmayan bir dünya haritasına bakmaya bile değmez… İlerleme dediğin, ütopyaların gerçekleşmesidir” diyordu Oscar Wilde.