Heyamola Hey
Havuzluk => Genel => Konuyu başlatan: Ersin Böke - 14 Aralık 2020, 01:04:29
-
Geçen Nisan ayı pandemi yasakları nedeni ile Tayo Mar'a gidememek ıstırabı ile geçti. Alanya 'dan Bodrum Ören 'e gidemiyorum. Neyseki belli iller için seyahat yasağı kalkınca ben de Tayo Mar'ı Ören Marina'dan Alanya marinaya getirmek için yola çıktım. Amacım sadece tekneyi getirmek değil aynı zamanda bütün kış hayalini kurduğum antik limanalrı özellikle Uluburun ve Gelidonya batıklarının bulunduğu yerleri görebilmek. Keza Patara 'yı da denizden göreceğim. Fenerin yerleşimi batıdan Patara'ya yaklaşırken antik fenerin konumu gibi kafamda seyir planları var.
Benim tekne transferi biraz uzun sürdü yani. Akdeniz 'e Tayo Mar ile ilk kez çıkacağım. Heyecanlıyım. Bir yandan da korkuyorum. Tayo Mar bakımsız. Şİmdiye kadar hiç bu derece bakımsız haldeyken uzun seyir yapmamıştım açıkçası. Bir diğer çekincem de seyir sırasında ortaya çıktı. Neredeyse denizde benden başka kimse yok.
Uzaklardan bir yelkenli görünce sevindirik oluyorum o derece yani. Tam yedi burunları dönerken karşıdan gelen yelkenliye sırf selam vereyim diye yaklaşmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Bol videolu 20 günün üzerinde süren bir transfer hikayesi. 300 deniz milini geçen bir seyir oldu sanırım.
(https://1.bp.blogspot.com/-0GwN2b_O-gQ/XsrkMH_mQKI/AAAAAAAAEF8/1kZ7ygCHI-sreUBcgPPbf5WS61SsbkmpwCLcBGAsYHQ/s640/Bat%25C4%25B1%2Bakdeniz%2Brotas%25C4%25B1.png)
Aşağıda ise benim için en uzun etaplardan birisi olan Bozukkale - Gemiler Adası arası görseli var. Yine tek başınayız malum.
Evet. Başlıyoruz efendim. Önemli antik limanları da ziyaret ettiğimiz bu seyir ilginizi çeker umarım.
-
İlgimizi çekmez mi hiç...
Güzel bir yazı dizisi geliyor bol videolu.
Bekliyoruz devamını. :)xx
-
İlaç gibi gelir şu günlerde...
-
Keyifle takip ediyor olacağım
-
Öncelikle zaten benim için bu heyecanlı ve önemli seyri tam olarak yazma şansım olmamıştı. Ben denizde seyir yaparken İstanbul 'da seyir yasağı vardı.
Bu salgın hastalık döneminde teknemi yaşadığım yere getirebilmek ve kimse denize çıkamazken denizde olduğum için çok şanslıydım. Denize çıkamayanları düşünerek çok fazla görsel paylaşım yapmadım.
Ancak Istanbul ve diğer benzer kararı alan ve seyir yasağı koyan illerin uygulamaları bence tamamen yanlıştı. en doğru uygulamayı Muğla yaptı. Bodrum , Marmaris gibi yelkenciliğin başkentlerinde seyir yasağı yoktu. Tekneden daha iyi sosyal mesafe ve tecrit mi olur?
İstanbul'da bu durumu kuzu gibi kabullenen dahası savunan yelkenciler dahi oldu. Ne yalan söyleyeyim bu kraldan çok kralcı yelkenci kişiliklerin yorumlarını görünce Istanbullu yelkencilerin denize çıkamamalarına hiç üzülmedim. Koyun gibi kabul etmeyin kardeşim siz de. Biraz sesinizi yükseltseydiniz. İlgili merciler ile görüşseydiniz ya.
Her koyun kendi bacağından asılır sözü bazen nasıl da cuk oturuyor. 26 Nisan 2020 günü son hazırlıkları da tamamlayıp palamarları çözdük. Çözdük diyorum çünkü yanımda bu işlere hevesli ancak hiç deneyimi olmayan Alanya 'da tanıştığım ve kısa sürede dost olduğum bir arkadaşım da var.
Ören Marinadan ise son derece güzel düşünceler ile ayrıldığımı da ifade edeyim. Marmaris - Ören arasında Gökova'nın kuzey doğu kıyılarından geçen muhteşem ve dar yolu da çok özleyeceğim açıkçası.
Aslında çıktığımızda ilk hedefimiz Çökertme idi. Kısa seyirler ile misafiri alıştırma derdindeyim. Ama kimileri bu işe doğuştan yetenekli galiba. Bu dostumuz da çok iyi uyum sağlayınca o geceyi Bodrum yakınlarındaki Orak adasının olduğu koyda geçirdik.
Seyrin ilk talihsizliği orada yaşandı. Kıyıya çıktık. ancak ben mutlaka crocks tarzı bir terlik kullanmasını istemiştim. Bu arkadaşımız da burasını Alanya kumsalı sanıp çıplak ayakla bir deniz kestanesini ezince tadı kaçtı tabi doğal olarak. Hayır öyle bir iki tane olsa neyse. Hayvanın yarısı dostumun ayağının içinde neredeyse.
Hani şu örümcek ısırınca örümcek adam , yarasa ısırınca yarasa adam olunuyor ise yani yöntem bu ise dostumuzun da deniz kestanesi adam olması lazım. O derece yani. Hele buna eşimin attığı sesli mesajı da dinleyince bizimkinin beti benzi attı. " Ersin dikkat kimi deniz kestaneleri zehirli oluyormuş "
Ertesi gün baktık ki bu şekilde yol almak mümkün değil , Kinidos yerine rotamızı Bodrum'a kırdık. Hani derler ya saat öğleden sonra üçten sonra Knidos 'u dönme diye. Biz Bodrum 'dan çıktığımızda saat zaten üç olmuştu.
Bodrum 'da bizleri çok sevdiğim Samos'ta tanıştığımız Çetin ve Yasemin karşıladı. Yasemin sağolsun gerekli bir sürü şey getirmiş. Çetin marina da bekleme işlerimize yardımcı oldu ve dostumuz da özel hastahaneye operasyone gitti. Ben de teknenin başında kaldım. Ben yaşanan bu tatsız olaydan sonra seyrin bundan sonrasını tek başıma yaparım herhalde diye düşünürken Bir saat sonra dostumuz ayağı sarılı vaziyette tekneye gelmişti bile.
" döneceğimi sandın ama yanıldın. Bu fırsatı kaçırmam. seyre devam "
Sevindim elbette. doktor bir gün üstüne basma diye tembihlemiş. Ben de dümene oturttum keratayı. Bir işe yarayacak bir şekilde. Hava sert otopilot taşımayacak belli çünkü. Acemilik böyle bir şey işte. Gerçi Alanya 'da tur tekneleri bu dalgalı havalarda kelle koltuk gittiklerinden belki de alışıktır bilemem. Ama Tayo Mar 'ın yeni miçousu sancak baş omuzluktan gelen dalgaların üzerine tırmanıp onları eziyor her seferinde de heyecan ile çığlık atıyor.
" şimdi anladım senin nasıl seyirleri yaptığını.. bu tekne kendi gidiyor senin yaptığın bir şey yokmuş ki"
Gerçekten de Tayo Mar sanki bilerek dalgaları öyle bir eziyor ki ben bile keyifleniyorum. Moralleri düzeltmemizin şerefine içiyoruz. Normalde seyirde içki yasak . Ama bu özel bir durum. Moralleri düzeltmenin şerefine içebilmek için önce içip moralleri düzeltmemiz gerekiyor çünkü.
Bir şişe zenci yürüyen adam yağ gibi kayıveriyor boğazlarımızdan. Ve Knidos 'u dönüyoruz. Bana göre Ege 'nin bittiği Akdeniz'in başladığı yer burası. Vay canına be! Tayo MAr ile Akdeniz'deyim. Hem de bir çaylak ile birlikte.
-
Ve Knidos ticari limanına giriyoruz. İskelenin durumu vahim. Yanaşılacak gibi değil zaten. Pandemi sırasında burada olduğumuzdan ne yazık ki istediğim gibi gezemiyorum Knidos'u. Birkaç fotoğraf ile yetinelim. Videoları var ama öyle içler acısı bir durumda ki paylaşmak dahi istemiyorum.
(https://1.bp.blogspot.com/-nNAQ9KSh9_M/XsrmkaLDdUI/AAAAAAAAEGI/saawmVDBGRogDPNbKusZy1vAmZ3QN_QYACLcBGAsYHQ/s320/20200511_082003.jpg)
(https://1.bp.blogspot.com/-hZ3ph3l_YCI/Xsrmxl-s_qI/AAAAAAAAEGM/qX_RPtDmfmcb5eLwAbE8oTlvZGYCvqZ6wCLcBGAsYHQ/s320/20200511_082111.jpg)
(https://1.bp.blogspot.com/-o5GgWNBI2E0/Xsrm1I0jaUI/AAAAAAAAEGU/wh-qCFj5yu0mMcBcZm197v4nxHYpMI68ACLcBGAsYHQ/s320/20200511_083444.jpg)
Sabah patalya ile kıyıya çıkıyoruz . Amacım hem mümkün olan kısa bir tur yapmak hem de teknedeki biriken çöpleri atmak için çöp tenekesi aramak.
Kıyıya yanaşır yanaşmaz beyaz atletli birisi bağırıyor. Zaten böyle beyaz atletle gezenlere oldum olası gıcığım.
- Çöpleri bırakmayın oraya
- Nereden çıkarttın çöpleri oraya bırakacağımı?
- Hönk..
-kimileri bırakıyor sonra biz toplamak zorunda kalıyoruz.
-bana bak ! bırakırsak uyarırsın. sence ben bu çöpleri buraya bırakacak birine benziyormuyum?
-hem sen kimsin ki?
Bu arkadaş ile biraz sonra askeri limanın kenarına gidince de benzer bir olay yaşıyoruz. " yasak kardeşim oralarda dolaşmak " diye bağırmazmı?
Böyle durumlarda şantiyeci kimliğim ortaya çıkıveriyor. Tutamıyorum ne yapayım. senden daha fazla bağırmayı da bilirim ben. Açıyorum bayramlık ağzımı bağıra çağıra. Adam şaşırıyor. Neyse ki çaylak tutuyor beni. Yoksa karakolluk olacağız resmen. Öyle bilendim adama.
Çok görmek istediğim bir sürü akademik çalışma okuduğum Knidos 'u rahat rahat dolaşamamanın stresi bu kendini oraların sahibi zanneden seviyesiz adamdan çıkacaktı az daha.
Bu rezil yapıları oraya kim dikti? Kim izin verdi? Neden kimse tepki göstermiyor anlamak mümkün değil gerçekten.
Sorun şu ki kim izin verdiyse her iki limanın birleştiği noktada hani yapılsa bu kadar çirkin olabilecek bir restoran , yıkık iskele, ve yine aynı çirkinlikte bir kısmı inşaat halinde bir pansiyon var. Burada böyle bir çirkinliğe nasıl izin verilir?
Dahası buna neden kimse ses çıkarmaz? Buraya giden yelkenciler bu rezilliği görmemişler mi? Knidos zamanının New York gibi bir liman şehri. Burası meşhur birebir insan görünümündeki çıplak afrodit heykeli yüzünden turist akınına uğrayan, antik çağın en önemli liman şehirleri içerisinde geliyor. Heykel öyle seksi ki sipariş eden Kos adası heykeli istemeyince Kinidos talip oluyor. daha önceden de öylemiydi bilinmez ama bu seksi heykel ile birlikte Knidos aynı zamanda antik çağın Amsterdam Red Light sokağı oluveriyor. Bu heykelin en son Bizans İmparatorunun istanbul'a getirttiği rivayet edilmiş
Yıkılmış tapınağın kalıntıları ise hala duruyor.
(https://seyler.ekstat.com/img/max/800/X/XTWXhXVGurSXUl5N-636675958625109891.jpg)
Hadi Afrodit heykeli kayıp. Yapılmış kopyaları var sadece. Ancak Knidos 'un tek meşhur heykeli Afrodit değildi elbette. Muşhur kinidos aslanı da var. Buyrun size tam da İngiltere 'ye kaçırılırken ki resmini koyayım. Görmek isterseniz Knidos 'a değil LOndra'ya British Museum 'a gideceksiniz.
(https://yikaroglu.files.wordpress.com/2014/07/knidos.jpg?w=950&h=531)
Bu canım sanat eserleri zamanın cahil yöneticileri tarrafından hiç önemsenmemiş ne yazık ki. Knidos aslanını almak için uğraşıyormuşuz sanırım. Zor alırız.
Her şeye rağmen gece hayranlılkla iziliyoruz Knidos'u Hemen karşımızda antik tiyatro var. diğer tarafta ise rıhtım. Gözümde canlandırmaya çalışıyorum bir an. Kim bilir nasıl da kalabalık cıvıl cıvıl cıvıl yaşayan bir şehir vardı brada.
açıkçası Knidos 'da en az üç gün geçirmeyi planlıyordum. Ancak pandemiden dolayı müze tarafı tamamen kapalı. Bu fanila men ie karakolluk olacağımız kesin. Öğlene doğru demir alıyoruz bu muhteşem antik limandan. Geri geleceğim ama bu böyle yarım kalmayacak.
-
Denizciler arasında oraya öylece çöp bırakan oluyor muymuş gerçekten?
Erich diye marinada Alman bir komşum vardı. Çıkışırdım ona koca tapınağı götürmüşsünüz Berlin’e diye. O da para ile siz satmışsınız, satmasaymış dedeleriniz, bizim dedeler de almazdı derdi.
Ben de diyecek birşey bulamayınca senin deden değil, baban diye takılırdım. (82 yaşındaydı :) )
-
(https://1.bp.blogspot.com/-RY5RZo_-JZo/XsxUyhrcKtI/AAAAAAAAEGw/MsAZrE8TCdYtggWwWr3Vg7_4fclR6m-YQCLcBGAsYHQ/s640/20200513_184501.jpg)
Bozukkale'den yaklaşık 50 mil yol yaparak Fethiye Gemiler adasına geliyorum. Fethiye, Kaş, Demre koyları ile ilgili Özgür Ökten 'den müthiş bilgiler gelmişti. Gemiler adasına gelmeden iskele de kalan Karacaören adasındaki restoranın bot ile teknelere servis yaptığını öğrenmiştim. Tayo Mar ile Burgaz ada tonoz günleri aklıma geldi. Tam bir nostalji. Tek fark , buradaki denizin Marmara ile ilgisi yok.
Karacaören doğal bir marina sanki. Tonozlara bağlanıyorsunuz ve isterseniz teknenize isterseniz restoranda servis var. Restorana gitmek isterseniz botla gelip alıyorlar. Ben her iki servisi de kullandım. Restoranında ise Yedi Burunlarda tutulmuş kocaman bir Fangri yedim afiyetle.
Bu restoranda Fangiriyi taş fırında odun ateşinde pişiriyorlar üstelik. Bozukkale Loryma restoranda yediğim Lahos , şimdi de bu fangri. Muhteşemdi.
O gece Karacaören koyunda tonozda uyudum. Tek sorun çok solugan alıyor olması. Sallanti uykumun bölünmesine neden oldu ara ara. Sabah Gemiler adasını görmeden gitmek istemedim.
Bu tür uzun seyirlerde havayı yakalamışken hemen gitmek istiyor insan. Bu duyguyu mümkün olduğunca bastırıp, görmem gereken yerlere de uğramaya çalışıyorum. Nitekim hem Bozukkale 'de hem de Gemiler adasında bir gün fazladan kaldım. Her iki antik limanda da iki gün geçirdim.
Özgür 'ün anlattığına göre ada ile kara arasında kalan koyda bir keresinde 80 tekne saymış. Oysa Mayıs ayının başiında üstelik salgından dolayı nerede ise bomboş.
Burası Haçlı seferleri sırasında da tarih boyunca uğranılan bir hac yeri olmuş Hristiyanlar için hala da ziyaret ediliyor. Hristiyan olsa idim hacı olacaktım yani.
Tertemiz ve boş görünce dayanamadım ve o günkü seyri iptal edip kıçtan kara bağlandım Gemiler adasına. Tek başıma koltuk halatı almak çok basit değil aslında ama ben farklı yöntemler geliştirdim ve hızlıca yapabiliyorum bu işi.
Tayo Mar 'ın ırgat kumandaları baş tarafta. Bunları bir ara arkaya da getirecektim ama açıkçası zinciri görmem gerektiğinden bunu yapmadım. Meşhur admiralti çapamı suya bırakıyorum önce . Bir miktar koloma verip, hızlıca kıç tarafa gidip hafif rolantye alıyorum motoru. Tekne geri geri giderken ben de ırgattan salıyorum zinciri. İstediğim koltuk halatı mesafesine ulaşana kadar kıyıya yanaşıyor Tayo. Sonra hızlıca tekrar havuzluğa dönüp , makineyi boşa alıyorum. Ben geri gidene kadar da zincirin boşu alınmış oluyor.
sonra sıra koltuk halatını almaya geliyor. Crocks ya da benzeri terlikler bu işte şart . Çoğu yer kayalık ve deniz kestaneleri var. Ben koltuk halatını sadece iskele tarafından ancak çift halat ile alıyorum. Böylesi daha güvenli geliyor bana. Funda demir sırasında bolca terlediğimden koltuk halatı alma işi daha bir keyifli hale geliyor. Serin suda omzumda koltuk halatı kıyıya yüzüp halatı bağlıyorum. Sonra aynı halat ile tekrar tekneye yüzüyorum. Bitti gitti. Bağırma çağırma yok, gürültü yok. Ne yalan söyleyeyim çok seri hallediyorum bu işi artık.
Bu işleri yaparken yan teknedeki Amerikalı 'nın beni izlediğini farkettim. İş bitince selamlaştık. Tekne sahibinin takdir eden bakışlarını yakalamak hoşuma gitti açıkçası.
Yarım saat sonra yanıma başka bir tekne geldi. Ben teknemi bağlamış keyifle kahvemi içiyordum. Gelen 40 feet civarında bir fiber tekne. Karı koca seyre çıkmışlar . Sonradan öğreneceğim üzere Onlar da Kaş 'a gidiyorlar. Aslında planlarında Gemiler adası yokmuş ancak o gün meğerse top atışları varmış o bölgede. Hiç bir tekneyi salmıyorlarmış Yedi Burunlara. Şansa bak. Ben de gitsem geri dönecekmişim yani. İyi ki gitmemişim.
Klasik manzara. Adam dümende ve karısı ırgatın başında. Demir atmaya çalışıyorlar. Çalışıyorlar diyorum çünkü kaptanın ne yaptığına anlamak mümkün değil. Bir gidip bir geliyor. Genelde adamın karısına bağırıyor olması lazım. Türk amatör denizcisi olağan tarzı bu malum.
Ancak bu sefer durum farklı. Kadın adama bağırıp çağırıyor. adamcağızın ne geri zekalılığı kaldı ne de salaklığı. Öyle çok gürültü ettiler ki bu sakin koyda anlatamam. Sonuçta bu gürültüden rahatsız olan ilerideki teknenin yabancı kaptanı bot ile gelip yardım etti de koltuk halatını filan bağlayabildiler. Yoksa bu tantanayı daha da çekecektik.
Kendimi tekrar takdir edip kahvemi yudumlamaya devam ettim. Elbette bu süreçte ben de yardım teklifinde bulundum. Ancak öylesine bir ruh halindeydiler ki beni duymadılar bile.
Seesizlik demişken bunu size göstermek istiyorum. Böyle bir gece yaşadım işte. Yıldızlar ziyafeti başladı sonra.
Sabah yol uzun. Yedi Burunlar dönülecek. Zaten Tiryaki 'den dolayı gerginim. Tam hazılandım koltuk halatını alacağım oda ne ? Motor çalışmıyor! Tayo Mar 'ın motorunun çalışmaması olasılık dahilinde değildir. Ancak salgın sırasında öyle çok yalnız kaldı ki garibim bunu da doğal karşılamak gerek.
Ancak ne yaptıysam olmadı. Çalışmıyor işte. Tık yok! Yan tekne koltuk halatını almak için kıyıya çıkmış. Benimkini de çözsün mü soruyor. Biliyor benim de hazırlandığımı. Yok diyorum çözme. Benim motor çalışmadı.
Denziciliğe yakışmayan bir tavır ile karşılaşıyorum ender olarak. Adam hiç bir şey demeden yarım ağız bir ne oldu diye sormadan basıp gidiyor iyi mi? Neyse birbirine böylesine saygısızca bağırıp çağıran bir çiftten de başka bir şey beklenmezdi zaten.
Saat sabahın körü. Önce marş dinamosunu kontrol ediyorum. Kısa devre yaptırıyorum çalışıyor. Bu sefer marş motrundan şüpheleniyorum onu da kısa devre yaptıryorum . Vınnnnn! o da sağlam. Ah be Tayo neyin var yavrum senin?
Aküler! akülere bakmıştım aslında. Can hocanın hediye ettiği bir ölçüm cihazı var. Onunla kontrol ediyorum aküleri. Her ikisi de 13.1 gösteriyor. Yok . Çalışmıyor makine.
Yapılacak bir şey yok. İşin iyi tarafı Gemiler adasına karadan , Fethiye 'den ulaşım var. Bir usta getirteceğiz artık. en yakın arayabileceğim kişi Özgür Ökten. Fethiye de olduğundan yardım edebilir diye düşünüyorum. Yok koydu şuydu buydu derken şimdi de motor arızası. Bıkacak adam benden.
Saat 8.30 oluyor. Uyanmıştır belki diye arıyorum. açılmıyor telefon. Mesaj atıyorum bu sefer ama cevap gelmiyor. Sonradan öğrendim ki bir gün Önce Özgür 'ü gözünden arı sokmuş. Face de resmi vardı.
Arayabileceğim ve o saatte ayakta olabilecek ve bana yardımcı olacağına inandığım en yakın kişi Burak. Burak Doneray. O 'da Göcek de yaşıyor.
Arıyorum. Telefon bir kaç kez çalıp açılıyor. Burak. Muhtemel daha uyumamış. Bir an tanıdık bir ses ile konuşmak beni rahatlatıyor.
Durumu anlatıyorum.
- Bence sorun akülerde.
- Ölçtüm akülerin durumu iyi
-Yine de sorun olabilir.
-İyi de motora elektirik geliyor. Marş motoru da çalışıyor.
-Bence aküler. Güç yetersiz.
Konuşma artık tartışmaya dönüyor. En sonunda Burak son noktayı koyuyor.
- Ersin Tartışma. Dediğimi yap. Servis aküsünü sök. Marş aküsünü kullan sadece.
Öyle otoriter bir ses tonu ile söylüyor ki benim gibi elektrik bilgisi zayıf olana susmak ve dediğini yapmak kalıyor.
Hava da iyice sıcakladı. Kan ter içinde servis aküsünü söküyorum. Marş aküsünü servis aküsünün yerine bağlıyorum. Bunları yaparken de sanki Burak yanımdaymış gibi ters ters konuşuyorum.
- Al bakalım Burak efendi bu servis aküsü ! söktüm.
-Tut bakalım Burak efendi bu da marş aküsü!
- Ne çok biliyorsun ha . Sana aküler sağlam diyorum.
-Yok tarışma dediğimi yap filan. Gıcık.
İşlem bitiyor. Kendimden emin kontak anahtarını çeviriyorum. Çalışmayacak! İki saattir kaçıncı deneyişim. Öyle eminim ki.
Ve saatlerdir duymayı beklediğim o muhteşem ses. Ana ! Çalıştı ! ÇALIŞTIIII Yok artık..
Hemen Burak aranıyor. Şu insanoğlu ne garip. Daha beş dakika önce söylenip duruyordum adama. Burak efendi bir anda Burakçım 'a terfi ediveriyor.
Kendi kendime vicdan yapıyorum. Bir paserella istedi üç yılda yapıp yolladım adama. O da her telefonda sormasa "ne oldu benim paserella" diye yapacağım da yok ya. Neyse. Yapıp bitidim kargolamam bile bir buçuk ay sürdü.
Benzer durumu meğerse Burak da yaşamış. O yüzden bu kadar ısrar ediyormuş. Nitekim Kaş 'ta durum açıklığa kavuştu zaten. Kaş da servis ise ayrı bir macera. Onu da Kaş bölümünde anlatırım artık.
Yola çıktıktan sonra Özgür arıyor. Hiç rahatsızlığından bahsetmeden bir de telefonu açamadığı için özür diliyor iyi mi. Nasıl adamlar bunlar ya! Ne diyeyim iyi ki varsınız.
Bu seyirde en çok hoşuma giden ise her limanda arayabileceğim arkadaşlarımın olduğunu görmem oldu. Gerçekten güzel insanlar biriktirmişim. Hepsine teşekkür ederim.
-
Bu yazıyı okuyanda Burak tekne elektriğinden iyi anlıyor sanır .Aranacak danışılacak kişiler belli Can hoca ,Erol Şar ,Özgür eminim başka arkadaşlarımızda vardır aramızda beni kimseye ulaşamazsanız arayın bence ben sadece başıma geldiyse yardım edebilirim ağaçtan düşen olarak.Çok yaşa Ersin.
-
Çok keyifli bir anlatım, dersler de çıkardığım..
Tayo Mar'ın fotografı şahane ama keşke kadraja tam girseymiş..
Denizcilik, dostluklar, yardımseverlik daha ne olsun.. :)
-
Arı sokunca beynim yanmadı ya, sadece yüzüm şişti, gözüm kapanmıştı o kadar.
Ama tembelliğe, uykuya çare yok tabi! :D
St. Nicolas değerini iyi bilemediğimiz müthiş bir yer. Kekovada üstünde yüzmenin yasak olduğu tarihi eserlere tekne bağlıyoruz.
öZgür (mobil)
-
Ne demek! koyalım hemen. Bu son Akdeniz seyrinde yeteri kadar resim çekmiştim Allahtan.
(https://1.bp.blogspot.com/-e3qJ1kTmOpk/XsVvWrId_wI/AAAAAAAAEEw/LY9KLsPjCQscXz9eLzO9Fhustferl-SNACLcBGAsYHQ/s640/20200513_184456.jpg)
Tayo Mar Gemiler adası Karacaören koyunda tonozda.
Hiç abartmıyorum. Muhteşemdi. 12 gün süren ve Gökova Ören Marina 'da başlayan Tayo Mar ile antik limanlar seyri 19 Mayıs 2020 de Alanya Fuğla koyunda yani yine bir antik limanda Ptolamais de son buldu.
İki yıldır planladığım, üzerinde çalıştığım bu efsane seyir ile ilgili anlatacağım o kadar çok konu birikti ki. Ama önce Tiryaki 'nin İblis burnu ve Kötüburun macerasına atıfta bulunarak başlamak istiyorum.
Eğer okumadıysanız Tiryaki'nin İblis burnu macerasını mutlaka okuyunuz . Sonra bu yazıya devam edersiniz.
Kısaca özetlemek gerekirse Tiryaki bir yaz günü Göcek 'ten Kaş'a Yengeç ile seyre başlar. Tüm hava raporları son derece sakin bir hava vermektedir. Üstelik " godoş " Poseidon 'a ekmekler atılmış ve yola konulmuştur. Olan olur . Hava İbils burnunda ve Kötü burunda patlar. Yazıyı okuyun hayli güleceksiniz.
Elbette ben de bu yazıyı okumuş birisi olarak tam da Tiryaki 'nin yaşadığı gibi sıcak bir günde ve tüm hava raporlarının sakin olarak tanımladığı bir havada İblis burnunu ve Yedi Burunları dönecektim.
Seyre başlamadan önce gemiler adasında rotayı çalışırken İblis burnu ve Yedi Burunlar isimlerini haritada görünce gayri ihtiyari irkildim. Şartlar ne kadar da benzerdi. Üstelik Tiryaki bu sıkıntıyı 13 metrelik Yengeç'ile yaşamıştı. Ben ise aynı rotayı 7 metrelik Tayo Mar ile yapacaktım.
Piri Reis Bahriyye kitabında da belirttiği üzere 8 mil boyunca sığınacak hiç bir nokta yok. Aslında daha önceden Bülent'in teknesini transfer ederken geçmiştik buradan. Ancak meşhur civadralardan korkan Bülent buradan öyle uzak bir rota çizmiş ki açıkçası Yedi Burunları döndüm desem yalan olur. Göremedik bile.
Yani bu meşhur burunları bu sefer tek başıma ve Tayo Mar ile döneceğim. Üstelik bu derece geniş dönecek durumum da yok.
Yine Tiryaki 'nin söylediği üzere şu burunların isimlerine bir bakarmısınız lütfen. İblis burnu, kötü burun! Resmen geçme buralardan oyarım seni hesabı.
Kötü buruna yaklaştıkça güneyli hafif bir rüzgar başladı. Normalde sevineceğim bir rüzgar ama Tiryaki 'nin yazı aklıma gelince daha bir dikkat kesiliyorum. İnsan tek başına olunca daha bir tedirgin oluyor doğal olarak. Yoksa aynı hava mı patlayacak?
Öyle ya dediğim gibi şartlar Tiryaki 'nin yaşadıkları ile aynı. Üstelik ben Poseidon 'a ekmek filan da atmadım iyi mi.
Merakta bırakmayayım ben son derece sakin bir havada döndüm Yedi Burunları. Hem de yedi burunların burnunun dibinden döndüm.
Aslında Yedi Burunların karizması bir gün önce çizildi benim gözümde. Meşhur Karacaören de tonoza bağlanmışım. Bana Burgaz adayı hatırlattı. Botla gelip alıyorlar restorana götürüyorlar. Uzun seyir sonrası tekneye bira patates söyledim. Restoran kapalı. Zaten tek tekne de benim. Tam o sırada ileriden küçük bir fiber kıçtan takma bir bot iskeleye yanaştı. Meğer mekan sahibi imiş. Yedi Burunlardan balıktan geliyorlarmış.
Bizim ödümüzü kopartan 8 mil sığınacak yer yok diye korktuğumuz Yedi burunlara küçücük kıçtan takma motor ile balık tutmaya gitmiş adamlar.
Bir de bu yüzyıllar boyunca adı çıkmış Yedi Burunları görünce başta İnebolulu denizciler ve tüm Karadenizli denizciler adına hayıflandım. Bu durumda tüm Karadeniz Yedi Burunlar sayılır. Bu insanların neden iyi denizci oldukları apaçık ortada.
Tekrar Tiryaki 'nin meşhur yazısına dönersek bence Tiryaki daha İblis burnuna giderken havayı gördüğünde geri dönmeli idi. Elbette şimdi sıfır havada bu denizleri geçip bilgisayar başında atıp tutmak kolay. Ancak yine de ben Tiryaki 'nin yerinde olsam deniz ile inatlaşmak yerine İblis burnunda havayı görür görmez geri dönerdim. Hoş bu durumda da yazı dizisinin en keyifle okunan macerası ortaya çıkmazdı.
Ben İblis burnunda Poseidon'a ekmek atmayı unuttum. Ama şu bir gerçek ki bu seyir ile Türkiye'nin muhteşem kıyılarının Karadeniz hariç çok büyük bir bölümünü Tayo Mar ile dolaştım. Her bir seyir bir önceki seyrin hatalarını görmemi sağlıyor.
O yüzden benden sana ekmek çıkmaz Poseidon. Daha benim kırk fırın ekmek yemem lazım çünkü.
-
Yediburunlar öyle bir yer ki, oraya geldiğinde ileri veya geri dönecek her yere uzak oluyorsun.
Madem dayak yiyoruz yol yapalım diyorsun otomatik olarak.
Ben 2020 de iki kere yedim dayağımı orada. :D
öZgür (mobil)
-
Yediburunlar öyle bir yer ki, oraya geldiğinde ileri veya geri dönecek her yere uzak oluyorsun.
Madem dayak yiyoruz yol yapalım diyorsun otomatik olarak.
Ben 2020 de iki kere yedim dayağımı orada. :D
öZgür (mobil)
Yedi burun mudur kötü burun mudur o laneti geçmek için 4 gün bekledim Kalkan'da... 4 gün sonunda yola çıktığımda yine de yedim dayağımı... :D :D :D
-
Yediburunlar. İlki de Kötü Burun. Kalkan istikametine giderken Yediburunlar'dan bir önceki de İblis Burnu. İsimlere gel... :)
SM-N910C cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Eralp Akkoyunlu 'nun Deniz Çingenesi bu kış kimi pasajlarını tekrar tekrar okuduğum kitap olmuştu.
Bir yerde Akkoyunlu denize çıkmadan önceki ve uzun okyanus seyirlerdeki ilk birkaç günkü gerginliği anlatmış.
Ben de bu duygu sadece bende oluyor sanırdım. Ben okyanus filan geçmiyorum elbette. Bana zor gelen seyirleri bu adamlar tenezzül edip yapmazlar bile. Ama duygu aynı duygu. Bana göre uzun seyirlere çıkmadan önce gerek harita çalışırken gerek gideceğim seyrin ufkuna bakarken içim ürperir. Bildiğiniz korkuyorum işte. İçimden bir ses çoğu insanın bana söylediğinin aynısını söyler.
Tayo Mar dediğin hepi topu 7 metre bir kayık. Bu kayıkla tek başına Antalya Körfezini mi geçeceksin? Knidos'u mu döneceksin? Delimisin nesin? Hani o an birisi gelse üç otuz para verse satıveririm kayığı . İşte öyle bir ruh hali oluyor insanda.
Bu gerginliğin bana göre en tehlikeli yanı insanı acemileştiriyor. Şimdi bu yazdılarımı okuyunca adam tek başına seyir yapa yapa sıyırmaya başlamış diye düşünebilirsiniz ancak bir çok tekne sahibi beni doğrulayacaktır. Ben teknemin bir kişiliği olduğuna inananlardanım. Yanlış anlaşılmasın canlı demiyorum. Ama O'nun bir kişilik ve ben bunu hissediyor ve kabulleniyorum.
Bu tedirginlik ve acemilik Tayo Mar'a da yansıyor. Tekne huysuzlaşıyor resmen. Bu tekne korkak kaptan sevmez.
İşte beni acemileştiren bu tedirginlik yüzünden seyrin ilk ayaklarını kısa planlarım. 30 mil bile gözüme çok gelir. Seyrin sonlarına doğru ise Tayo Mar standart menziline günde 50 mil, kasması gerektiğinde 75 mil bandına oturur.
Bir de benim planlarım bir nedenle hep aksar. Örnek Knidos saat öğleden sonra üçten sonraya bırakılmaz derler ya. Ben de planımı buna göre yaparım ama sonuçta hep tam tersi olur. Nitekim bu seyir de Knidos ' a demir attığımızda saat akşam üstü altı sularıydı.
Ancak bir iki gün içerisinde Tayo Mar artık benim bir uzvum , ben ise teknenin bir aksamı olmuş olurum. Her şey tıkır tıkır çalışıyordur. O gerginlikten , korkak kaptandan ve huysuz tekneden eser kalmaz. Kuzucuklar ile serinlenir. Esen rüzgar kapıyı çalarcasına teknemdeki farklı boyuttaki rüzgar çanlarını çalmaya başlar.
Tayo Mar 'ın 10 knot rüzgar çanları
Yeri gelmişken bunu da yazalım. Tayo Mar da gereksiz elektronikler yok. Hız ölçer yok mesela. Dümen suyuna bakar hızı söylerim size. Rüzgar ölçer de yok. Onun yerine farklı boyutlarda çanlar var. 10 Knot çanı var mesela. Sonra 30 knot çanı var. Üstü yok. Gerek de yok. Tayo Mar için 30 knot üstü fırtına koşulları demek çünkü. Bunları da deneye deneye buldum. Her biri bir tecrübenin , zor bir seyrin sonunda asıldıkları yeri hak ettiler.
BU seyirde de 30 knot çanı iki kez çaldı. Birisi Knidos açıklarında diğeri de Antalya körfezini geçerken.
BU 30 knot çanının delirdiği tek yer Asos açıkları olmuştu. Polimari'ye yakın seyir halindeyken kuzeyli havanın geleceğini farkedip Asos 'a yaklaşmıştım Babakale'ye varmak için. Burada hayatımda gördüğüm en sert rüzgarı görmüştüm. Kıyıya yakın seyrettiğim için dalga çok azdı. Ancak öyle bir rüzgara denk geldim ki deniz suyunu dalga olmadan uçuşturup duryordu. Sanki yağmur yağıyor gibi idi. Bendeki trinket bir çeşit fırtına yelkeni gibi kalın. sadece trinket ile deli bir yelken seyri yaşamıştım Asos Babakale rotasında.
Kaş seyrini yazacaktım nerelere geldik. Yaşlandıkça böyle oluyor. Hikayeler ağır basıyor, çenesi düşüyor insanın.
Bu kadar hikayenin nedeni Kaş 'a doğru yol alırken Tayo Mar ve ben artık eski günlerdeki gibi idik. Sanki yıllardır yollardaydık ve deniz bizim doğal yaşam alanımızdı.
Gelelim Kaş 'a Kaş'ı nedense sevemedim çok. Bu seyirde de benzer duyguları yaşadım. Bu sevimli yer ile nedense yıldızımız bir türlü barışmadı. Kaş 'a karadan çok geldim aslında. Denizden geldiğim zamanlar bu sıkıntıyı hissediyorum. İlki Bülent ile yapmış olduğumuz Masal 'ın transferi sırasında Kaş 'ta Mersin transferini yarıda bırakmıştım. İkincisi de bu seyre denk geldi.
Motor Gemiler adasında çalışmıştı ancak içim rahat değildi. Kaş 'a bağlanınca motoru kapattım. Zaten keyifsiz ,rüzgarsız, sıcak ve beni bayıltan bir seyir olmuştu. Yarım saat sonra tekneyi toplayınca marşa bastım tekrar. Çalıştı motor. Ancak sabah soğukken bastığımda yine çalışmadı. Bu durum benim için kabul edilemez. Motor ihtiyaç duyulan anda mutlaka çalışmalı.
Sabah ilk işim soluğu Kaş Marina 'nın ön bürosunda almak oldu. Çok keyifli bir marina burası. Gördüğüm en doğa ile içiçe marinalardan birisi. Teknik servisi önerdiler . Zaten tek firma var.
Ben oldum olası marina teknik servislerinden çekinirim. Yıldızımız barışmaz bunlarla pek. Nedeni ise verdikleri bilgilerin bir bölümü kafama yatmıyor olur. Nitekim burada da böyle oldu. Gelip teknede aküleri ölçtüler. İkisi de gitmiş dediler. Yahu nasıl gitmiş? Bunlardan birisi ile buraya kadar geldim ya ben.
BU arada Toygar 'dan bahsedeyim. Üç yıl önce Tuzla'da çekek yerinde tanışmıştık. Küçükyalı barınaktan aldığı Algomar'ı karaya çekmiş tadilatlarını yaptırıyordu. Üç yıl sonra Kaş'ta aynı pantona denk geldik. Koltuk halatlarımı bir gün önce O almıştı.
Beni havuzlukta sıkıntılı görünce nedenini sordu. Anlattım. Meğer arabası varmış. Gel aküleri alıp Kaş 'taki akücülere gidelim dedi. Aküler ise teknik serviste. Öğleden sonra gelip yenileri ile değiştirecekler. O ana kadar sorun aküde sanıyoruz çünkü.
Toygar'ın ısrarı ile gidip teknik servisten aküleri aldık. Bunlar 4 yıl önce satın aldığım İtalyan malı aküler. Çekül gibi ağırlar yerinden kalkmıyorlar resmen. Neyse sözü uzatmayalım. Aldık aküleri gittik. Hemen yol üstünde bir akücü var. Aküleri indirdik ve test etmesini istedik.
Marina teknik servisinin gidik dediği akülerden marş aküsü olan taş gibi çıktı. Diğeri benim both şalteri yanlış kullanmamdan dolayı gitmiş meğerse. Ancak birsi sağlam. Ah ulen marina servisi! Gel de sinirlenme.
Toygar bu akü işinde çok çok iyi. Zaten makine mühendisi adam. Benim gibi amele değil yani. Bir akü için pazarlık yaptık. Marina servisinin elindeki yabancı marka akünün yarı fiyatından düşük bir bedele " Bülbül " marka 105 amper akü için el sıkıştık.
Ben bu markayı hiç dumamıştım. Oysa Antalya bölgesinde çok bilinen bir akü markası imiş. Açıkçası Toygar beğenmese almayacağım. İyi hoş tamam da burada bir iki çift laf edeyim bu işler ile profesyonel uğraşan biri olarak. Bülbül isminde akü markası olur mu kardeşim?
Sonra seyir sırasında düşündüm. Almak istemememdeki en büyük nedenin akünün markası olduğunu anladım. Oysa Alman malı pahalı akünün öyle bir ismi var ki. Daha söylerken ağzını dolduruyor insanın. Gücü temsil eden bir materyalin adının Bülbül olmaması lazım bence.
Neyse. Bizim Bülbül geri kalan seyir süresince bülbül gibi öttrdü bizim motoru açıkçası.
Yanılmış olabilirm ancak aküleri teknik servisten almayınca oradaki işgüzar eleman bu işe bozuldu gibi geldi bana. Ben de özellikle akülerden birisinin sağlam olduğu ortaya çıkınca hayli içerledim adamlara.
Derdim öğleden sonraya kalmadan Kekova 'ya yürümek. Teknik servis ile anlaştık. Saat 13 30 gibi elektrikçi gelip bir kontrol edecek. O sırada ben de aküleri yerine taktım. Akülerden birisi gidik olduğundan Bülbülü takınca motor çalışacak sanıyorum. Aküleri taktım marşa bastım . Tık yok. Sorun akülerde değil yani.
Mekanik bilgim yelken bilgime göre zayıf tamam kabul ediyorum ama şundan eminim ki ciddi bir arıza değil bu. Sonuçta beklemekten kaynaklı bir basit arıza. Ama kök söktürüyor. Bulamıyorum ne olduğunu. Usta daha kritik hale geldi şimdi. ertesi gün ise Pazar. Kaldı ki ben bu Kaş 'ta kalmak istemiyorum. Bir an önce bir koya gidip bağlanasım var.
Saat öğleden sonra iki oldu ne gelen var ne giden. Teknik servise tekrar gittim. İşgüzar eleman elektrikçinin klima ağrızasına gittiğini söylemez mi? Ben arkasından konuşmam kimsenin. İşgüzar elemana aküleri kendisinden almadığım için böyle yaptığını , bunun doğru bir yaklaşım olmadığını , söz verdiği gibi elektrikçiyi göndermemiş olmasının doğru olmadığını kaldı ki madem öyle en azından haber vermesi gerektiğini ki ben böylece başka bir elektrikçi bakabilirdim burada yazdığım gibi kibarlıkta söyledim sanılmasın.
Kendi işimi kendim çözmeyi severim ancak sonuçta çok uzun süre Setur marinalarında bağlı kaldım. Seyirlerimde girmediğim Setur marinası kalmadı. Hiç böyle bir şey ile karşılaşmamış olmamın verdiği şaşkınlık ve sinir ile tanıdığım kim varsa başladım aramaya.
Bu sayede işgüzar elemanın patronuna ulaşma şansımız oldu en azından. Adım gibi eminim ki tüm tamirat beş dakikayı geçmeyecek ve ben Kekova 'ya gidebileceğim.
Bu kadar huysuzluk yapınca bir saat sonra teknik serviste ne kadar usta varsa Tayo Mar'a gelmez mi? Adamlar çözelim şunun işini de basın gitsin bu manyak derdindeler. O gün gördüm ki Tayo Mar'ın kamarası beş usta alabiliyormuş. Ustalardan birisi bir akünün başında diğeri ise marş aküsünün. Elektrikçi motor kapağını açmış talimatlar veriyor. diğer ikisi de elektirikçinin istedikleri malzemeyi tedarik ediyor. Ne sosyal mesafe kaldı ne de başka bir şey.
Yanmar motoru olanlar bilir. Marş motoru öyle bir yerde ki ne el giriyor ne de görmek mümkün. Tayo Mar zaten küçük ve çalışması zor bit tekne ustalar açısından. Kalamıştan biliyorum Seahattin tekneyi sevmese hayatta gelmez servise filan.
Usta işi bilen bir usta belli. Tamirat 30 saniye sürdü. Marş motoruna giden kablonun somunu gevşemiş. Usta bu somunu sıktı ve iş bitti. Motor çalışıyor artık.
Ancak iş işten geçti. Artık yola çıkacak hal kalmadı bende. Mecburen bir gün daha Kaş marinadayız.
Tekneyi toplayıp servise gittim. Hem ödemelerini yapacağım hem de haklı olduğumu anlatmam lazım. " Bak gördün mü ben sana demedim mi beş dakikalık işi var diye. Bak bir gün daha Kaş da kalmama neden oldun" filan diye söyleneceğim.
Borcumu sordum. "Sen ne verirsen" dedi. Sonra bir de "kusura bakma" demez mi? Ulennn bu bana yapılır mı? söyleyeceklerimin hepsini yuttum. " sen kusura bakma. Bir an önce gitme derdi ile ben de aşırı tepki verdim size"
Hesapta kızacağım yerde bir de özür dileyip çıktım iyi mi teknik servisten.
Tekneme gittim. Hem haklı çıkmanın verdiği gereksiz övünç ama esas önemlisi motorum eskisi gibi ben isteyince çalışıyor yine. Mutluyum.
O sıcakta marinanın denizinin ne derece temiz olduğunu farkettim. Eh koya gidemedik ama yine de tertemiz bir su işte. Hangi marina bu imkana sahip? Doğru suya. Yüzeye çıkıp derin bir ohhhh çekiyorum.
Bizim Burakçım oluyor yine Burak efendi.
" Gördün mu Burak efendi. Dediğim gibi akülerde sorun yokmuş ! "
Sabah Palamarları aldığı gibi Toygar çözüyor koltuk halatlarını. Beş sene önce tekne ile gelip karadan terk ettiğim Kaş marinadan bu sefer Tayo Mar ile ayrılıyorum.
Elveda Kaş. Mümkünse bir süre görüşmeyelim.
-
Ersin ne güzel yazıyorsun be kardeşim, viya böyle :)xx
-
teşekkür ederim kardeşim. ;)
-
Ucuz atlatılmış bir Kaş deneyimi. O firma efsanedir. Beni görünce kafalarını çeviriyorlardı :)
SM-N910C cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
BU seyirde de 30 knot çanı iki kez çaldı. Birisi Knidos açıklarında diğeri de Antalya körfezini geçerken.
BU 30 knot çanının delirdiği tek yer Asos açıkları olmuştu. Polimari'ye yakın seyir halindeyken kuzeyli havanın geleceğini farkedip Asos 'a yaklaşmıştım Babakale'ye varmak için. Burada hayatımda gördüğüm en sert rüzgarı görmüştüm. Kıyıya yakın seyrettiğim için dalga çok azdı. Ancak öyle bir rüzgara denk geldim ki deniz suyunu dalga olmadan uçuşturup duryordu. Sanki yağmur yağıyor gibi idi. Bendeki trinket bir çeşit fırtına yelkeni gibi kalın. sadece trinket ile deli bir yelken seyri yaşamıştım Asos Babakale rotasında.
Ben bu çanın çaldığı bir yer daha hatırlıyorum. ;D
-
Çok keyifle okuyorum kalemine sağlık abi :)
-
BU seyirde de 30 knot çanı iki kez çaldı. Birisi Knidos açıklarında diğeri de Antalya körfezini geçerken.
BU 30 knot çanının delirdiği tek yer Asos açıkları olmuştu. Polimari'ye yakın seyir halindeyken kuzeyli havanın geleceğini farkedip Asos 'a yaklaşmıştım Babakale'ye varmak için. Burada hayatımda gördüğüm en sert rüzgarı görmüştüm. Kıyıya yakın seyrettiğim için dalga çok azdı. Ancak öyle bir rüzgara denk geldim ki deniz suyunu dalga olmadan uçuşturup duryordu. Sanki yağmur yağıyor gibi idi. Bendeki trinket bir çeşit fırtına yelkeni gibi kalın. sadece trinket ile deli bir yelken seyri yaşamıştım Asos Babakale rotasında.
Ben bu çanın çaldığı bir yer daha hatırlıyorum. ;D
O seyri hatırlamaya gerek yok. O unutulmazlar listesinde:)
-
(https://1.bp.blogspot.com/-WIZw_nYVtpY/YAnZzdV1IMI/AAAAAAAAEX8/htlwND8y9iQYgfRpXGnw74I5v5JrXKdGACLcBGAsYHQ/w480-h640/c06428a8-7801-4a0e-80b5-146082ae3870.jpg)
Tüm bu anlattıklarım 20 günde oldu. Genelde transferler seri ve hızlı yapılıyor. Yaşlandıkça hızlı yapılan hiçbir şeyden keyif almadığımı görüyorum. 20 gün bile yetmedi bu rotaya . Uğrayamadığım giremediğim öyle çok yer oldu ki.
Antalya körfezine girdikten sonra Olympos ve Phasalis antik limanlarına yakın seyir yapabilme imkanım oldu sadece. O geceyi Kemer Marina 'da geçirdim.
Açıkçası şu hoşuman gidiyor. 2-3 gün alargada bir koyda kaldıktan sonra marina 'ya girmek gerçekten büyük lüks. Hele Tayo Mar gibi lüks anlayışı farklı bir tekne ile seyir yapılıyor ise.
Kemer marina küçük keyifli bir marina. Personeli yani daha doğrusu kısıtlamalar nedeni ile eksik personel ile dahi birçok marinadan çok daha iyi hizmet verdiler. Burya yeni gelecekler için bir uyarı. Kimi pantonlar beton ve çok yüksek. Duba bantonlar çok daha rahat. Baştan bilerek marinaya girmekte fayda var.
Kemer her zaman hoşuma giden bir tatil merkezi olmuştu. Denizden gelmek ise ayrı bir keyif oldu. Artık Mayıs'ın ortası oldu ve Akdeniz sıcağı gün ortasında kendini iyice göstermeye başladı. O yüzden sabah erken kalkmalı. Zaten çok yorgunum. Buz gibi iki kutu bira alıp yanında biraz çerezle kana kana içiyorum bunları.
Deliksiz , rüyasız muhteşem bir uyku. Sabah uyandığımda hava hala karanlık. Gökyüzünde ay parlıyor hala. Ama şafak da sökecek belli. Erken yol alıp öğleden sonra sıcağına kalmadan Alanya Fuğla koyuna varmak derdim. Telsizden palamarı anons ediyorum. Sektirmeden geliyor palamar. İlk sefer için küçük ama karışık ve kalabalık bir marina. Palamar önce ben arkada çıkışa doğru ilerlioruz. Çıkışa yaklaşına palamar dönüyor ve yolumu kesmeden binim çıkışımı bekliyor. Bir an için birşeyler söyleyecek sanıyorum. Yaklaşınca bir de bakıyorum ki Palamar Tayo Mar 'ın videosunu çekiyor.
- Buraya her zaman böyle tekne gelmez de abi , müsadenle videosunu çekeyim dedim .
Yavaş yavaş bu Tayo Mar 'a da gıcık olmaya başlıyorum aslında. İnsan kendi teknesini kıskanır mı canım demeyin lütfen. Kıskanıyor işte he de her şeyden.
Hava sakin. Tayo Mar motor ile ilerliyor. Yapacak bir şey yok. Bir Türk kahvesi hazırlayıp denizi izlemeye başlıyorum. İnsan ister istemez İstanbul yelken klübünde geçirdiği günleri geçiriyor aklından. Ne kadar da iyi bir kurstu o öyle . Sistemini değiştirmişler ama şimdi. 2013 de Perşembe akşamları teorik ders alırdık. Farklı farklı hocalar gelir 4 saat ders anlatırlardı. Sonra ekipler halinde Cumartesi Pazar neredeyse 6 saat denizde olur yelken yapardık. Sonrasında Burgaz adanın evleri görünecek şekilde yaklaşınca nasıl da kendimi çok uzağa geldim sanmıştım.
Şimdi Antalya körfezinin ortasndayım işte. Tek bir kara parçası dahi gözükmüyor. Üstelik küçük bir yelkenli ile tek başıma.
Kimi konuşmalarımda yakın arkadaşlarımı duyuyorum bazen. 4 sene sonra paydos. Tekne alıp Türkiye sahillerini gezeceğim diyor birisi. Öyle olmuyor işte bu işler. Şimdiden başlamak lazım ufak ufak.
Akdeniz 'de olmak nedense beni çok heyecanlandırıyor. Kapalı bir okyanus en nihayetinde burası. En eski çağlarden beri yelken basılan bir denizden bahsediyoruz. Bir dakika yanlış bir cümle oldu bu. Yelkenin basıldığı değil, yelkenin bulunduğu denizden bahsediyoruz aslında.
İşte bu duygularla geçiyor bütün seyir. Öğleden sonra iki gibi Fuğla koyuna geliyorum. Eşim ve küçük kızım dededen kalma küçük yazlığın olduğu iskelede beni görmeye çalışıyorlar. Kayınvalde bile çıkmış el sallıyor.
Çok yorgunum. Alanya marinaya kadar yürüyecek halim kalmadı. Hizmet verdiğimiz oteller zincirinin bir oteli de bu Fuğla koyunun ucunda. Dalgıç okulunun sahibi Aykut hocayı arıyorum. O da İzmirli . Yıllarca tirhandilde gezmiş Egeyi.
Abi diyorum. Telefonda.
-Şu otelin önünde senin tonoz olacaktı. Müsaitmi?
-Sana her ye müsait !
Seviyorum bu denizle uğraşan adamları be! Farklılar işte bir şekilde.
Otelin önünde Aykut abinin dalgıç teknesinin tonozuna bağlanıyorum. Aykut abi alayım mı diye soruyor. Biraz sonra. Önce yapacaklarım var. Tekeyi sağlamlayıp tertemiz suya bırakıveriyorum kendimi. Akdeniz 'in suyu öyle tuzlu ki sanki yatakta yatar gibi sırt üstü uzanıyorum suya.
19 Mayıs 2020. Tayo Mar bu Türk tarihinin bu önemli gününde Akdeniz 'da bayrak göstere göstere 400 deniz mili yol geldi.
-
Ah be abi, başka bir şeyler okuyacaktım, dur bakayım dedim foruma. Sen yazmışsın senin yazına daldık...
O kadar güzel yazıyorsun ki, senin gezi yazıların öylece düz okunup geçilmiyor.
Her paragrafında bahsettiğin yeri Google earthden bakıp, demek “Kemerdeki Palamar bu noktada videosunu çekmiştir”, “Fuğla koyu da neredeymiş”, “Aykut hocanın Tonoz burada görünür mü acaba?” Şeklinde uzun uzadıya bir harita bir forum ancak okuyabiliyorum. Bu yazını da herhalde harita incelemeleri dahil 20 dakikada ancak bitirdim.
Yaz da bitti ama kafamız hala oralarda.. Ben şimdi birkaç saat Google earthde seyir yaparım koylardan koylara...
Güzel yazıların için teşekkürler ama bu sıralar ara verdin gibi abi...
-
Sağol Murat. Teşekkür ederim. Aslında bu durulan limanları ve koyları koordinatlandırmak lazım. Öyle yazılsa daha anlamlı olur. Hem okuyucuya da eziyet olmaz. Kusura bakma. ;)
Aslında plan başkaydı. Sonunda teknemie kavuşmuştum. alanya marina ile anlaşmayı zaten önceden yapmıştım. Geldikten kısa bir süre sonra karaya aldım Tayo Mar'ı. 2013 yılından beri bende bu tekne. Karaya almalar hep aceleye geldi. Sonuçta bütçe meselesi bu işler. Haldır haldır iş yapmaya çalışıp, yorgunluktan canın çıkmış bir halde denize atıyorsun tekneyi . Birçok iş ise tem istediğin gibi olmuyordu.
İşte Alanya marina da bu fırsat elime geçti. Burada kara park ücretsiz. Önce tekneyi iyice kurutup rahat rahat çalışmak için fırsat doğdu açıkçası. Aldığımdan beri hiç temizleyemediğim pik döküm salmayı Taş motoru ile kazıdık. Gümüş gibi prıl pırıl olana kadar hem de. Üzerinde benden öncekiler de dahil kat kat zehirli, macun ve astar boya katmanı oluşmuş. Özel bir poliüretan astarı ve boyası var. Gıcır gıcır oldu.
(https://1.bp.blogspot.com/-IGsPPvnYJxs/XxE5oGWLlkI/AAAAAAAAEKE/dJZcvK7V3w4SFQEPh5KGShPIH21tSvEkwCLcBGAsYHQ/s320/20200704_093101.jpg)
(https://1.bp.blogspot.com/-a08rOX0_WYY/XxFCONqOldI/AAAAAAAAEKg/QbPLLoHgU-IlPBVva3vP2ZLBKtSGiGpCwCLcBGAsYHQ/s400/20200706_200051.jpg)
(https://1.bp.blogspot.com/-PHmBfIgq_Xg/XxFDymsaYTI/AAAAAAAAEK0/FsZRxY20oy4EYSEsbh9gRpawiZnrS4aFACLcBGAsYHQ/s400/20200707_143033.jpg)
(https://1.bp.blogspot.com/-LRY7cVp0BN0/XxFD2fnyWFI/AAAAAAAAEK8/xteUuEDGv5Axz8bOQBtgP4l1T5xnhOSIACLcBGAsYHQ/s400/20200707_200413.jpg)
Pik demir ile omurga arasını da temizleyip yeniden ama bu sefer poliüretan macun ile macunu attım. Önceleri Cem Gür neden Meges kullanmış diye şaşırmıştım.
Meges ahşapta çok iyi sonuç veren bir macun. İşlem görmüş ahşapta epoksi macun bir süre sonra dökülüyor. İlk sefer ben yapamadım sanmıştım. Sonrasında Teknomarin'in eğitmen ustası yaptı yine fayda etmedi.
Tuzla'da en son karaya aldığımda baş tarafta az bir yere Ercan Abinin ustası meges yapmıştı. O macun kazık gibi duruyorken benim kıç taraftaki epoksi macunların bir kısmı yine dökülmüştü. Cem Gür meges'i üstelik elyaf üstüne uygulatmış. Bence işlem görmüş ahşap tekne için en iyi çözüm bu.
Temiz hiç kimyasal görmemiş ağaçta epoksi çok iyi ama işlem görmüş, deniz suyu görmüş ağaçta Meges macun tek kullanılacak malzeme bana göre.
Neyse işin teknik detaylarına sonra gireriz. Meges Macunu DADD ın daha önceden anlaştığı zehirli boya imlatçısından almıştım. Bu zehirliden çok memnun kalmıştım. Beni üç yıl idare etti. Gerçi karaya aldığımda zehirliyi sökmek için hiç çaba sarfetmedim desem yeridir. Öyle çok yol yapmışım ki zehirli filan kalmamıştı.
PAndemiden dolayı hammade ithal edilemeyince ki Almanya 'da imiş ham maddesi, Bana İtalyan bir zehirli önerdiler. Hemen hemen aynı fiyata. Tek kelime ile çok beğendim. Çok kaliteli bir boyaymış. Uygulaması da çok keyifli oldu. Astar öyle şık durdu ki insanın zehirli vurası gelmiyor.
Kara 'da tüm güverte ve havuzluğun krem rengi boyası , yeşil borda boyasıda yenilendi. Tertemiz oldu. Direk bakımı ayrı bir detay. Malum direğe gözüm gibi bakıyorum. Dedim ya teknik detaylara başka konu başlıklarında gireriz.
,
Hesap başka. Akdeniz 'de 400 mile yakın yol yapmışım. Kesermi? kesmez. BU kadar hazırlığın bir nedeni var. Eylül 'de Kıbrıs 'a gideceğim. Girne'deki marina ile konuşmuşum. Pazarlıklar tamam. Bir hafta marina'da kalacağım. Görmek istediğim antik limanlar da var. Harıl harıl hazırlanıyorum.
O zamanlar pandemiden dolayı Kıbrıs henüz kapanmamıştı. Ancak bir süre sonra kapandı. Gidenlere 14 gün karantina uygulamaya başladılar. Üstelik teknede de kalamıyorsun. Standart bir otelde parası ile kalınıyor. Hadi parasını geçtim 14 gün karantina olacak iş değil.
Sonuçta bizim Kıbrıs seyri geçen sezon için yattı maalesef. Ben de bu süreyi kısa seyirler yaparak ve Tayo Mar 'ı Akdeniz 'e hazırlayarak geçiriyorum. Nisan sonunda eğer Kıbrıs açılırsa ilk durak Kıbrıs. Yok olmadı geçen sene transferin sonuna geldiği için giremediğim Ceneviz koyu ve sonrasında Finike ve Demre planımda.
Hem karadan eşim ve kızların da gelme durumu söz konusu olur. Gerçi Kıbrıs olursa ailenin diğer fertleri Kıbrıs'a uçakla gelecekler.
BU sene olmasa dahi 2022 de bu işler daha normale döner diye düşünüyorum. Yine kendimi şanslı hissediyorum. Geçen gün kendi kendime onu düşündüm. İyi ki teknem var ve iyi ki yelken yapabiliyorum.
-
Baştan sona okudum. Çok keyifli. Ellerine sağlık. Yedi burunları ne kadar açık ve ne kadar erken geçersek o kadar iyi oluyor. Ama bazen de işte rota, ne yapsan açığa düşemiyorsun.
-
Bi de bu tarafa gel KIbrıs'tan önce. Taşucu'ndan çıkarsın, doğrudan Karpaz.
-
Taşucuna kadar görmem gereken çok önemli iki antik liman var. Fena fikir değil aslında. Nisan sonu gibi Kıbrıs 'ın açılma durumu söz konus olabilir diyorlar. Heyamola ikinci Kıbrıs çıkartması mı yapsak ne yapasak ?