YÜRÜME
_Yoldaki insan nedir?
_Zaman.
E. Galeano_Zamanın Ağızları
Sadece adım atmak, bütünüyle bir yürüyüş felsefesidir. Çünkü, her ne kadar, bir adım, küçücük, basit bir eylemmiş gibi görünse de, derinlemesine, analitik düşünüldüğünde, içerisinde pek çok durumu(bulunulan mekan-mekanın terk edilmesi-yol bilgisi-hedef mekan veya durumlar) içerisinde barındırır.
Bazen de önümüzde geniş ağaçlık, sık bir orman, sessizce uzayan toprak bir yol, olduğu için yürürüz. O, önümüze çıkmıştır, bilinmezliği, ıssızlığı, sessizliği ve kayıtsızlığıyla oradadır, bizim de olmamız gerekir, gibi gelir, ondan yürürüz. Bize bir anlam, bir yanıt önermez. Soru sormaz, yokmuşz gibi yapar. Bizi bilir, tanır, belli etmez.
Yemyeşil, şen bir kayın, güzel dökümlü bir şelale, alabildiğince uzanan, puslu bir vadinin güzelliği için yürünmez. Keyif almak, yürümenin keyfi için yürünür.
Adı olan bir yerde yürümek ilgilendirmiyor beni. Dünyanın her parçası haritaya yerleştirilip, sınırları renkli kalemlerle çizilip, özel bir dilin simgeleriyle damgalanıp, adlandırılmış, birisinin, birilerinin iradına eklenmiştir. Bu nedenle adı olan her yer, özgürlüğünden eksiktir bir parça. Paris’te, Londra’da, Viyana’da, Kaz dağlarında, Yedigöller’de yürümek, değil, yol ilgilendiriyor beni.
Yürümenin insanı başkalaştırdığı, değiştirdiği yer, arkada bırakılan, insanın kendi mekanıdır. Yerleşik mekana isyan, bir karşıkoymadır bir yanıyla. Yersizyurtsuz, sorumsuz olmayı istemenin tarafındadır.
yürüme gereçleri
1_değnek
Yürürken avuç içinin, parmakların kavrayıp, yola, yolununun üzerindeki taş parçasına, yaprağa, kurumuş, yosun bağlamış kütüğe, dikenli kestane, içi boş bir kaplumbağa kabuğuna dokunmak, orada, yanında olduğunu söylemek için taşınır küçük bir değnek. Bezen de içe sığmayan, içten taşan, şen bir neşenin yaramaz, oradan oraya atlayan, dokunan, uzanan eli olur. Yoldaştır. Doğrusu kadar, eğrisi, budaklısı, yongalısı da makbuldur. Eşlikçidir. Üstü otlarla, yapraklarla örtülü bir çukurdaki tehlikeyi, paçaları sıvayıp girmeden önce suyun derinliğini söyler. Hep bizden önde olduğu için, geride kalıp, yürümeyi bırakıp, durmamızı engeller. Daha çok yürümeye tahrik eder, yürümeye kışkırtır. Tahrikçi, kışkırtıcı, provakatördür. Yıllar yılı yürümüş, güçten düşmüş bacakların, eğrilmiş bellerin, yorgun bitkin bedenlerin yükünü üstlenen bir dayanak, muhtaçlıkta insanın yanında olan bir dosttur kuru bir dal.
2_küçük bir çakı
Yürüyen insanın, avuç içine sığacak kadar, ufacık, zarif bir çakısı olmalı. Bu keskin, huysuz çakı; en dikkatsiz anımızda, parmağımızı kesip, kanatarak, incecik bir kanın kesikten taşmasına, sevgiliye bir dokunuş gibi kıpkırmızı, parmağa yayılmasına sebep olacak kadar haşarı, yaramaz olmalı. İnsan yürürken, onunla kuru bir daldan, bir ağaç yongasından, incecik şeritler, parçacıklar yontmalı. Bu parçacıklar döne döne düşüp, ardımızda kalan ayak izlerimize, kurumuş, sarı, kırmızı, pas rengi bir yaprağa, yosun bağlamış bir taşa, üzerinden çiğ damlayan yaprağa düşmeli. Yürümeye çıkmadan önce, avuç içine sığacak kadar küçük, zarif, keskin bir çakı almayı unutmamalı.
3_bir parça sağlam ip
Doğru, iyi bir yürüyüşün gereklerinden birisi de, yanına (bir parça sağlam ip gibi) ne işe yarayacağını bilmediğimiz bir şey almak. Yürüyüşe çıkmadan önce etrafa bakınıp, oraya buraya el atarken parmak ucumuza bazen bir tırnak makası, boş bir kumanda pili, bir saç tokası, bir tuzluk, kırık bir biblo, eski bir bisiklet jantı, bazen de bir kutu kibrit, bir pusula, bir parça ip ilişir. Biz önem vermeyiz ama bu bir işaret, bir öngörünün en önündeki, ucundaki dokunuş da olabilir. Bir şey olmaktadır, bir şey olurken de aynı zamanda, daha sonra düşünmediğiniz bir şeyler olacaktır. Bu nedenle işte ne olursa o bir parça ip alınıp cebin bir kenarına atılmalı. Yürümenin kendi içinde bir anlam bulan mantığı için. Nerede, ne işe yarar ki bu, diye düşünmeden.
haritalar, krokiler
Yola ilk adımı atmadan ince, önüme çıkan ilk taşın altına koyarım haritayı, krokiyi. Kendi hayali topografyalarımın birbirine ulanmayan şekilleri arasında yürümenin başka bir yolu yoktur çünkü. Mekanı unutursam, mekanın neye benzediğini, nerede, hangi konumda olduğunu bilmezsem orada olabilirim ancak. Hani, kimi zaman, bir dört duvar arasında, önüne bir harita serer ya bazen insan. En uzun kış gecelerinin komşusu olan zamanlarda, dışarısı bulutlu, sisli, karanlık kimi de yağmurluyken. Özlemi taşan bir uzak yer, bir çekip gitme dürtüsü kabarır içten içe, duvarlar, masalar, sandalyeler, evin odanın içerisindeki her şey insanın üzerine üzerine yürür ya hani, işte öyle zamanlarda açılır ölçeği küçük bir harita, üzerine toprak, çakıllı, tozlu bir yol oturtulur. Yolun bir ucu yüksekçe bir yerden gürültülerle dökülen küçük bir şelaleye, sazlıkların diplerinden, telaşlı kanat çırpışlarıyla yükselen ördeklerin olduğu göllere, masmavi denizlere bağlanır. Sonra oturulur, günler gecelerce yürünür o yollarda. O zamanlarda gereklidir hayali yerlerin de olsa haritalar. Ama dediğim o değildir.
_Son aşamada tüm haritalar, krokiler atılmalı. Hislerine güvenmeli insan.
_Şanslıysa kaybolur.
yalnızgezer
_Bazen bir sisin içinde kaybolup, her adımın bir rüyaya, bir düşlenene dönüşmesini umarak yürür.
_Yürürken her adımda kendine bir servet katar.
_Kimseye hesap sormaz, yargılamaz, hüküm koymaz.
_Bir sabah ceketini alıp, nereye gittiğini düşünmeden, dönemecesine gidemediği için, ne kadar uzaklara gitse de tüm adımlarının bir kavise, bir çembere, zorunda olunan bir dönüşe atıldığını bilerek yürür bazen.
_Kaybolmaktan korkar mı? Korkar elbet. Ama bulunmaktan. Günümüzde kaybolmanın zor olduğunu da bilir. İnsanın istese de kaybolamayacağını, eninde sonunda bir delikte, bir kovukta, bir ıssızlıkta bulunup götürüleceğini, kalabalığın ortasına atılacağını bilir.