Heyamola Hey
Havuzluk => Seyir Anıları => Konuyu başlatan: Cevat İpekçi - 13 Haziran 2025, 10:15:29
-
Siz
BİR NEHİR ÜÇ ÜLKE I.
Her yıl Belgrad'dan yelkenlisi ile İstanbul'a gelen arkadaşım, bu yıl kuzenimle beni bu seyri birlikte yapmaya davet etti. Belgrad, Tuna ve Karadeniz rotası ile İstanbul'a ulaşmayı hedefliyoruz. Tüm gittiğimiz yerlerde Türk izi belirgin şekilde göze batıyor. Belgrad'ın merkezi yerlerinden, seyre başlangıç yaptığımız balıkçı barınağının adı "Dörčjol" yani Dörtyol.
Tuna'nın akıntılı girdaplı yerine "Cerdap" dlyorlar.
Nehrin ortasında kalmış dev bir yükseltiye "Babakaya " diyorlar. Yugoslavya ve Romanya işbirliği ile inşa edilen barajın adı ise; Demirkapija (Demirkapı). Mecidiye, Bahçeköy, Kalafat gibi Türkçe konuşulan yerleşim yerleri var.
-
Hadi Cevat abi, Selametle... Ama anlatın bize.
-
Selametle Cevat Abi. Sizin kaleminizden dökülenleri özlemiştik.
-
Selametle Cevat Abi, merakal bekliyoruz. Özlemişiz seyir yazısı okumayı.
-
Yanlış yere başlık açmışım. Düzeltilebilir mi acaba?
-
Öncelikle, sadece " Drina Köprüsü " romanında kullanılan Türkçe kelimeleri görelim.
-
Yanlış yere başlık açmışım. Düzeltilebilir mi acaba?
Taşındı abi seyir anılarındasınız.
-
BİR NEHİR ÜÇ ÜLKE II.
Tarihi binalar, cami meydan bütünlüğünü bozan çirkin beton yapıların kumarhane olduğunu sonradan öğrendim. Tabii, kumarhanesiz kapitalizim olmaz.
Diktatör Nikolai Çavuşeski (Çavuşoğlu) ilk dönem ülkesi için çok yararlı işler yapmış. Dış borç, kredi gibi sömürülmeye yol veren işlere hiç girişmemiş. Sanayileşmiş, okuma yazma oranını üst düzeye getirmiş. Ücretsiz sağlık düzeni kurmuş. Devletin yaptığı sosyal konutlarda oturanlar, maaşlarının %10 unu kira ödeyecek gibi düzenlemiş.
Stalin ve Sovyetler birliğinin, diğer Doğu Avrupa ülkelerine yaptığı uydulaştırmaya şiddetle karşı çıkmış. Mareşal J.B. Tito ile işbirliği yapıp Tuna üzerine iki tane hidroelektrik baraj yapmış. 1957 den itibaren tüm Romanya'yı adeta elektriğe boğmuş.
Ancak her diktatör gibi zamanla güç zehirlenmesi yaşamış, kendisini mucize kişi olarak hissetmiş. Halkından kopmuş, geziler, av partileri, sefahat. Önemli kişi saymış şahsını.
En belirgin örneği keyfi yönetim şekli ve başkent Bükreş'de yaptırdığı 1100 odalı devasa saray. (Böyle bir çok ülke var..!)
Bunun yanısıra Sosyalizmin dev eksiklikleri, sorunları uygulanamazlığı, girişimcilik ruhunu törpüleyen, verimliliği yok eden yapısı eklenince sonuç bu oluyor. Amerika Birleşik Devletleri'nin başka ülkelerde hükümet devirme, askeri darbe, adam devşirme gibi başarısını ! eklemek gerekir.
Tuna nehrinin Karadeniz'e çıkışışını 300 km kısaltan yolu N.Çavuşesku ( Çavuşoğlu) erken tahliye koşulu ile hükümlülere yaptırmış.(alt fotoğraf)
Kanal yapımında yaşamını yitirenler için dikilen anıt.
-
BİR NEHİR, ÜÇ ÜLKE. III.
Bulgaristan ile yapılan savaşta yardım ve yararlılık gösteren Müslüman Türkler için Romanya Kralı Carol tarafından yaptırılıyor. Bu nedenle adı "Kral Cami"
Bu yapay devletcikere krallar, Habsburg hanedanlığı tarafından gönderiliyor. Bulgaristan'da Ferdinand kral tahtına oturtuluyor.
İngilizler de Yunanistan'a Gerorge yi kral tayin ediyorlar.
Bu ülkeler hiçbir zaman bağımsız olamıyorlar.
Örneğin Yunanlılar hep İngilizlerin kontrolünde.
E. Venizelos anılarında;
-Biz Megalo İdea ( Büyük Dava) için Küçük Asya'ya gittiğimizde, Yunan üniforması giymiş İngiliz askeriydik diye yazmıştır.
Biz ise hiç olmazsa 1922-1938 arası tam bağımsızdık.
-
Fotoğraf gönderemediğim için yazı bütünlüğü biraz eksik kalıyor.
-
BİR NEHİR, ÜÇ ÜLKE V
Bir Roma atasözü "İhtiyarlık ayaklardan başlar" der. Dizlerimde ağrı var.
Bu sevgili arkadaşım Dr. Mehmet'in dediği gibi menisküs olabileceği midir? Yoksa Roma'lılardan da önce var olan, halen de kesin tedavisi bulunamayan ROMAtizma mıdır? Bakalım.
Gerçi yaz geldi. Güneş, deniz suyu, ılıman hava bir çok derde deva. Önemli olan baş ağırtacak kederli sorunlar olmasın.
Bulgaristan/Varna'ya geldik. Gümrük işlemlerini yapıp Avrupa Birliği ( Nasıl bir birlikse? Kuvvetli olan zayıfı hiyerarşik bir sıra ile eziyor, sömürüyor, aşağılıyor.) sınırlarından çıkmış olacağız.
Tarih boyunca Rusya'nın etkisinde kalmış, gerçek bağımsızlığı bir türlü tadamamış, Rus'ların kışkırması ile toprak kazanma hırsına kapılmış, Balkan Savaşı'nda yüz binlerce evladını kaybetmiş, sonunda elde var sıfır kalmış bir ülke. Şimdi de NATO'nun sömürgesi, A.B serbest dolaşım kazanımı ! sayesinde garson, tuvalet
temizleyiciliğinden öteye gitmeyen işler yapıyorlar.
Todor Jivkov gibi Komünist kılıklı faşist yönetici ve ekibinin ülkesi.
Boksör/Mafya/Sofya belediye başkanı ve sonunda Başbakan olan
Boyko Borisov bir dönem 5 adet F- 16 savaş uçağı almak için mecliste kanun tasarısı sunuyor.
Cumhurbaşkanı Rumen Radev akılcı sözlerle bu tasarıya karşı çıkıyor ve onaylamıyor, ve de diyor ki;
-Aklınızı başınıza alın.
Bunların alım bedelleri, işletme, uçurma masrafları bizim bütçemizi zorlar. Geliniz bu gereksiz işlemden vazgeçelim.
Ayrıca komşularımız dan Yunanistan'da 600
adet, Türkiye'nin 1000 kadar, Rusya'nın sadece bilinen 3 bin savaş uçağı var. 5 tane almamızın anlamı gereksiz masraf ve zayıf bütçemize yüktür.
Diyor.
Ancak yeni boyunduruk sahibi ABD bu yasayı onaylatmayı beceriyor.
Gümrük ve polis pasaportlarımıza çıkış damgalarını vurdular.
Bize eşlik eden ve ilk kez açık deniz yolculuğu yapan 2. motoryattakiler dün ölü dalgalar nedeni ile fenalaşmışlar. Bir zamanlar N.Hikmet'in oğlu Memet'e hasretle seslendiği Varna'da üç gün kalmaya karar verdiler. Biz iki tekne gece 03:00 de doğrudan İstanbul'a rota tutarak seyre çıktık.
Roma'lılara karşı savaşan Dacia Kralı Decbalus.
-
Ahmet'ciğim, fotoğraf yükleme bana sihirbazlık kadar uzak, teşekkür ederim.
-
Otomobil kullanırken görüntü yer yer yarım saniyede değişebiliyor. Motoryatta yarım dakika diyelim. Yelkenlide 3-5 dakika, (İstanbul, Eminönü, Beşiktaş, Üsküdar, Kadıköy dörtgen alanı hariç ) yer yer yarım saate ulaşan sürelerde sahne değişir. Oysa nehir seyrinde kıvrımlı yerler nedeni ile görüş mesafesi bazen çok düşüyor. Pruva veya kıçtan gelen mavnalara çok dikkat etmeli. Çünkü 5 km. hızla akıntı ( Akarsularda akıntı, mesafe ölçü birimi km. kullanılıdığını yeni öğrendim. ) sizin manevra kabiliyetinizi engelleyebiliyor.
Dikkat edilmesi gereken diğer konu derinlikler. Her hafta güncellenen haritalar göz önüne alınmalı. Bende harita var demekle olmuyor ne yazık ki. Nehrin debisi kum kütlelerini değişik yerlere yığabiliyor. Bu nedenle dipten kumu emip, yan tarafa atabilen nehir gemileri vardı.
Aborda manevraları çok kolay değil. Öğrendiğim şu, Yanaşılmak istenen yere motor gücü ile paralel duruma geliniyor. Ardından dümen devreye giriyor ve yanaşma sağlanabiliyor. Bu da el melekesi gerektiriyor.
Denizcilikte güçlükler her geçen gün, her yerde artıyor. Tuna nehrinde bile. Akşama doğru Romanya tarafında bir rıhtıma bağlandık. Bu arada bir adam geldi. Kaptanımız ona sabah 05:00 de ayrılacağımızı söyledi. O gitti kısa bir süre sonra başka biri geldi. Ona da durumu belirttik, o da tamam dedi. On dakika sonra iyi giyimli bir delikanlı yavşayan bir ingilizce ile burasının özlleştirilmiş bir yer olduğunu, bir gece bağlanma bedelinin tekne başına 100 Euro olduğunu söyledi. Derhal halatlarımızı çözdük ve Tuna'nın beri yanına geçip Bulgaristan kıyısına demir atıp geceledik.
Romanya diğer ülkeler gibi adeta Avrupa Birliği tarafından tam anlamı ile (adeta değil) yağmalanmış. Constansa limanını Avusturya satın almış. Belki "Avusturya Deniz Kuvvetleri " bir şey duyarız yakında. Avrupa'nın en büyük boru fabrikasını Alman Krupp-Bilstein şirketi yıllar önce ele geçirdi. Sibiu şehrinde (tarihteki adı Hermanstadt ) küçük bir Alman azınlık yaşıyor ancak Belediye başkanları Alman.
Dacia otomobil fabrikasını Fransa, Avrupa'nın en zengin petrol yataklarını da Mobil Oil ve B.P almış. Romanya halkına da, fabrikalarda her sabah işbaşı yapmadan önce, bu ülkeler adına kart basmak kalıyor.
-
"daş"lar yerinde :)
Çook keyifli abi.
-
Bülent'ciğim, Önizlemede gördüğüm ile Gönder den sonra gördüğüm dizgi ne yazık ki çok farklı.
Beğenmene memnun oldum.
-
Ahmet'ciğim, fotoğraf yükleme bana sihirbazlık kadar uzak, teşekkür ederim.
Ne demek abi siz gönderin , resimleri biz iletilerin altına ekleriz. Bu arada doğru iletilere ekleyebiliyormuyum bilmiyorum. Çok merak ettiğim bölge idi bu nedenle keyifle okuyorum.
-
BİR NEHİR, ÜÇ ÜLKE VI.
Her iki kaptan da uyuyor. Saat 08, nöbet sırası bende. Parçalı bulutlar, Güneş'i ara sıra kapatsa da sıcak başladı. Motoryat kaptanı Zvonko, aradaki mesafeyi koruyarak sancak kıç omuzluktan bizi takip ediyor. Biraz sıkılmış olmalı ki, bir saat önce telsizden bizim kaptana ;
- Hava fazla esmiyorken bunu değerlendirelim, hızımızı arttıralım
diye çağrı yaptı.
Petar da;
- Bu bizim motorun en tasarruflu devri. İki saat önce de ulaşsak nasılsa gece olmuş olacak.Bu nedenle aynı hızda kalalım
dedi.
Kendime bir kahve daha yapcağım. Arkadaşlar uyanınca da etli patates yemeği pişirmeyi planladım. Malzemeyi bol tutup ekibi iki öğün, aynı yemekle doyururum. Sırplar demlik filan bilmediği için çay yapamadım.İnce belli bardakta çay içmeyi özledim. Onlar buna "Rus çayı" diyorlar.
-Biz onu ancak üşütüp hastalalanınca içeriz.
Sırbistan 7 milyon eğitimli nüfuslu, Lityum, Kurşun, Altın, Toryum gibi zengin madenleri var. NATO tarafından bombalanmış ancak toparlanmağa çalışan bir ülke. Su topu takımı Olimpiyat Dünya şampiyonu, teniste de Cojkovč'i yenebilen yoktu, Kadınlar voleybol Avrupa şampiyonu, Basketbolda Dünya 2.si, Küçük bir ülkeden söz ettiğimizi göz ardı etmeyelim. Elbette bu başarılar bir tesadüf değil. Yugoslavya'nın kurucu önderi J.B.Tito' nun ( Öyle yakalanınca ; Benim annem de Türk. Gerekirse ülke için yararlı olurum. Diyerek korkakça, silik ve yavşayandan önder olmaz. Kelle koltukta, M. K. Atatürk gibi, Tito gibi düşmana direnmekle olur.) modern bir ülke yaratmasının payı büyük. Atatürk hayranı Tito, Atatürk'ün deyimiyle uygulanan "Devlet Sosyalizmi " modeli ile büyük ilerlemeler sağlamıştır. Bizdeki gibi ağır sanayi, şeker fabrikaları, dokuma, tekstil, kağıt, fabrikaları, demir, çelik endüstrisi kurmuş, yurdunu demir ağlarla örmüştür. (Bizde Rabbim tedavi için Clivland dedi diyen , cehennemde ateşi bol olsun, K.Unakıtan şöyle demeç vermişti; -Sat sat bitmiyor.) Tito Tam bağımsızlık şiarından hiç ayrımamış Zalim diktatör Stalin'e rest çekmiştir. Ona gönderdiği bir mesajda şöyle yazmış;
-Sayın Joseph, şimdiye kadar bana dört kez suikastçi gönderdin, hepsini ele geçirdik. Bu işten vazgeçmelisin. Sana bir tane gönderirim ikincisini göndermeme gerek kalmaz.
Atatürk hayranı olan Tito, girişi kayalık bir kanyonda, uçakların manevra yapamayacağı beton ile güçlendirilmiş sığınağının çıkış kapılarından birisinin şifresi " İstanbul ".
Yugoslavya bölünme sürecinde sınırları dışında kalmış Sırp'lar, Sırbistan'ın en büyük sorunlarından birisi. Özellikle Bosna Hersek'te, ardından Kosova'nın Mitroviča şehrinde çok sayıda Sırp yaşıyor.
Bosna'da %50 Müslüman, %30 Sırp (Hristiyan Ortodoks), %15 Hırvat (Hristiyan Katolik) var.
Aynı dili konuşan, aynı kökten gelen bu insanları ayıran tek şey farklı Din ve mezheplere mensup olmaları. Her yıl, bir kesimin başkan olduğu, A.Birliği komserinin hakemlik (aslında çok büyük yetkileri var) yaptığı, çerçevesi DAYTON Anlaşması ile çizilmiş. Bu adaletsiz ve her üç toplumu da gelişmeye kapatan anlaşma tarihin çöplüğüne gitmeye mahkum olduğunu düşünüyorum.Çünkü istenildiğinde ateşlenebilecek bir bombadır.
Çözüm:
Almanya -Belçika, Yunanistan -Bulgaristan, Yunanistan -Türkiye arasında yapılan nüfus mübadelesidir.
Onlardan farkı Tarihçilerin, Coğrafyacıların, hukukçuların, Politika, askerlerin oluşturacağı komisyonun istekli, samimi sınır anlaşmasıdır. Bunu hayalci bulanlar olabilir. Herşey hayal etmekle başlar ve ABD in gücü sınırsız değildir.
Unutmayalım, ayağında giyecek botu olmayan, lastik terlikle gezen Yemen askerleri, ABD donanmasının gözde uçak gemisini vurdu ve ABD ye tamir için gitmeye mecbur bıraktı.
-
Romanya gümrüğünde polis memurunun gelmesini bekleyen arkadaşlarım!
A.Birliği ülkeyi öyle soyup soğana çevirmiş ki görüntü Zambiya'yı andırıyor. Bu işlerde acımak yok. Fabrikalarını Almanlar, Madenlerini ( bolca petrol çıkıyor) USA ve Fransızlar almış.
-
Sizce böyle nüfus yapısı olan bir ülke, ne kadar süre barış ve huzur içinde yaşayabilir?
Bosna'da önlem alıp savaş çıkmadan önlem almalı ve plan yapmalı.
-
Slogan attırmayın bana Cevat abi. :)
-
At, haykır fakat evde ve kısık sesle. Abdülhamit döneminde, burun demek, Girit kaybedildiği için Girit, Makedonya demek yasakmış. Hafiyeler hemen
gelip derdest ederlermiş. Benzer hatta daha beter günler içindeyiz.
-
Cevat kaptanım
Kaleminize sağlık.Balkan göçmeni kökenli bir hemşeriniz olarak ilgiyle takip ediyorum.
Selametle
-
Ooooo. Hürriyet kahramanı, Halk fedaisi, (Abdülhamit'e ilk başkaldıran. Daha sonra Enver bey, Atıf Kamçıl ve diğerleri harekete geçti) Osmanlı karşıtı Bulgar, Yunan çetecilerinin ( O dönemin pkk sı) korkulu rüyası Resneli Ahmet Niyazi Bey'in hemşehrisi Hakan'cığım, Merhaba.
Not: İlk teknemin adı Resneli Niyazi idi. Bakınız; Resneli Niyazi 'nın Seyir Defteri.
-
:)xx
-
Bundan önce üç gün kaldığımız Şahinburgaz köyü ve limanı. Sevgili arkadaşım Mücahit iki günlük bağlanma paramı bile ödemiş. Merhaba dediğim zararla kalkıyor adeta. Bir de arkadaşları her gün uğrayıp, bir eksiğin var mı ağbeyim diye soruyorlar. Sırp arkadaşım Petar bu ilgiye şaşırıp
" -Sen mühim bir kişisin de benden gizliyorsun galiba " diyor
Buranın ahalisi 1924 Yunanistan ile yapılan mübadele anlaşması kapsamında gelmişler. Tanıştığımız bir teyzenin dedesi ve ninesi yeni evliler imiş. Neyi var neyi yoksa büyük bir gemiye ( Bu büyük gemi dediği o dönem hizmet veren Gülcemal vapuru olmalı) yüklediklerini, bunlar arasında keçiler hatta değirmen taşı bile varmış. Taş mühim çünkü neyle karşılaşacaklarını bilmiyorlar. Buğday olmazsa arpa, mısır bulur, öğütür hayatta kalırız diye düşünmüşler. Gelince devlet onlara bir hafta kazanlarda et, yemekler kaynatıp yerleşmelerine yardımcı olmuş. Bebekleri dahi birey sayıp, nüfusa göre arazi ev, ortak kullanım koşulu ile tarım aletleri vermiş.
TBMM o dönemin koşullarına göre gerekli önlemleri almış. Karantina gözlem ( Örneğin Tuzla'da Tahaffuzhane caddesi var) yerlerinde sağlık taramaları ile yaygın hastalık olmaması için çalışmalar yapılmış.
Ey büyük Atatürk'ümüz nelere kadir oldun. Namuslu, çalışkan ekibinle her şeyi mümkün olduğunca hallettin.
İlk gelenler bizim büyüklerimiz gibi çok güçlük çekmişler. Ancak sonraki kuşaklar kendisine güzel bir gelecek sağlamışlar. Örneğin orada tanıştığım Mümin Kocaman yıllarca kaptanlık yapmış, şimdi büyük bir balıkçı teknesi var, Durumu iyi, huzur dolu bir yaşantısı var. Kuzeni Tamer Sezer ses mühendisi. Emekli , köye yerleşmiş. Babası Cevat Sezer sinema yönetmeni.
Diyeceğim şu ki mübadele olmasaydı orada hor görülen ikinci sınıf vatandaş olarak yaşamını sürdüreceklerdi. Yunan hükümeti Türk nüfuslu köylere yerleşecek Ortodoks'lara ayda 500€ yardım kararını mecliste onayladı.
Daha ne yazayım.
Mübadeleye karşı çıkanlar kendince haklı. Çok acılı bir dönem olduğundan söz etseler de, ileride barış ve huzur içinde yaşamanın karşılığıdır o acılar.
Bosna'da hızla bu yönde çalışmalar başlatılmalı, ya da mübadele karşıtları akılcı, somut bir öneri (ler) sunmalılar. Bir öneriye karşı çıkmanın çözüm yolu olmadığını bilmelidirler.
Siz ne dersiniz?
-
Cevat Abi sağolsun seyirleriyle ilgili anektodları benimle özelden paylaşıyor. O nedenle bana "Sen premium üyesin " diyor. :) Ben de bu şansımdan herkes faydalansın diye Kendisini foruma yazması için teşvik ediyorum.
Şahinburgaz'da güzel izler bırakıp ayrıldı. Şimdi Ege sularında seyrediyor.
Hadi Cevat Abi Limnos'a bizi de götürün artık.
-
LİMNOS. I.
Tekne ile yurt dışına çıkma işlemleri önceki yıllarda çok zordu. Gümrük, pasaport polisi, Liman Başkanlığı hepsi ayrı yerlerde koştur babam koştur.
Sağ olsun hükümetimiz yeni kararlarıyla öyle zorlaştırmış ki, bu işlemleri aracı acente olmadan yapmak artık neredeyse mümkün değil. Üstelik halkçı Çanakkale belediyesi bir gece için teknenin boyutuna göre dünyanın parasını alıyor. Örneğin bizim tekne için 2000 TL ödedik. 4 bin TL de acenteye ödeyince oldukça hafifledik. İşlemleri kendimiz yaptığımızda bazı kurumlar bizden herhangi bir ek ödeme ! isteyemiyorlardı.
Oysa acente olunca, kapalı kapılar ardında bazı işler dönebilir, fakat katiyen döndüğünü sanmıyorum.
Geceyi Çanakkale boğaz çıkışında bulunan Morto koyunda geçirdikten sonra, gün doğmadan liminos adasına doğru yelken açtık.
Hey gidi Gelibolu. Yüzbinlerce gencin can verdiği Gelibolu. Zalim İngilizler Avustralya ve Yeni Zelanda'da (Anzak terimi bu iki ülkenin adı dan geliyor.) dan topladıkları insanlara;
-Kolay bir savaş olacak. Her yerde yenilen zayıf Osmanlı Ordusunu alt edip, İstanbul'a gireceğiz. Bir deniz seyahati, bir gezi gibi düşünün.
diyerek kandırmışlar.
Gelibolu savaşında
Surinam, Somali, Hintli askerlerin mezarı yoktur. Onları cumburlop açık denize. Anzak'lara mezarlık, kendi ölülerini de İngiltere 'ye. Böyle haindirler.
Yaklaşık 11 saat süren seyir ile ada'nın güney batısındaki Myrina limanına girdik.
Bağlanacak yer olmadığı için demir atıp botu indirdim. Gerekli belgeleri yanıma alıp, giriş işlemlerini yapmak üzere Liman Polisi ne gittim. Önceleri işlemler çok basitti, her şey bir binada bitiyordu. Gel gör ki Yunanlılarda bizden bazı şeyleri öğreniyorlar herhalde.
40 dereden su getirdi öyle olmaz böyle olur dedi en iyisi acenteye git dedi görevli hanımefendi polis. Dönerken dar bir aralık gördüm. Motoryattakine kırık dökük İngilizce ile acaba buraya yanaşabilir miyim? dedim. O da yandaki küçük yelkenlinin sahibini göstererek ona sor dedi. Ona doğru yöneldim olur ben biraz daha yanaşırım yer açılır dedi.
Botla tekneye gidip demiri topladım, gereken yere demiri bırakıp tornistan araya girdim.
O küçük yelkenlinin sahibi İtalyan;
-Kıyıya fazlaca yanaştığımı, rüzgar çıkınca betona çarpacağımı, biraz daha açmamı.
Söyledi
Tamam şimdi işim var. daha sonra yaparım. dedim
-Olmaz, hemen şimdi yap, çünkü dalga gelirse kıyıya çarparsın.
Ben de konu uzamasın gerginlik olmasın diye. -Haklısın, olabilir ama şimdi polise gitmem lazım. Dedim.
Oysa bana göre çok uygun bir açıklık idi. Üstelik kıç tarafımda yatık duran büyükçe usturmaçam var. ( Plastikten yapılmış, içinde hafif basınçlı hava olan bir destek parçası)
Yunanistan her gelen Deniz aracından boyutu oranında bir ücret alıyor. Bizimki için 35€. Önceleri kişi giriş ve gümrük işlemleri olan 45 € ve yukarıda sözünü ettiğim 80 € verince makbuzunu ayrı ayrı yazıp veriyorlardı.
Ancak onlar da elektronik sisteme geçmişler ve gelenleri acenteye gitmeye adeta mecbur bırakıyorlar.
Yapacak bir şey yok. Çaresiz acenteye gideceğim.
-
LİMNOS II.
Ben o işlemlerle uğraşırken Gülay'a da aynı şeyleri tekrarlamış, benim inatçı, söz dinlemez olduğumu söylemiş. Bu arada eski bir arkadaşım Cüneyt'e rastladım. O da yelkenlisi ile bir hafta önce gelmiş. Bana giriş ücreti i internet bankacılığı üzerinden ödeyebilmem için yardımcı oldu. Sağ olsun.
Ben bilgisayar ile pek haşır-neşir değilim.
Kendimi Türkçe okuma yazma bilmeyen baba anneme benzetiyorum.
-Oğlum şurada ne yazıyor?
Diye bana sorardı. Şimdi de ben çocuklarıma cep telefonu veya bilgisayar konusunda soruyorum ve bu konularda ne kadar bilgisiz olduğumu tekrar görüyorum.
Benim ısrarcı komşum bu sefer Cüneyt'e İngilizce biliyormusunuz ? diye sordu, evet cevabını alınca büyük derdini anlatmaya başladı.
Kaç kez beni uyardığını, derhal betondan uzaklaşmam gerektiğini, bana yer açarak iyilik yaptığını, ama bundan sonra kimseye iyilik yapmayacağını heyecan ve hararetle, el kol hareketleri ile sözlerini vurgulayarak konuştu.
İlk kez böyle bir durumla karşılaşıyorum. Her kaptan kendi teknesi den sorumludur. Başkasına zarar vermeyecek şekilde bağlanmalı, sonrasında sorumluluk ona aittir.
Ancak bu İtalyan düpedüz manyak, açıkça deli olduğunu ancak anladım.
Çaresiz dediğini yaptım.
Pasarellanın ucunun karaya oturabildiği yere kadar tekneyi uzaklaştırdım.
-
LİMNOS III.
Sonra düşündüm. Yeryüzünün neresinde olunursa olunsun. Çocukluk nasıl geçiriliyor? Mutlu ve huzurlu bir yuvada mı? Hır gürün fazlaca olduğu bir yerde mi?
Bu İtalyan bunlardan hangisinde büyüdü?
Çok etkilendiğim yazar, sinema oyuncusu, hekim hatta bence düşünür Ercan KESAL şöyle bir önermede bulunuyor;
Hayatımız " bir yumağın sürekli sarılmasıdır "
Yaşadığımız her şey ardımıza takılıp gelmekte ve doğal olarak birikmektedir.
Bence bu çok doğru.
Belki bu ısrarcı, üzerine vazife olmayan konuyu dert edinen, manyak dediğim, beni üzen İtalyanın yumağında yün, pamuk ipi, ve orlonun yanısıra dikenli teller var.
-
MÜBADELE
Anadolu'nun, Trakya'nın çeşitli yerlerinden mübadil olarak gelen, Rumca bilmeyen Ortodoks'ları Yunan halkı sevmedi.
Kimileri hala da sevmiyorlar.
Daha dün Kavala'da tanıştığımız, bayan Eli, Trabzon'un Beşiktaş adlı köyden, mübadil olarak Kavala'ya gelmişler. Türkçe konuşabiliyor. Büyük bir başarı. Genellikle üç kuşak sonra kaybolan anadil, 1924 den bu yana, 100 yıldır evde konuşuluyor. Bu da ötekileştirilmenin şiddetini gösteriyor.
Dükkanı var. Bayatlamayan ekmek, galeta, bal, Girit kaşarı gibi ürünler satıyor. Bayan Eli anlatıyor;
-Rumca bilmediğimiz için bize hep Türk tohumu demişler. İşte, okulda her yerde aşağılandık. Bir süre önce bir müşteri geldi ve sordu.
-Nereden geldiniz?
-Sana ne? Dedim.
Elime kaşar kesme bıçağını aldım. Şöyle yere paralel tuttum.
-Bana bak. Bununla seni ikiye bölerim, yere oturursun.
Adam arkasına bakmadan kaçtı. Biliyorum bu gibiler korkak olurlar, o nedenle böyle davrandım.
Biz ona bolca aldığımız Mehmet Efendi kahvesinden bir tane hediye ettik. Çok duygulandı. Gülay'a sarıldı. O da bize bal hediye etti. Böyle olmaz dedim. Ben bir tane satın aldım.
Büyükleri Yunan iç savaşında ( 1946 ) kralcılara karşı savaşmış. Kim bilir, belki de Türkiye'den gönüllü olarak giden "Kapetan Kemal'in ( Mihri Belli) komutasında birisi idi o büyükleri.
Her şeye rağmen Atatürk yanlış iş yapmaz.
Yaşasın mübadele.
-
Dünya rezil halde.
Kapitalizm her yanı esir almış.
Hani bazı cahiller
"-keşke prens Adaları, Gökçeada, Bozcaada Yunanlılar da kalsaydı"
Daha iyi korunurdu diyorlar ya.
Gelsinler Taşoz (Thasos) adasının mermer ocakları sahiplerince nasıl talan edildiğini gözleriyle görsünler. Ormanlar kesiliyor, mermer çıkarılıyor. Diğer yanda çok değerli olmayanları öğütme makinelerinde kırıyorlar. Kar yağmışçasına mermer tozu nedeni ile bembeyaz bölgeler.
Antik tiyatro onarılmış.
Yemin ederim Laz mütehait daha güzel yapardı. Ne bir arkeleoga, ne de bir sanat tarihçisine danışmışlar.
Aşağıdaki ilçe merkezi tamamen antik kentin üzerine kurulmuş, kötü beton binalardan oluşuyor. Neredeyse her sokakta, tahrip edilememiş kalın duvarlı, antik tapınak, hamam, konut veya mini saray, yüzeyden iki üç metre aşağıda etrafı telle çevrilmiş metruk yerler var. Bunlara ayıracak bütçe yok.
Nasıl olsun ki?
11 milyon nüfuslu Yunanistan'ın 330 Milyar € borcu var. (Bizim 110 milyon nüfus,
550 Milyar $ borcumuz var)
Avrupa Birliği, Çipras hükümetini düşürdükten sonra Almanya ile Fransa borçların bir bölümünü silelim diye görüşme yapmışlar. Almanya 50 şer milyar € silelim diye öneri sunmuş.
Fransa, -Hayır efendim verdiğimiz borç oranında silmek gerekir.
Biz 50 milyar €, siz de 80 milyar € silmelisiniz.
Diyince münakaşa çıkmış. Almanlar bu nasıl bir mantık demiş.
1933 yılında M.Kemal Atatürk'ü, Nobel Barış ödülüne aday gösteren Yunanistan başbakanı Elefteros Venizelos ayrıca Türkiye ile Yunanistan arasında federasyon kurabilme çalışmaları bile yapmış.
Nereden nereye geldik.
Şimdi birbirine burnundan soluyarak bakan iki ülke olduk.
Oysa barış içinde yaşamak herkesin menfaatine.