Heyamola Hey
Havuzluk => Hobilerimiz => Konuyu başlatan: Mücahit Karabaş - 15 Mayıs 2018, 00:20:45
-
Ben ne BİLİM köşesi bilime, bilim insanlarına, popüler bilim tarihine dair bilinen, bilinmeyen konulardan bahsetmek ve kafa dağıtmak için açılmış bir köşedir. Yapacağınız katkılar için şimdiden teşekkürler.
İlk konuğumuz Archimedes ve Sintine Pompası
Gelmiş geçmiş en büyük bilim insanlarından birisi olan büyük fizikçi ve matematikçi Arşimet, pek çoğumuz tarafından çıplak bir şekilde hamamdan fırlayıp Euroka! (Buldum!) nidaları atması efsanesi ile hatırlanır. Ama hem teorik bilimde hem mucitliği ile pratikte çok önemli işler başarmış bu efsane bilim insanının yaşamının Romalı sıradan bir askerin kılıcıyla son bulması tarihin en trajik olaylarından birisidir.
Arşimet’in günümüzde de kullanılan bir buluşu olan “Arşimet Vidası Düzeneği” akarsu ve göllerden yüksek yerlere su çekebilmek için de kullanılmıştır. Sistem basit; bir ucu suya belli bir açıyla eğimli daldırılan borunun içinden geçen bir vidanın yukarıdan çevrilerek suyun yukarı yönde taşınması sağlanıyor. Silindir çapı, uzunluğu, vida adımları ve çevirme hızı değiştirilerek farklı uygulamalar yapılabiliyor. Hatta vidanın baş tarafına takılan kanatlarla rüzgar gücünden faydalanarak da dönüş sağlanabiliyor. Aşağıdaki videoda göreceğiniz bu sistemi Arşimet, gerçekte ilk olarak gemilerin sintinesinde biriken suyu kolayca tahliye edebilmek için tasarlanmıştı. Sintine pompasının atası olan bu sistemin günümüzde de gemilerde kullandığını duymuştum.
Bunun dışında Arşimet geliştirdiği birleşik makaralarla gemilerin karaya çekilmesi, kaldıraç sistemleriyle gemilerin karada hareket ettirilmesi gibi tersanecilik faaliyetlerinin geliştirilmesine büyük katkılar yapmıştır. Kendisi gemi ile seyahat etmeyi sever miydi? Deniz tutmasına karşı fikirleri var mıydı bilemiyorum. :)
(https://i.hizliresim.com/2JMyJ0.png)
Gemilerin ve gemicilerin dostu olan Arşimet’in Sirakuza’nın savunması sırasında kendi geliştirdiği aynalarla güneş ışığını Roma gemilerine yansıtarak gemileri yaktığı söylenir. Pratikte uzaktaki hareket eden gemileri yakabilmek bir ayna tasarlamak neredeyse imkansız gibi. Bu konuda geçenlerde Discovery kanalda Mythbusters (efsane avcıları) programında birkaç deneme yaptılar ve başarısız oldular. Arşimet Efsanesi anlatmakla bitmez...
-
Mücahit Reisim, bu başlığın sanırım en fanatik takipçisi ben olurum..
Çok iyi düşünmüşsünüz.. Tebrikler..
-
Dünyanın Çevresini Ölçen İlk İnsan: Eratosthenes
(https://i.hizliresim.com/Z9rLQV.jpg) (https://hizliresim.com/Z9rLQV)
Üzerinde yaşadığımız Dünya’nın boyutlarını ölçebilmeyi başarmış olan ilk insan M.Ö. 276 Yılında Bügünkü Libya’da doğmuş olan Yunanlı bilim insanı Eratosthenes’tir.
Eratosthenes, ömrünün neredeyse tamamını geçirdiği Antik Yunan’daki en büyük akademik kürsü olan İskenderiye Kütüphanesinin Baş Kütüptanecisiydi. O sıralarda İskenderiye Kütüphanesi tartışmasız olarak Dünya’daki en saygın bilim merkezlerinden biriydi.
Kütüphane deyince hemen hepimizin aklına ilk önce herkesin çıt bile çıkarmadan önündeki kitapla ilgilendiği ve etrafta sürekli ses çıkaranları uyaran asık suratlı görevlilerin kol gezdiği yerler gelir öyle değil mi? Halbuki İskenderiye Kütüphanesi birçok bilim insanının ve öğrencilerin bir araya gelip fikir alışverişinde bulunduğu ve beyin fırtınalarının had safhalara çıktığı çok canlı bir kütüphaneydi.
Eratosthenes, bu sıralarda daha aşağılarda Güney Mısır’da Siyene denen şehirde çok ilginç bir kuyunun var olduğunu öğrendi. Bu kuyu her yıl 21 Haziran tarihinde en dip noktasına kadar Güneş alarak aydınlanıyordu. Güneş bu tarihte en tepe noktada oluyordu ve Güneş ışınları bu kuyuya tam dik olarak düşüyordu.
Eratosthenes, Güneş ışınlarının İskenderiye ve Siyene’ye aynı şekilde düşmediğini ve bunun sebebinin de Dünya’nın eğimli bir yapıda olması ile alakalı olduğunu biliyordu.
Yine bir 21 Haziran tarihinde Eratosthenes, Güneş tam tepe noktasındayken İskenderiye’de yere bir çubuk dikti ve Güneş ışınlarının çubuğa tam dik ulaşmadığını ve yerde 7 derecelik bir gölge oluşturduğunu farketti. Buradan yola çıkarak Dünya’yı bir daire olarak düşünen Eratosthenes, İskenderiye ile Siyene arasındaki mesafenin Dünyanın merkez noktasında da 7 derecelik bir açı oluşturması gerektiğini düşündü. Dairenin toplam açısı 360 Derece olduğuna göre 7 derecelik bir açı 50 de 1 lik bir parça anlamına geliyordu.
(https://i.hizliresim.com/nOvAmM.png) (https://hizliresim.com/nOvAmM)
Daha önceden İskenderiye ile Siyene arasındaki uzaklığı ölçen Eratosthenes bu mesafeyi yaklaşık olarak 5.000 Stad olarak bulmuştu. 1 Stad o zamanlar yarışların yapıldığı standart bir ölçüydü ve yaklaşık 185 Metre kadardı. Eratosthenes, 5.000 Stadlık mesafeyi 50 ile çarparak Dünyanın çevresinin 250.000 Stad olduğunu hesapladı yani 46.250 km.
Peki İskeneriye ve Siyene arasındaki uzaklığı nasıl ölçmüştü? Çok basit; bir adam tuttu ve bu mesafenin “kaç adım” olduğunu saydırdı.
Bugün Dünyanın çevresinin tam doğru ölçüsünün 40.100 km olduğunu biliyoruz fakat buna rağmen Eratosthenes, çağının şartlarına rağmen bu kadar basit bir matematik ve geometri hesabı yaparak % 15 lik bir sapmayla bile olsa bu denli yakın bir ölçüm yapabilmiş ve tartışma götürmeyecek bir şekilde gerçek bir üstün zeka örneği olduğunu kanıtlayarak tarihteki yerini almayı başarmıştır.
Bize de ancak bu değerli bilim insanını saygıyla anarak önünde şapka çıkarmak düşer efendim…
Sinan DUYGULU
http://www.kozmikanafor.com/dunyanin-cevresini-olcen-ilk-insan-eratosthenes/
-
Mücahit Reisim, bu başlığın sanırım en fanatik takipçisi ben olurum..
Çok iyi düşünmüşsünüz.. Tebrikler..
+1 Mücahit kaptanım
-
Eratosthenes benim de bilim kahramanlarımdan biridir Eyüp kaptanım. Hala dahi dünyanın şeklini tartışan olduğu bir dünyada bunu iki tane çubuk ile ölçmeyi başarmış, antik Yunan aklının bana göre en çarpıcı temsilcisidir.
-
O aktarıcı günümüzde böyle de olmuş
-
Mücahit Reis, iyi ki açtın böyle bir konu...
Merakla takipteyim... :)xx
-
1600 yıl sonra, Kolombus, üçüncü seferinde hala Cubas adasını duyunca "aha, Caponyaya ulaştım" diyebiliyordu...
-
Jüpiter’in uyduları dünyayı nasıl değiştirdi?
(https://i.hizliresim.com/D7LRLO.jpg) (https://hizliresim.com/D7LRLO)
Jüpiter ve en büyük doğal uyduları (NASA) Jüpiter'e en yakın olandan başlayarak Io, Europa, Ganymede, Callisto.
Galileo Galilei (1564-1642), teleskopuyla Jüpiter’in uydularından dördünü keşfettiğinde, dünyamızın kutsallığı fikrini sarsıntıya uğratmıştı. Çünkü o zamana kadar dünyanın evrenin merkezi olduğu ve diğer tüm gökcisimlerinin onun etrafında döndüğü kabul ediliyordu. Bu kabul, dünyamıza biriciklik, yücelik ve kutsallık gibi özellikler atfedilmesinin temelini oluşturuyordu.
Galilei’nin yeni icat edilmiş olan teleskopu güçlendirerek 1609 yılında gökyüzüne çevirmesiyle, astronomide yeni ve büyük bir tarihsel çağ başladı. Galilei ilk olarak Kasım 1609’da Ay’ı gözledi ve Ay yüzeyinde dünyadaki dağları ve vadileri andıran pürüzleri saptadı. Ay yüzeyi, Aristoteles’in ileri sürdüğü gibi pürüzsüz ve mükemmel değildi.
Galilei, Ocak 1610’da da Jüpiter’in ona en yakın ve en büyük dört uydusunun varlığını keşfederek çok büyük bir bilimsel devrimi daha gerçekleştirmiş oldu.
(https://i.hizliresim.com/kO2J3W.jpg) (https://hizliresim.com/kO2J3W)
Galileo Galilei’nin 1610’un Ocak ayında aldığı gözlem notları. Jüpiter’in çevresinde yıldız gibi çizilmiş cisimlerin zamanla konum değiştirdiğini gözleyen Galilei, bu değişimi takip ederek Jüpiter’in çevresinde döndüklerini keşfetti.
Jüpiter’in uydularının varlığının gösterilmesi, Avrupa’da gerçekten büyük bir düşünsel sarsıntı yarattı. Çünkü bu keşif, dünyanın evren içindeki o güne kadar geçerli olan pozisyonuyla ilgili büyük otoritesini sarsıyordu. Yüzlerce yıl boyunca evrendeki tüm gökcisimlerinin dünyanın etrafında döndüğüne inanan insanların, Jüpiter’in etrafında da dönen gökcisimlerinin varlığına inanmaları kolay bir şey değildi. Galilei’nin teleskopunun merceklerinin hileli olduğunu düşünenler bile vardı. Galilei bu tür kuşkuları gidermek için onlara önce iyi bildikleri başka bir şeyi teleskopuyla gösteriyor, daha sonra teleskopunu Jüpiter’e çeviriyordu.
Galilei’nin Jüpiter’in uydularını keşfetmesinin, düşünce ve bilim tarihinde büyük etkileri oldu.
Öncelikle, yüzlerce yıllık önyargıları kırarak Dünya’nın, evrende benzerleri de bulunan ve gerçekte sıradan bir gökcismi olduğu düşüncesini doğurmasıdır. Bu zihniyet değişikliği, büyük düşünsel dönüşümlere yol açmıştır ve insanlık tarihindeki entelektüel gelişim sürecinin en önemli dönüm noktalarından birini oluşturur.
İkincisi, bu keşif, teknolojiyle bilim yapmanın büyük çağının başlamasında bir etken olmuştur. Teleskopun icadından sadece birkaç yıl sonra mikroskop icat edildi. Bu durum bir tesadüften ibaret değildir. Teleskopun sarsıcı etkisinin sonucudur. İcat icadı ve keşif keşfi doğurur. Ayrıca icat keşfi, keşif de icadı doğurur. Galilei’nin Jüpiter’in uydularını keşfetmesi sırasında ve sonrasında bu gerçeklerin hepsini birden görüyoruz.
Üçüncüsü, Galilei’nin Jüpiter’in uydularıyla ilgili keşfinden 66 yıl sonra Danimarkalı astronom Ole Romer (1644-1710), Jüpiter-Dünya-Güneş doğrultusu ile Jüpiter-Güneş-Dünya doğrultusunda Jüpiter uydularının dünyadan saptanan tutulma anlarından ve dünyamızın Güneş’e olan uzaklığının biliniyor olmasından yararlanarak ışığın her iki durumda dünyaya ulaşma süresinin arasındaki farkı hesaplayarak ışık hızının değerini yaklaşık olarak hesapladı. Bu değer, bugünkü bildiğimiz değerin yaklaşık dörtte üçü nispetindeydi. Romer’in bulduğu değerde hata payı çok büyük olmakla birlikte, bu keşif, ışığın hızının sınırlı olduğunu göstermesinden, düzeyi hakkında yeterli bilgiyi vermesinden ve daha hassas ölçme deneylerine yöneltmesinden dolayı tarihsel bir öneme ve değere sahiptir.
Romer’in keşfi aynı zamanda ışığın doğasına ilişkin çalışmaların niteliğini de değiştirdi. Aristoteles, Kepler ve Descartes ışık hızının sonsuz olduğunu düşünüyorlardı. Galilei ışık hızının sonlu bir değeri olduğuna inanıyordu, bu nedenle ışık hızını ölçmeye de çalıştı ama herhangi bir değere ulaşmanın yolunu bulamadı. Işık hızının sınırlı olduğunun anlaşılmasıyla, ışığın doğasını anlama deneyleri önem kazandı, yoğunlaştı ve ışığın doğasının keşfinde yeni sonuçlara ulaşıldı.
Günümüzde Jüpiter’in Galilei’nin keşfettiği uydularından biri olan Europa’da yaşam olasılığı araştırılıyor. Bir gün Europa’da yaşamın kanıtları ortaya çıkartılırsa, Jüpiter’in bir uydusu, yaşamın ortaya çıkış koşulları konusunda yeni bir ufuk açılımını sağlayarak belki de dördüncü büyük tarihsel rolünü oynayacak.
Jüpiter’in uydularının bilimsel gelişmeye hizmetleri bitecek gibi görünmüyor.
Osman Bahadır
https://sarkac.org/2017/11/jupiterin-uydulari-osman-bahadir/
-
Eyüp Reisime ve tüm reislere teşekkürler.
Antik çağda Dünyanın yuvarlak olduğunu düşünen Eratosthenes’e , sonrasında gezegenleri ve güneş sistemini açıklayan Copernig’e ve Dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyen Galilei’ye selam ediyorum. Tarih boyunca bilim insanları, her yeni fikirde kendi meslektaşlarından, merkezi otoriteye kadar bir sürü engelle karşılaşmışlar. Biz artık Dünya’nın yuvarlak olduğunu biliyoruz ama bilmediğimiz veya emin olamadığımız bir sürü konu var. Aklıma meslektaşlarının muhalefetine ve saldırılarına rağmen inandığı fikirlerden vazgeçmeyen. Elli yıllık hayatını gezegenimizin gizemlerini araştırmaya adayan sonunda sahada donarak (ya da kalp krizi) geçirerek ölen bir bilim insanı geldi.
Şimdiki Konuğumuz Alfred Wagener ve Pangea (Birleşik Kıta) Teorisi
1880 doğumlu Alman bilim insanı Wagener, astronomi, meteoroloji ve doğa bilimleri konusunda yüksek öğrenim görür ve sonraında akademisyen olur. 1906 yılında Grönland’a bilimsel araştırmalar için giden Wagener, Kutup bölgesinde uçurtma ve balonlarla araştırma yapan ilk kişi olur. Almanya’ya döndükten sonra akademik çalışmalara devam eder. 1912 ‘de tekrar Grönland’a gidip döner ve aynı yıl yayınladığı “Kıta ve Okyanusların Kökeni” isimli eserinde Dünyamızın 200 milyon yıl öncesine tek bir kara parçasından oluştuğunu, daha sonra tek parçanın ayrılarak kıtaları oluşturduğunu iddia eder. Teoriye Pan-Gea (yunanca tek – Dünya) ismini verir. Bu fikri desteklemek için güney Amerika ve Afrika kıyılarındaki kaya oluşumlarının aynı olduğunu dağ sıralarının aynı hizada devam ettiğini ve her iki kıyıdaki fosil örneklerinin bir biriyle örtüştüğünü gösterir. Kitap 1922 yılında İngilizceye çevrilir ve başta kendi meslektaşları tarafından linçe uğrar.
"Şerefsiz, çürümüş !" Dönemin en prestijli kurumlarından birisi olan Amerikan Felsefe Derneği başkanının tepkisidir.
Başka bir Amerikalı bilim insanı, "Eğer bu hipoteze inanacaksak, son 70 yılda öğrendiklerimizi unutmalıyız ve baştan başlamalıyız" der
Bir İngiliz jeoloğu, "bilimsel düşünceye saygısı olan hiç kimsenin böyle bir teoriyi desteklemeye asla cesaret edemeyeceğini söyler.
(https://i.hizliresim.com/rOqZVM.jpg)
Wagener, kıtaların su içinde buzdağları gibi yüzdüğünü öne sürdüğü derin deniz tabanını oluşturan volkanik bazalttan farklı, daha az yoğun bir kayadan (granit) yapıldığına dikkat çeker. Dağ sıraları için daha makul bir açıklama yapar. Kıtaların yatay ve düşey hareketi nedeniyle kıvrımlı yüzeylerin sıkışması sonucu dağların oluştuğunu ve genellikle bir kıtalardan denize doğru dik geldiğini söyler.
Ayrıca, Afrika ve Güney Amerika'yı birbirine bağladığınızda, dağ sıralarının (ve kömür yataklarının) her iki kıtada kesintisiz olarak çalıştığını da belirtir.“ Bir gazetenin yırtılmış parçalarını kenarları ile eşleştirerek yeniden birleştirdiğinizde baskı çizgilerinin düzgün bir şekilde akıp gitmediğini kontrol edin. “ demiştir.
Uluslar arası jeolojik topluluğun Wegener'ın teorisine verdiği tepki, militanca ve düşmanca idi. Amerikalı jeolog Frank Taylor, 1910'da benzer bir teori yayınlamıştı, ancak meslektaşlarının çoğu bunu görmezden gelmişti. Bilim çevrelerinden gelen baskı nedeniyle Wagener alman üniversitelerindeki işini kaybeder ve Avusturya’da Grazz üniversitesinde Jeofizik ve Meteoroloji Profesörü olur.
(https://i.hizliresim.com/4adb84.png)
Kıtalara göre fosil dağılım haritası
Fosiller ve jeolojik kanıtlar, kıtaların çoğunun günümüzde olduğundan çok farklı iklimlere sahip olduklarını göstermekteydi. Wegener, kıtasal sürüklenmenin bu iklimsel bulmacaların anahtarı olduğunu düşünür, kendisine inana bilim insanlarından birisi olan Vladimir Koppen ve Wegener paleo-coğrafik haritalarda eski çölleri, ormanları ve buz tabakalarını çizerler. Bir yap bozun parçaları gibi , geçmiş iklimlerin basit, makul resimlerini üreterek bütünü tamamlanmaya çalışılıyordu Ne yazık ki, Wegener'in Permo-Carboniferous buzul çağı hakkındaki açıklamaları eleştirmenlerini bile etkilemiş olsa da, destekleyici kanıtların geri kalanının büyük bir kısmı o zamana kadar geniş çapta tanınmadı. Sonuç olarak, jeologların büyük çoğunluğu Pangea teorisini kabul etmez ve “Panpoetry” diye dalga geçerler.
Genel redde rağmen, Wegener'in teorisine inanan ve bu konuda çalışan bilim insanları da olur. 1950'lerin ortasından başlayarak, paleo-manyetizma ve oşinografide bir dizi onaylayıcı keşif, sonunda bilim adamlarının çoğu kıtaların gerçekten hareket ettiğine ikna oldular. Dahası, Wegener'in öngördüğü gibi, bu hareketin, Dünya'nın coğrafyasını yeniden düzenlerken, dağların oluşumu, depremler, volkanik patlamalar, deniz seviyesindeki dalgalanmaların büyük ölçekli bir sürecin parçası olduğunu buldular.
Jeologlar, gezegenin dış kabuğunu oluşturan büyük hareketli plakalara "plaka tektoniği" adını verdiler. Bu levhalar hem kıtaları hem de deniz tabanını taşıyorlar, ancak deniz tabanından farklı olarak, daha az yoğun olan yüzer kıtalar, Dünyanın mantosuna girmeye karşı direniyor. Böylelikle, önemli detay farklılıklarına rağmen, Alfred Wegener ana kavramlarının çoğunda haklıydı. Levha tektoniği, birçok paleo-coğrafik rekonstrüksiyonunun doğruluğunu da doğrular.
Levha tektoniğinin bulunması ile, Wagener'in teorisi, bilimsel fikir birliği bulunmamasına rağmen neredeyse evrensel olarak kabul görmüştür. Üst mantonun erimiş magmalarındaki konveksiyon akımlarını Wegener kitabının 1929'daki baskısında tartıştır. Adamımız, ölümünden on yıllar sonra hak ettiği itibarını geri kazanır.
(https://i.hizliresim.com/LbJ141.jpg)
Wagener yıllar boyunca dalga geçilmesine ve sert eleştirilmesine rağmen Dünya’yı araştırmaktan vazgeçmez. 1930 yılında son defa Grönland’a gider. Çalışmalarına devam ederken, kendisinden haber alınamaz. 1931 yılının 12 Mayıs günü cesedine ulaşılır. Bundan tam 87 yıl önce hayatını adadığı bu coğrafyada defnedilerek doğa ananın koynuna emanet edilir.
Kaynak: "Büyük Çekişmeler" Tübitak yayınları, Wikipedi ve bir kaç farklı yayın.
-
Neptün’ün Matematikle Keşfi
(https://i.hizliresim.com/4adlA7.png) (https://hizliresim.com/4adlA7)
Neptün'ün varlığını tahmin ederek konumunu hesaplayan İngiliz matematikçi John Couch Adams (1819-1892) ve Fransız matematikçi ve astronom Urbain Le Verrier (1811-1877)
Alman astronomu Galle, 23 Eylül 1846 gecesi teleskopla Neptün’ü ilk kez gözlemişti. Fakat Neptün’ün varlığını, Fransız matematikçi Le Verrier daha önceden matematiksel hesaplarla haber vermişti.
(https://i.hizliresim.com/bBOb7j.jpg) (https://hizliresim.com/bBOb7j)
Neptün, NASA Voyager. Voyager’ın kamerasının yeşil ve turuncu filtre ile 1989’da çekmiş olduğu fotoğraf
Neptün gezegeninin varlığının ve yerinin önce matematiksel olarak, sonra da gözlemle keşfedilmesi, matematik ve astronomi tarihinin ve genel olarak da bilim tarihinin en önemli olaylarından biridir. Çünkü matematiğin ve astronomik gözlemin bu çakışması, bilimsel çıkarımlar ile gözlenebilir gerçeklik arasındaki uyumun mükemmel bir örneğini oluşturuyor.
Einstein, “evrenin en anlaşılmaz yanı, anlaşılabilir olmasıdır” demişti. Evrenin anlaşılabilir olması onun matematiksel olduğu anlamına geliyor. Matematiğin doğuşu, doğa bilimlerinin doğuşu kadar eskidir. Fakat doğanın dilinin matematik olduğu düşüncesinin egemen hale gelmesi, ancak Kepler, Galilei, Descartes, Huygens, Newton, Laplace gibi bilim insanlarının çalışmalarıyla oldu.
17. yüzyılın başında teleskopun icadı ve aynı yüzyılda Newton ve Leibniz tarafından diferansiyel ve integral hesabın geliştirilmesi, astronominin de büyük bir yükselişe geçmesini sağladı. Newton evrensel kütleçekim yasasını formüle etti. Laplace matematiksel analiz metotlarından yararlanarak gökmekaniğinde gelişmeler sağladı ve Lagrange’ın matematik çalışmaları da bu alana önemli katkılarda bulundu. Pertürbasyon teorisi, Güneş’in gravitasyonel (kütleçekim) alanında bulunan bir gezegenin hareketi üzerindeki diğer gezegenlerin çekim kuvveti etkisinin hesaplanmasına imkan veriyordu.
Uranus gezegeni 1781’de keşfedildi. Fakat keşfini izleyen yıllarda Uranus’un hareketinin tam bir hassasiyetle hesaplanamaması, bilinmeyen bir gezegenin onun üzerinde etkisi olabileceği konusunda bir şüphe uyandırmaya başlamıştı. Cambridge Üniversitesi’nden genç İngiliz matematikçi John Couch Adams (1819-1892) ve Fransız matematikçi ve astronom Urbain Le Verrier (1811-1877) bu konuyu araştırmaya başladılar. Le Verrier’den daha önce harekete geçen Adams, 1845’te hipotetik gezegenin konumunu tam olarak hesaplamayı başardı. Gezegenin gözlenmesi için Greenwich Gözlemevi’nde astronom olan James Challis’e başvuran Adams ondan olumlu bir cevap alamayınca bu kez gözlemevinin direktörü olan George Airy’ye talebini iletti. Fakat o da Adams’ın önerisini dikkate almadı.
(https://i.hizliresim.com/Z9rdoo.jpg) (https://hizliresim.com/Z9rdoo)
Johann Galle (1812-1910)
Le Verrier ise Adams’dan iki ay kadar sonra oluşturduğu tezini sürekli geliştirdi ve 31 Ağustos 1846’da yeni gezegenin yörüngesini, kütlesini ve aktüel pozisyonunu öngören nihai hesaplarıyla gezegenin öngörülen yerde gözlemle saptanması için Paris Gözlemevi’ne başvurdu. Fakat gözlemevinin kuşkucu ve kararsız astronomları Le Verrier’nin önerisine önem vermediler. Le Verrier çabalarının sonuçsuz kalması üzerine, iyi gökyüzü haritaları düzenlediklerini bildiği Berlin Gözlemevi’ne başvurdu. 18 Eylül 1846’da da Berlin Gözlemevi astronomu Johann Galle (1812-1910)’ye varsayımsal gezegeni gözlemesi için istek mektubu yazdı. Mektup 23 Eylül 1846’da yerine ulaştı ve aynı akşam Galle, asistanı Henri ile birlikte, Le Verrier’nin gösterdiği bölgede yeni gezegenin varlığını saptadılar.
Hipotetik gezegenin varlığını ve yerini Le Verrier’den önce saptayan Adams, Le Verrier kadar şanslı çıkmamıştı.
(https://i.hizliresim.com/nOvrq5.jpg) (https://hizliresim.com/nOvrq5)
Fransız L’Illustration dergisinin 7 Kasım 1846 tarihli sayısında yayınlanan karikatürde Adams, Neptün’ü gökyüzünde bulamıyor ve sonra Le Verrier’in notlarında buluyor. Bugün Adams’ın Le Verrier’den birkaç ay önce benzer hesapları yapmış olduğunu fakat Greenwich Gözlemevi’nin, Neptün’ü ilk kez gözleme fırsatını kullanmadığını biliyoruz.
Neptün’ün önce matematik yoluyla yörüngesinin belirlenmesi, sonra da teleskopla gözlenerek önceden belirlenen yerinde keşfedilmesi, gerçekten de modern bilimin en yüksek hedeflerinden biri olan, doğa olaylarının ve hatta tüm evrenin matematikle tasvir edilebileceği düşüncesinin bir kere daha ve bilime daha büyük bir güvenlik derecesi verecek biçimde gerçekleşmiş olması anlamına geliyordu.
Neptün’ün keşfi, Güneş sisteminin keşfinin tamamlanması doğrultusunda önemli bir adımdır. Fakat bundan daha önemli olan şey, teori ve matematik ile gözlem verileri arasındaki uyumun ve bağın ne kadar güçlü olduğunun bu keşifle çarpıcı bir biçimde ispatlanmış olması ve bunun bilimsel düşüncenin toplumsal güvenilirlik düzeyinin de artmasına olan katkısıdır. Bu nedenle Neptün’ün keşfinin, bilim ve düşünce tarihinde çok özel bir yeri vardır.
____________________________
Yararlanılan kaynaklar:
Jean-Pierre Verdet; Une histoire de l’astronomie, Editions du Seuil, Paris 1990, s. 231-243.
Louis de Broglie; Savants et Decouvertes, Editions Albin Michel, Paris 1956, s. 31-41.
https://sarkac.org/2018/01/neptunun-matematikle-kesfi/
-
Eratosthenes benim de bilim kahramanlarımdan biridir Eyüp kaptanım. Hala dahi dünyanın şeklini tartışan olduğu bir dünyada bunu iki tane çubuk ile ölçmeyi başarmış, antik Yunan aklının bana göre en çarpıcı temsilcisidir.
Doğan Hocam, sizin de akademisyen, fizikçi, matematikçi olduğunuzu Gezgin Korsan forumundan yazılarınızdan biliyorum.
Bu başlığa çok değerli katkılarınızın olacağını sanıyorum, merakla bekliyeceğim.
Selamlar
-
Efsane bir köşe olmuş burası. Sağolun, varolun!
-
MIT'nin efsane hocalarından Walter Lewin'in derslerinden çok faydalanmıştım zamanında.
Aşağıdaki videoda denizcilerin çok işine yarayan "düğüm bilmiyorsan dola volta attır" ın fiziksel kökenini anlatıp gösteriyor. Vinç etrafına sarmamızın bütün sebebi bu.
Uzun bir ders ama doğrudan 31:30'a bakabilirsiniz.
İlgisini çekenler için de 21:30 dan itibaren 10 dakika boyunca da niye öyle olduğunun matematiğini anlatıyor. Burada şaşırtıcı olan şey ipin tutma kapasitesi sardığınız şeyin yarıçapına bağlı değil sadece kaç tur döndüğünüze bağlı. Bütün herşeyin kilidi sürtünme :)
-
Çok iyi geldi. :)xx :)xx :)xx
46 yıl önceki denel fizik dersi aklıma geldi. ;)
-
Doğan Hocam,
Paylaşım için teşekkürler. Bu ülkede bize sürtünmeyi yıllarca kötü olarak gösterdiler :) :) :)
-
Yelkenin arkasındaki bilim . 13 sayfa bilmeniz gereken herşey.
https://www.dropbox.com/s/158kh6fq4hkxrjs/Science%20Behind%20Sails.pdf?dl=0
-
Yelkenin arkasındaki bilim . 13 sayfa bilmeniz gereken herşey.
https://www.dropbox.com/s/158kh6fq4hkxrjs/Science%20Behind%20Sails.pdf?dl=0
Burak reisim, benim gibiler için sayfa sayfa, yavaş yavaş çevirisini yapsaydın.. 8)
-
Yaparım Eyüp reis.
-
Doğan Hocam,
Paylaşım için teşekkürler. Bu ülkede bize sürtünmeyi yıllarca kötü olarak gösterdiler :) :) :)
Aman diyim Mücahit. Sürtünme bazı yerlerde güç kaybı ısınma gibi problemler yaratır felan
Ama sürtünmenin istendiği yerler vardır.
Araçlarımız sürtünme olmasaydı hareket edemezdi. Bir şekilde hareket eden araci durduramazdik. Fren diskleri hak getlre yani.
Tabi bu soyledgim tekerlekli araclar için
-
Yaparım Eyüp reis.
Valla yap.
-
Yaparım Eyüp reis.
Mümkünse yap , çok değerli bir kaynağa ulaşmış oluruz :)
-
Eski Tarihte Kullanılan Gereksiz İcatlar ve Buluşlar.
Yaşamı Değiştiren İLK İcatlar.
-
Uluğ Bey ve Başyapıtı: Uluğ Bey Zici
Uluğ Bey, dönemi için önemli çalışmalara imza atmış bir astronom ve matematikçidir.
Yaptığı çalışmalar, teleskobun icadına kadar geçen süre içinde tüm dünya bilim insanlarınca başvuru kaynağı olarak kullanılmıştır.
15. yüzyılın büyük astronomi âlimi Uluğ Bey (1394-1449), Timur’un torunu, Şahruh Mirza’nın oğludur. Asıl ismi Muhammed Taragay‘dır. 1413’te babasının yerine Türkistan ve Maveraünnehir bölgesi emirliğine geldi. Fakat kendini idarecilikten çok bilime verdi ve bilime hizmet eden âlim hükümdarlardan oldu. “İlmin hâkim olduğu bir ülkede, ilimle uğraşan bir kişi olmayı, hükümdarlığa tercih ederim.” sözüyle bunu veciz bir şekilde ifade etti.
(https://i.hizliresim.com/3z8g94.jpg) (https://hizliresim.com/3z8g94)
Uluğ Bey’in Zici, (Zic-i Uluğ Bey), Türkçe basımıyla birçok kez yayınlandı ve günümüzde de çeşitli yayınevleri tarafından yayınlanmaya devam ediliyor.
Kırk yıla yakın hükümdarlık döneminde, matematik ve astronomi ilmine büyük hizmetlerde bulundu. Sarayını bir akademiye çevirdi. Devrin, 60-70 civarındaki meşhur bilginini burada topladıv ilmî çalışmalar yaptırdı. Zamanında Semerkant¸ mühim bir ilim, kültür ve sanat merkezi konumuna yükseldi.
Gıyaseddîn Cemşid el-Kâşi’nin, Uluğ Bey’in matematik ve astronomi alanlarındaki dehasına misal teşkil etmesi noktasında naklettiği şu olay gayet ilginçtir: “Bir gün atla dolaşırken, H. 818 yılının Recep ayının 10 ile 15’i arasındaki bir pazartesi olarak bilinen günün, güneş yılına göre hangi güne isabet ettiğini bulmak istedi. Güneşin o güne tekabül eden boylamını iki dakikaya varan bir hata ile hesap etti. Vakıa, sonucu duyarlı olarak çıkaramamış, derece ile iktifa etmişti. Fakat bunu günümüz insanları arasında hiç kimse yapamaz; zihni hesapta bu derece maharet kimseye müyesser değildir.”
Semerkant Rasathanesi ve Zic-i Gürganî
Türkiye’nin yetiştirdiği bilim tarihi uzmanlarından Ord. Prof. Aydın Sayılı¸ 1960’ta yayımladığı “The Observatory İn Islamand İts Place İn The General History Of The Observatory” (İslam Dünyasında Rasathane ve Genel Rasathane Tarihi İçindeki Yeri) isimli eserinde, rasathanenin/astronominin doğuşunu İslâm medeniyetine borçlu olduğunu ilmî anlamda ortaya koymuş ve şu tespiti yapmıştır: “Mısırlılar ve Mezopotamyalılardan başlayarak medeniyetimizin meydana gelmesinde doğrudan doğruya rol almış olan medeniyetlerde, rasathaneye ilk defa İslâmiyet’te rastlanır.
(https://i.hizliresim.com/r1LyQM.jpg) (https://hizliresim.com/r1LyQM)
Semerkant Rasathanesi’nin dıştan görünümü.
Bu anlamıyla rasathane, Türk İslâm medeniyetinin meydana getirdiği ve dünya medeniyetine sunduğu bir kuruluştur.” İslâm astronomisinde ilk büyük canlanma¸ Nasîreddin Tûsî(1201-1274) tarafından 1259’da kurulan Meraga Rasathanesi ile ortaya çıktı.1421’de Uluğ Bey tarafından Semerkant’ta kurulan rasathaneye ilham kaynağı ve model oldu.1
Semerkant Rasathanesi, Uluğ Bey’in en önemli eseridir. “Gök biliminde ilerlemeyen milletler, büyük millet olamaz.” tespiti, onun rasathaneyi ve buradaki çalışmaları ne denli önemsediğinin delillerindendir. O dönemde Doğu’da ve Batı’da bu mükemmellikte bir rasathane bulunmuyordu. Uluğ Bey’in adını insanlığa duyuran ve ilim tarihine geçmesini sağlayan, bu rasathanedeki çalışmalarıdır. Dünyaca meşhur bilim tarihi otoritelerimizden Prof. Fuat Sezgin de aynı kanaattedir:
“Kurduğu rasathane, çağının en modern usullerle gözlem yapan, araştıran, inceleyen, bilimin aydınlığını yayan bir ilim irfan merkeziydi.” Burada kullanılan “Suds-i Fahrî”, “Rub-u Daire” gibi bazı âletler, Uluğ Bey tarafından icat edilmiştir.
(https://i.hizliresim.com/RDyGYj.jpg) (https://hizliresim.com/RDyGYj)
Semerkant Rasathanesi’nin içten görünümü.
Yıldızların yüksekliklerini bulmada kullanılan, 40.2 metre çapa, 63 metre uzunluğa sahip “Rub-ı Daire” (Duvar Kadranı), Ayasofya Camii’nin kubbesi büyüklüğündeydi. O devre kadar astronomide bu büyüklükte bir alet meydana getirilememiştir. Bu alet, dürbün/teleskop icat edilinceye kadar yıldızların uzaklığı, namaz vakitleri, kıble tespiti gibi çeşitli gözlem işlemlerinde kullanılmıştır. Rasathanede yapılan gözlem ve hesaplamalar¸ günümüz astronomi değerlerine oldukça yakındır. Uluğ Bey, bir yılın uzunluğunu 365 gün 6 saat 10 dakika 8 saniye olarak belirlemiştir. Modern ölçümlere göre de 365 gün 6 saat 9 dakika 9.6 saniyedir; aradaki fark 1 dakikadan azdır.
Uluğ Bey; Kadızâde Rûmî, Gıyaseddîn Cemşid el-Kâşi, Âli Kuşçu ve öteki astronomların işbirliğiyle¸ yıldızların gökyüzündeki konumlarını ve hareketlerini bildiren katalog/cetvel mahiyetindeki Zic-i Gürganî’yi (Zic-i Uluğ Bey) tam 12 yılda hazırladı. Eseri 1437’de bitirmekle birlikte, eksiklerini giderip her şeyiyle tamamlaması 1449’u buldu. Kendisinin ve inşa ettiği rasathanenin, tek büyük ilmî eseri budur. Devrin en önemli astronomi kitabı olduğu gibi¸ tüm zamanların da astronomi şaheserlerindendir. Uluğ Bey’i astronomi biliminin zirvesine çıkarmış ve dünya bilim tarihinin en büyük astronomlarından yapmıştır.
Zic-i Uluğ Bey, Avrupa’da 16. yüzyıl sonunda Tycho Brahe cetvelleri yazılıncaya kadar bir buçuk asır geçerliliğini korumuştur. Rus doğu bilimci Wilhelm Barthold’un, eserin ilmî kıymeti hakkında vardığı hüküm oldukça çarpıcıdır: “Orta zamandaki astronominin en son sözü ve ilmin teleskop icat edilinceye kadar erişmiş olduğu en son derecesidir.”
Eserde, gökyüzünün güneyinde kalan 48 takımyıldız konu edilmiş ve bunların içinde yer alan 1018 yıldızın koordinatları en doğru biçimde tespit edilmiştir. Eserin en önemli özelliği, sabit yıldızlar hakkında yeni gözlem kayıtları içermesidir.
(https://i.hizliresim.com/Z3NnVZ.jpg) (https://hizliresim.com/Z3NnVZ)
Uluğ Bey’in hazırladığı yıldız kataloğu, günümüzde de astronomi tarihi çalışmaları için önem arzediyor. Kataloğun 1917 yılında basılmış ingilizce versiyonunu PDF formatında indirebilirsiniz.
Eser dört bölümden meydana gelmiştir: Birinci bölümde¸ farklı toplumlar tarafından kullanılan değişik takvim/kronolojik sistemleri ele alınmıştır. İkinci bölümde¸interpolasyon2 tabloları; sinüs ve kosinüslerin tayini; gölgenin trigonometrik çizgi olarak düşünülmesi; ekliptiğin3 muhtelif noktalarının deklinasyonu4; bir gök cisminin ekvatora uzaklığı; yeryüzündeki bir yerin enlem ve boylamının tayini; iki yıldızın veya gezegenlerin uzaklık tayini gibi uygulamalı astronomiye ait bilgi, gözlem ve hesaplamalara yer verilmiştir. Üçüncü bölümde, dünya merkezli kâinat sistemine göre¸ gök cisimlerinde görülen hareketler ve yerleri konu edilmiştir. Güneş ve gezegenlerin hareket teorisi; gezegenler¸ güneş ve ayın, yer merkezine uzaklığının tayini; güneş ve ay tutulmaları incelenmiştir. Dördüncü bölümde ise, astrolojiyle ilgili mevzulardan bahsedilmiştir.
İlim Tarihindeki Yeri ve Süregiden Değeri
Batlamyus (Almagest), Nasîreddin Tûsî (Zic-i İlhanî) ve Gıyaseddîn Cemşid (Zic-i Hakanî) tarafından yapılan hesaplama hatalarını Uluğ Bey, yeni esaslara ve astronomik tespitlere dayanarak düzeltmiştir. Kendisinden önce Doğulu ve Batılı bilginlerin tahminî ve takribî (yaklaşık) hesaplamalarını terk etmiş; cebir, geometri ve trigonometriye dayalı, kesin sonuçlar veren matematiksel hesaplama esasını uygulamıştır. Zic-i Uluğ Bey, asırlar boyunca astronomi alanında başucu kaynaklarından olmuştur. Aslı Farsça olan eser, çok erken dönemlerde bütün Batı dillerine çevrilmiş ve yüzyıllarca Avrupa üniversitelerinde okutulmuştur.
Meraga ve Semerkant Rasathaneleri; Takiyüddin Efendi’nin 1577’de İstanbul’da kurduğu ilk Osmanlı Rasathanesi (İslâm Âleminin de 3. büyük rasathanesi) başta olmak üzere, 18. yüzyıl Hindistan’ında Jai Singh tarafından Delhi ve Jaipur gibi şehirlerde kurulan rasathaneler gibi, Tycho Brahe ve Kepler tarafından kurulan ilk Avrupa rasathanelerine de modellik ettiler.
Uluğ Bey, ortaya koyduğu ilmî çalışmalarla bugün bile bilim dünyasında adından söz ettirmektedir. Batılı bilim çevreleri onu “15. Yüzyılın Astronomu” unvanıyla taltif etmiştir. Merkezi Amerika’da bulunan Uluslararası Astronomi Derneği (International Astronomical Union), ayın görünen yüzeyinin önemli bir bölgesine “Uluğ Bey Krateri” ismini vermiştir. Günümüzde Kandilli Rasathanesi¸ hicrî ve kamerî aybaşlarının hesaplanmasında hâlâ Uluğ Bey Zici’nden faydalanmaktadır.
İsmail Çolak
http://somuncubaba.net/dergi/181-sayi/astronomi-semasinin-yildizi-ulug-bey/
Dipnotlar:
1) Aydın Sayılı¸ The Observatory in Islam¸ Ankara¸ 1960¸ Türk Tarih Kurumu Yayınları¸ s.260-271 vd.;Sayılı¸”Rasathane”¸ İslam Ansiklopedisi¸ c.9¸ Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları¸ İstanbul¸ 1964¸ s.627-632; A. Süheyl Ünver¸ İstanbul Rasathanesi¸ Ankara¸ 1969¸ s.XI; M. Fuat Köprülü¸ “XIII. Asırda Maraga Rasathanesi Hakkında Bazı Notlar”¸ Belleten¸ Sayı: 23-24/1942¸ s.216; Hilmi Ziya Ülken¸ İslam Felsefesi: Kaynakları ve Tesirleri¸ Ankara¸ 1967¸ s.133; Seyyid Hüseyin Nasr¸ İslam ve Bilim¸ İstanbul¸ 2006¸ İnsan Yayınları¸ s.20¸ 23¸ 105¸ 112¸ 114; İhsan Kurt¸ Bilim Tarihinde Keşiflerin İç Yüzü¸ Ankara¸ 1990¸ Kültür Bakanlığı Yayınları¸ s.36¸ 42.Ord. Prof. Aydın Sayılı’nın rasathanelerin kuruluşuna Müslüman bilginlerin öncülük ettiği görüşünü diğer bir bilim tarihi uzmanlarından Prof. Fuat Sezgin de desteklemektedir: “Avrupa’da rasathanenin kurulma çalışmaları¸ İslâm dünyasından 500 yıl kadar sonra başladı. Rasathane¸ tamamen Müslüman âlimlerinin bir icadıdır.” Bkz. İrfan Yılmaz¸ Yitik Hazinenin Kâşifi Fuat Sezgin¸ Genişletilmiş 4. Baskı¸ Yitik Hazine Yayınları¸ İstanbul¸ 2014¸ s.152. Fuat Sezgin’in Meraga Rasathanesi ile ilgili tespitleri ise şöyledir: “Çağının en büyük en modern rasathanesiydi. 1259-1265 yılları arasında Merağa Rasathanesi’nin astronom aletleri Ay’ın¸ Güneş’in ve yıldızların yüksekliğini ölçüyordu. Büyük âlim Nasıreddin et-Tûsî¸ Zîc-i İlhânî başta olmak üzere astronomi üzerine yazdığı eserler¸ uzun asırlar Batılı astronomlara yol gösteren kitaplardan oldu.” Bkz. İrfan Yılmaz¸ Yitik Hazinenin Kâşifi Fuat Sezgin¸ s.159. Tûsî’nin¸ Meraga Rasathanesi’nde yaptığı bazı gözlem ve çalışma usulleri¸ çağımızın astronomi çalışmalarına dâhi emsal teşkil etmiştir. Meraga’da¸ Ay’a yüksek yerlerden değil çukur yerlerden gözlem yapılıyordu. Günümüzde ise Tower Teleskoplarla donatılmış Amerikan astrofizik laboratuvarlarının fotoğraf odalarının yer altında olması dikkat çekicidir. Bkz. Hamit Dilgan¸ Büyük Türk ÂlimiNasireddinTusî¸ İstanbul¸ 1968¸ s.5¸ 9; Kurt¸ Bilim Tarihinde Keşiflerin İç Yüzü¸ s.42.
2) Mühendislik ve deneylere/ölçümlere dayalı benzeri bilim dallarında¸ toplanan verilerin bir fonksiyon eğrisine uydurulmasıdır.
3) Dünya’nın¸ elips şeklinde çizdiği yörüngeden geçtiği kabul edilen yatay düzlemidir.
4) Güneş ışınlarının¸ aylar ve mevsimlere göre dünyaya geliş açısı olup¸ ekvator düzlemiyle yaptığı açıdır. Diğer adı sapma açısıdır. Deklinasyon açısı¸ dünyanın kendi ekseni ve yörünge düzlemi ile yaptığı 23° 27′ açıdan kaynaklanır.
5) Sayılı¸ Uluğ Bey ve Semerkand’daki İlim Faaliyeti Hakkında Giyasüddin-i Kâşi’nin Mektubu¸ 2. Baskı¸ Ankara¸ 1985¸ Türk Tarih Kurumu Yayınları¸ s.77-78¸ 80-82¸ 88¸ 91¸ 124; TheObservatory in Islam¸ s.260-272¸ 277-278; Sayılı¸ “Rasathane”¸ s.627-632; S. Hüseyin Nasr¸ İslam ve Bilim¸ s.20¸ 23¸ 105¸ 112¸ 114; SigridHunke¸ Avrupa’nın Üzerine Doğan İslam Güneşi¸ Çeviren: S. Sezgin¸ İstanbul¸ 1972¸ s.109; Wilhelm Barthold¸ İslam Medeniyeti Tarihi¸ Ankara¸ 1973¸ s.69; Barthold¸ Uluğ Bey ve Zamanı¸ Çeviren: İsmail Aka¸ Ankara¸ 1990¸ s.1¸ 6-7¸ 55-56¸ 109¸ 167¸ 172-174; Haydar Bammat¸ İslam’ın Çehresi¸ Çeviren: O. F. Giritli¸ İstanbul¸ 1975¸ s.150; İsmail Hakkı İzmirli¸ İslam Mütefekkirleri ile Garp Mütefekkirleri Arasında Mukayese¸ Ankara¸ 1973¸ s.19; Lütfi Göker¸ Uluğ Bey Rasathanesi ve Medresesi¸ Ankara¸ 1979¸ s.120-121 vd.;Saffet Bilhan¸ Orta Asya Bilgin Türk Hükümdarlar Devletinde Eğitim-Bilim-Sanat¸ Ankara¸ 1988¸ s.44-55; Salim Aydüz¸ “Uluğ BeyZîci’nin Osmanlı Astronomi Çalışmalarındaki Yeri ve Önemi”¸ Bilig¸ Sayı: 25/Bahar 2003¸ s.139-172; Şaban Döğen¸ Müslüman İlim Öncüleri Ansiklopedisi¸ İstanbul¸ 1987¸ Nesil Basım-Yayın & Yeni Asya Yayınları¸ s.300-304; Muammer Dizer¸ Ali Kuşçu¸ Ankara¸ 1988¸ Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları¸ s.7-10¸ 21-24¸ 41-43; Adnan Adıvar¸ Osmanlı Türklerinde İlim¸ İstanbul¸ 1982¸ s.18-19¸ 42¸ 47-48; İrfan Yılmaz¸ Yitik Hazinenin Kâşifi Fuat Sezgin¸ s.158-159; Kurt¸ Bilim Tarihinde Keşiflerin İç Yüzü¸ s.42-43¸ 183-184.
http://www.kozmikanafor.com/ulug-bey-basyapiti-ulugbey-zici/
-
Yıldızların Uzaklıkları Nasıl Bulunur? (Paralaks Yöntemi)
Yıldızlar ile ilgili belgesel izlerken gözümüze takılan ilk şey genellikle yıldızların Dünya’ya olan uzaklıklarıdır. Peki, bu uzaklıkların (en azından belli bir noktaya kadar) nasıl hesaplandığını hiç merak ettiniz mi?
Cevap basit bir lise geometrisinden ibaret. Evet, lise yıllarında bir çoğumuzun korkulu rüyası olan geometri.
Evrendeki diğer yıldızları tanımamız için ilk önce en yakın yıldız olan Güneş’i tanımalıyız. Eğer Güneş’e olan uzaklığı hesaplayabilirsek, diğer yıldızlara olan uzaklığı basit bir geometri hesabı ile bulabiliriz. Tarihte Aristarkus (MÖ 310-230) paralaks hesaplamasını düşünen ilk kişidir. Fakat o yıllarda bu derece hassas ölçümleri yapabilecekleri bir teleskop olmadığı için bu hesap fikrini ispatlayamamıştır.
(https://i.hizliresim.com/yqnj19.jpg) (https://hizliresim.com/yqnj19)
Paralaks, Dünya Güneş’in her iki tarafındayken gözlemlenen yıldızın arkaplanındaki yıldızlara göre belirli bir açı değerinde farklı konumlarda görülmesi olarak tanımlanabilir.
Şimdi Güneş’e olan uzaklığı (başka bir yazıda açıklayacağız) bulduğumuza göre, aynı tekniği diğer yıldızlara uygulayabiliriz. Yunanlılar bilimde çok başarılıydı ama bazı felsefi inançlardan dolayı Dünya’nın Güneş etrafında dolandığını bir türlü kabullenemediler. Paralaks’ın mantığı da bunu gerektirdiği için, bu keşif yüzyıllarca gecikti. Konuya dönersek, 6 ay içerisinde gözlemlemekte olduğumuz yıldızın sözde pozisyon kaymasını gözlemlediğimizde aslında onun açısal ayrımını gözlemlemiş oluyoruz. Örneklendirecek olursak:
Bir gözünüz kapatın ve işaret parmağınızı burun hizasına getirin. Şimdi kapalı gözünüzü açıp diğer gözünüzü kapatın. Ne gözlemlediniz? Parmağınız yer değiştirdi değil mi? Peki parmağınızı yaklaştırdığınızda bu yer değişimin artığını da farkettiniz mi?
(https://i.hizliresim.com/7D8QZa.jpg) (https://hizliresim.com/7D8QZa)
Şimdi, gözleriniz Dünya’nın iki ayrı pozisyonu, burnunuz Güneş ve parmağınız da bir tane yıldız olsun. Gözünüz ve burun arasındaki mesafeyi (Dünya ve Güneş) biliyoruz, açıyı da zaten iki ayrı noktadan gözlem yaparak bulmuştuk.
Güneş’e olan uzaklığı 1 astronomik birim (AB) diye tanımlarsak yıldızın uzaklığı(d), 6 aylık süreçte yıldızın açısal değişiminin tanjantına bağlı çıkacaktır. Yani 1/d = tan(a) olarak bulunur. Burada a yıldızın açısal değişimi, 1 Güneş ile Yer arasındaki mesafe (1 astronomik birim), d ise yıldızın uzaklığıdır.
Ama bir dakika, tanjantı hesap makinesi olmadan nasıl bulacağız? Aslında küçük açılar için, bir açının tanjantı açının kendisine eşittir (radyan biriminde geçerli, örneğin tan (0.03)=0.03). Dolayısıyla yıldıza olan uzaklık Güneş’e olan uzaklığın radyan cinsinden ölçtüğünüz açıya bölümüne eşittir (d=1/a). Bu işlem sonucunda çıkan değer, parsek birimindendir. 1 parsek de yaklaşık olarak 3.26 ışık yılıdır.
(https://i.hizliresim.com/ODdaOP.jpg) (https://hizliresim.com/ODdaOP)
Örneğin bize en yakın yıldız olan Proxima Centauri’nin paralaks değeri 768mas (miliarcsecond)’dır. Bu gözlemler sonucunda ölçülen kayma miktarıdır. Lakin bize arcsecond (yay saniyesi) değeri lazımdır, bu da 1000’de 1’lik orandan ötürü 0.768 yay saniyesidir. Bir yay saniyesinin 1 derecenin 3.600’de biri olduğunu ifade etmekte fayda var.
Yani bize en yakın yıldız gökyüzünde derecenin 3.600’de 1’inden daha küçük değerlerde yer değiştiriyor gibi görünür. Bu sebeple bu kaymayı çıplak gözle ayırt etmek mümkün değildir.
Şimdi basit geometrik hesabımızı uygulayacak olursak d=1/0.768’den d=1.3 sonucunu buluruz. Fakat Proxima Centauri bize yaklaşık 4.22 ışık yılı uzaklıktadır. Sonucun farklı olmasının sebebi, yukarıda da belirttiğimiz gibi çıkan sonucun parsek biriminden olmasından dolayıdır. 1.3 parsek = 1.3 x 3.26 = 4.24 ışık yılı çıkacaktır. Ki bu da çıkması gereken değere çok yakın bir değerdir.
Alperen Erol
https://www.kozmikanafor.com/yildizlarin-uzakliklari-nasil-bulunur/
-
Garibim Aristarkus matematik mantığıyla doğru düşünse de atmosfer yüzünden ışığın kırılması kavramı henüz bulunmadığı için sonuçları hep yanlış çıkmış. Yine de büyük adam olmasını gölgelemez tabi :) Ay üzerindeki en aydınlık nokta olan kratere Aristarkus'un ismi verilmiş. Söylemeye gerek yok Samos'ludur :)
-
Sonsuzluk Teorisi ( The Man Who Knew The Infinity ) Filmde gerçekte yaşamış olan matematikçi Srinivasa Ramanujan Iyengar’ın gerçek hikayesi anlatılıyor. Forumun bu köşesini sevenlerin beğeneceklerini düşünüyorum.
-
Evrimi doğru anlamak ile alakalı, güzel görsellerle bezeli 5 dakikalık bir konuşma. Çok hoşuma gitti, özellikle de evrimi doğru şekilde anlamanın diğer canlılara ve biribirimize karşı davranış biçimimizi etkileyeceğini vurgulaması ve geçmişte ırkçılık gibi bu konuda yaşanan "bilimsel görünümlü" ahlaki problemleri aşmaya yönelik önemli bir anlayışa yol göstermesi açısından.
https://go.ted.com/C2za
-
Bir odada 45 kişi var ve herbirinin 45 doları var. Bir oyun oynasalar ve oyunun her turunda herkes odadaki RASTGELE birine bir dolar verse, belli bir müddet sonra para dağılımı nasıl olur?
Bu sorunun önseziye ters gelen cevabı aşağıdaki linkteki videoda gösterilen simülasyonda:
http://www.decisionsciencenews.com/2017/06/19/counterintuitive-problem-everyone-room-keeps-giving-dollars-random-others-youll-never-guess-happens-next/
Eşitsizlik kendi kendine doğabilen birşey matematiksel olarak görüldüğü gibi. (Ki buna network teorisi gibi önemli bir etmen de dahil edilmemiş, herkes rastgele şuursuzca oynuyor.) Fazla kazananın daha fazla kazanabilmek için elindeki ile daha da fazla fırsat yaratabilme potansiyeli göz ardı edilmiş yani... Çok şey söylüyor ekonomik düzen hakkında
-
Tabii paranın şuursuzca dağıtılmış olmasına bağlı bu sonuç. Network olsa muhtemelen dediginiz gibi makas daha da büyürdü.
Ama bu paranın neden şuursuzca dağıtıldığını veya neden benim mesela zengin doğup ötekinin yoksul doğmak zorunda olduğunu da açıklamıyor. Dediginiz gibi yalnızca şuursuzca.
-
Geçenlerde “Kayıp Balık Dori” isimli keyifli animasyon filmini seyrederken ahtapotların üç kalbi olduğunu öğrendim. Biz dalış severlerin su altındayken süslü yuvalarında ziyaret ettiğimiz ahtapotlar epey ilginç hayvanlar. Dünyadaki en zeki omurgasız hayvan olan ahtapotun diğer özelliklerini de ekteki linkte okuyabilirsiniz.
https://evrimagaci.org/ahtapotlar-ve-10-ilginc-ozelligi-3949
Bu vesileyle bir taşla iki kuş vuralım. Pek çoğunuz belki biliyorsunuzdur. Yukarıda linkini verdiğim “Evrim Ağacı” isimli bir web sitesi var. Zengin içeriğe sahip bir popüler bilim sitesi. Ne zaman girsem oradan oraya sürüklendiğim ve çok şey öğrendiğim harika bir kaynak.
Hem Evrim Ağacını hem de Kayıp Balık Dori’yi tüm reislerimize tavsiye ederim.
-
Amazon ormanlarına dünyanın ciğerleri diyoruz ya, esas ciğer okyanusların üst 200 metre tabakasında imiş. Çok ufuk açıcı güzel bir konuşma... Türkçe altyazı seçeneği de eklenmiş
Penny Chisholm: Dünyayı gizlice işler kılan minik canlı
https://go.ted.com/C2wq
-
Amazon ormanlarına dünyanın ciğerleri diyoruz ya, esas ciğer okyanusların üst 200 metre tabakasında imiş. Çok ufuk açıcı güzel bir konuşma... Türkçe altyazı seçeneği de eklenmiş
Penny Chisholm: Dünyayı gizlice işler kılan minik canlı
https://go.ted.com/C2wq
Müthiş.. gerçekten çok ufuk açıcı..
Paylaştığınız için çok teşekkürler..
-
Amazon ormanlarına dünyanın ciğerleri diyoruz ya, esas ciğer okyanusların üst 200 metre tabakasında imiş. Çok ufuk açıcı güzel bir konuşma... Türkçe altyazı seçeneği de eklenmiş
Penny Chisholm: Dünyayı gizlice işler kılan minik canlı
https://go.ted.com/C2wq
Sanırım geçen sene NG kanalında izlemiştim. Yeni nesil uydularla dünya üzerindeki oksijenin görüntüleri çekilmiş. Dediğin gibi Amazon ormanlarındaki ağaçlar kendi ürettikleri oksijeni yine kendileri tüketiyormuş. Gündüzleri karbondioksit geceleri ise oksijen tüketiyor bitkiler. Asıl oksijen bolluğu okyanus yüzeylerinde görülmüş. Buradan ağaçlar önemsiz yargısı çıkmasın diye uyarmakta uzmanlar. Yağmur ormanlarındaki ağaçlardan dökülen yapraklar nehirler vasıtasıyla okyanusa taşınıp orada çıkan oksijenin temelini oluşturmakta imiş. Allah yeryüzünü bir mizana göre yaratmış. Bize düşen o ölçüleri keşfedip insanlığın faydasına kullanmak.
Daha foto sentezi bile bırakın tam olarak keşfetmeyi, yüzeyini ancak kazıdık demişti bir arkadaşım.
Beni enerji üretimi özellikle ilgilendiriyor. Bir kaç yıl önce deniz canlılarından farkedilen bir imkan ile güneş ışınlarından enerji üreten boya üretildi. Lakin , boyanın ömrü ben okuduğumda 6 ay civarıydı. Bu da doğaldır ki emek/maliyete göre kazancı verimsiz kılıyordu. Bilim adamları o sorunu çözerse kullanılan boya ile kendi elektriğini üreten şehirler olacak.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Kan grubu ve kan nakli... Bu keşifleri yapan iki bilim adamının bir milyar insanın hayatını kurtardığı tahmin ediliyormuş. Düşünce inanılmaz birşey... 1.000.000.000... 1 milyar...
https://humanprogress.org/article.php?p=1536
-
Kan grubu ve kan nakli... Bu keşifleri yapan iki bilim adamının bir milyar insanın hayatını kurtardığı tahmin ediliyormuş. Düşünce inanılmaz birşey... 1.000.000.000... 1 milyar...
https://humanprogress.org/article.php?p=1536
Müthiş. Gerçekten insanlık tarihi boyunca çok az keşfin insanlığa bu denli direkt etkisi olmuştur.
-
Kan grubu ve kan nakli... Bu keşifleri yapan iki bilim adamının bir milyar insanın hayatını kurtardığı tahmin ediliyormuş. Düşünce inanılmaz birşey... 1.000.000.000... 1 milyar...
https://humanprogress.org/article.php?p=1536
İyi halt etmişler,şu hale bak 7 milyar. :)
-
"insect population decline"
Bugün açık radyoda bahsedildi de merak ettim. Google'a yukarıdaki ifadeyi yazınca acaip korkutucu ve kafa karıştırıcı haberler çıkıyor son 6 aya ait dünyanın her tarafındaki ciddi gazetelerden.
Dünya çapında son 30 yılda böceklerin toplam biyokütlesinin %75'ini kaybettiğini söyleyen çalışmalar var!
Uzun bir yolcluluk sonrası radyatörden, camdan dünyanın böceğini toplardım eskiden. Şimdi ne kadar uzun süredir bunu yapmadığımı hatırlamaya çalışıyorum da hatırlayamıyorum gerçekten. Nereye varacak bu işin sonu belli değil...
-
Bugün twitterda denk geldi, ilginç bir oşinografi araştırması öyküsünü anlatan bir zincir...
Fırtınada denize saçılan oyuncaklar sayesinde okyanus akıntıları hakkında ciddi veri elde edilmiş.
https://twitter.com/mithuna_mithuna/status/1111205148175548416?s=19
SM-G930F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Bir belgeselde yer almıştı bu. Şahane bir tesadüf olmuş okyanus bilimciler için.
-
Orman yangınlarının gündemde olduğu bugünlerde ilginç bir bilgi denk geldi twitterda, zinciri yazan kişi konu ile ilgili bir akademisyen, yorumsuz olarak paylaşayım:
https://twitter.com/CTavsanoglu/status/1164607292471488512?s=19
-
...Daha önceden İskenderiye ile Siyene arasındaki uzaklığı ölçen Eratosthenes bu mesafeyi yaklaşık olarak 5.000 Stad olarak bulmuştu. 1 Stad o zamanlar yarışların yapıldığı standart bir ölçüydü ve yaklaşık 185 Metre kadardı. Eratosthenes, 5.000 Stadlık mesafeyi 50 ile çarparak Dünyanın çevresinin 250.000 Stad olduğunu hesapladı yani 46.250 km.
1 stad ın uzunluğu 1 deniz milinin 10 da biri yani 1 gominaya eşit olması tesadüf mü? Hangisi hangisinden çıkmış?
-
...Daha önceden İskenderiye ile Siyene arasındaki uzaklığı ölçen Eratosthenes bu mesafeyi yaklaşık olarak 5.000 Stad olarak bulmuştu. 1 Stad o zamanlar yarışların yapıldığı standart bir ölçüydü ve yaklaşık 185 Metre kadardı. Eratosthenes, 5.000 Stadlık mesafeyi 50 ile çarparak Dünyanın çevresinin 250.000 Stad olduğunu hesapladı yani 46.250 km.
1 stad ın uzunluğu 1 deniz milinin 10 da biri yani 1 gominaya eşit olması tesadüf mü? Hangisi hangisinden çıkmış?
Büyük ihtimalle tesadüf Merem Reis.
Bu adam bildiğimiz anlamda modern coğrafyanın kurucusu; enlem boylam kavramların isimlendirilmesine kadar...
Dolaysıyla bir an acaba mı diye düşünesi geliyor insanın ama stadion birimi ondan önce de kullanılıyordu ve 5 farklı rivayet var kaç metre olduğuna dair. 185 onlardan sadece biri. Daha makul gibi görünen 157 küsur metre olan rivayet ki ben de bu şekilde düşünmeye yatkınım çünkü o zaman dünyanın çevresi çok daha doğru hesaplamış oluyor. Mükemmele yakın hatta...
Bunu düşünürken temel argümanım yüzde hata kavramı. Insan gözünün açısal çözünürlüğü 1 dakika kadar. Dolayısıyla 7 derecelik açıda bu yüzde 1 den bile daha küçük. Hatanın aktarılması dört işlemden ibaret olan sonuca da aynı miktarda yansıyacaktır. Yani bu adam bu zekice yöntemle dünyanın çevresini çok büyük hassasiyetle ölmüştür. Stad birimi de 157 metre civarindadir. :)
Kaynak wikipedia (girebilirseniz) stadion maddesi.
-
Şimdi daha mantıklı...
Bir de sonucun 5000 çıkması bana Everest'in yüksekliğini daha 19 yy ortasında trigonometrik hesapla hatasız ölçen, ancak hesap çok yuvarlak çıkınca yönteme dair şüpheleri bertaraf etmek amacıyla küsürat uyduran Sir George Everest'in hikayesini hatırlattı )))
-
Mehmet Sürücü Üstadımızın açtığı “Düz Dünya” başlığı aklıma bilimsel şüphecilik kavramını getirdi. Bilgiyi analiz edip doğruluğunu teyit etmenin önemini pek çoğumuz biliyoruz ve uygulamaya çalışıyoruz. Ama özellikle soysa medya yaygınlaştığından beri bununla baş edemediğimiz zamanlar oluyor. Ortalıkta pek çok yanlış bilgi dolaşıyor. Özellikle medya ve sosyal medyadaki bilgi kirliliği ile mücadele eden “Yalansavar” isimli bir internet sitesi var. Bu site, iyi eğitimli alanında uzmanlaşmış kişiler tarafından kurulmuş. Nisan ayında Ege Üniversitesinde bir Bilimsel Şüphecilik Kongresi de düzenlediler. İlginizi çekeceğini düşündüğüm esprili makaleler var.
https://yalansavar.org/tum-yazilar-kategorilere-gore/
http://www.kongre2019.com/site.php?http://ebat.med.ege.edu.tr/sempozyum
-
Dünyada bir bilim insanının alabileceği en büyük, en prestijli ödül olarak kabul edilir Nobel ödülü.
Bu yıl “evrenin evrimi ve dünyanın kozmostaki yeri” hakkındaki anlayışımızın gelişmesine katkı sağlayan bilim insanları Fizik dalında bu ödüle layık görüldü.
-
"insect population decline"
Bugün açık radyoda bahsedildi de merak ettim. Google'a yukarıdaki ifadeyi yazınca acaip korkutucu ve kafa karıştırıcı haberler çıkıyor son 6 aya ait dünyanın her tarafındaki ciddi gazetelerden.
Dünya çapında son 30 yılda böceklerin toplam biyokütlesinin %75'ini kaybettiğini söyleyen çalışmalar var!
Uzun bir yolcluluk sonrası radyatörden, camdan dünyanın böceğini toplardım eskiden. Şimdi ne kadar uzun süredir bunu yapmadığımı hatırlamaya çalışıyorum da hatırlayamıyorum gerçekten. Nereye varacak bu işin sonu belli değil...
9 ay kadar önce yazmıştım birşeyler bu konuda, bugün NYTimes'da detaylı incelenmiş, olası sonuçlar, bizi neyin beklediği, sabah sabah moralinizi bozmak istemezseniz okumayın....
https://www.nytimes.com/2018/11/27/magazine/insect-apocalypse.html#click=https://t.co/dCryG4hISt
-
Ersin Reisin ikinci dümen palası kaybı yazısını okuyunca aklıma ayna nöronlar konusu geldi. Ersin Abinin yazılarını ve kalemini beğenirim. Aklındakileri ya da yaşadıklarını yazarken okuyucusunun ayna nöronlarını uyarıp empati kurdurarak iki cümleyle anlatılacak bir şeyi ballandıra ballandıra anlatabiliyor. Bahsettiğim yazıyı okuyan tekne sahibi herkesin korktuğu şeylerden birisi dümen palası kazalarıdır. Ya da teknesinin batmasıdır. Önceki anısını etkili diyaloglarla zihnimizde tekrar öyle bir canlandırıyor ki, okuyucuları avucunun içine alıyor.
Hikayenin başında açık deniz ve düzensiz dalgalar imgelerini zemine çok iyi yerleştirmiş. Sonunda otelin plajına gelene kadar herhalde pek çoğumuz nefesimizi tutuyoruz.
Edebiyatta, sinema, tiyatro, opera gibi sahne sanatlarında ayna nöronları en çok uyaran eserler başarılı oluyor. Hatta reklamcıların da en önemli hedefi ayna nöronlarımız. Nöropazarlama kavramı her geçen gün gelişiyor.
Ayna nöron nedir?
Ayna nöronlar 1990’ların başında Giacomo Rizzolatti, Vittorio Gallese ve İtalyan bilim insanları tarafından, makak maymunlarıyla yaptıkları bir deney sırasında keşfedilmiştir. Bu nöronlar, beynin frontal ve prefrontal lobunda (ve aynı zamanda inferior pariyetal lobda), bir şeye uzanıp tutmam veya farklı hareketler yapmam için kasların aniden kıpırdamalarını (aniden çekmelerini) organize etmekten sorumlu motor komut nöronlarının arasında bulunmuştur. (Iacoboni, 2009)
Bir kişinin bir eylemde bulunduğu zaman tetiklenen nöronları ile, o eylemi yapan kişiyi izleyen kişinin beyninde aynı nöronların tetiklendiği keşfedilmiştir. Bu şekilde beyinlerimizin sadece kişinin kendine ait hareketleri kontrol etmekle kalmayıp karşısındaki birisinin de hareketlerini algıladığı kanıtlanmıştır. Yani beynimizdeki motor sisteminin yalnızca hareketlerimizi kontrol etmekle kalmayıp aynı zamanda başkalarının da hareketlerini okuduğu ortaya çıkmıştır. Nöronlar diğer insanların davranışlarını yansıtması veya simüle etmesinden dolayı bilim adamları bu nöronlara “ayna nöronlar” adını vermiştir. Bir film izlediğimizde filmdeki kahramanın yaşadıklarından dolayı ağlamamız, yanımızdaki biri esnediği zaman esnememiz, karnımız aç değilken birinin yemek yediğini gördüğümüzde acıkmamız, günlük hayatımızda rastladığımız, ayna nöronların varlığını kanıtlayan birkaç örnek. İnsan haricinde primatlar ve kuşlarda da ayna nöronların çalıştığı biliniyor.
Bu konuda aşağıdaki linkten daha fazla bilgi alabilirsiniz.
Ersin Reisin yazım yeteneği tabi ki ayna nöronlarla sınırlı değil. Bilerek ya da bilmeyerek bir araç olarak kullanıyor olabilir. Yazmak onun çok iyi yaptığı bir şey. Forumun derinliklerinde bulabileceğiniz denize düşen usturmaçanın ardından yazdığı yazı favorilerimden yalnızca birisidir.
https://evrimagaci.org/ayna-noronlar-nedir-ne-ise-yarar-2534
https://heyamolahey.com/?topic=622.msg12672;topicseen#msg12672
-
Teşekkür ederim Mücahit. Sanki biraz abartmışsın. Konuşur gibi yazdığımdan küçük cümle düşüklükleri ve imla hataları sıkça oluyor. Çalışıp yazdığım yazılar değil açıkçası.
Denizden ve yelken yapmaktan çok keyif alıyorum. Tekne almadan önce de yelken yapıyordum ama kendi teknemde yelken yapıyor olmak gerçekten de hayatımın akışını değiştirdi. Yazılarımın okunması sanırım bu yaşadığım keyfi yansıtabiliyor olmamdan kaynaklanıyor galiba.
Bak şimdi aklıma bununla ilgili yeni yaşanmış bir olay geldi. (Böyle konudan konuya atlayınca aklıma Güldür Güldür programında konudan konuya atlayan karakter geldi şimdi )
Geçen sene yaşanan bir olay.
Danışmanlık yaptığımız şirketin 4 oteli ve bir marinası var. Biz de gayrimenkul işi ile turizmi karıştırıp ilginç bir iş yapıyoruz burada.
Geçen sezon başında ki çok iyi bir Turizim sezonu bekleniyordu, pandemi patlayınca bütün hesaplar değişti.
Tüm pazarlama planlarını değiştirmek durumunda kaldık. Konu ile ilgili çok iyi arkadaş olduğumuz oteller müdürü ile ciddi bir şekilde tartışıyoruz. Bir konuda anlaşamadık.
Benim düşünceli halimin bu tartışmadan kaynaklandığını düşünen oteller müdürü arkadaşım beni teskin etmeye çalıştı.
- Yahu Ersin takma kafana.
- Olur mu canım nasıl takmam?
(hala iş yüzünden düşünceli olduğumu sanıyor, O'na durumu şöyle anlatıyorum. )
-Şimdi bak bu seninle tartıştığımız konu benim düşünce kapasitemin sadece %1 hadi bilemedin %2 sini
meşgul ediyor. Geri kalan kısmında düşündüklerim beni kaygılandırıyor.
(işkolik olan müdür dostum iş ile ilgili daha önemli bir konuya kafayı taktığımı düşünüp soruyor )
-Bak merak ettim şimdi. Seni bu kadar düşündüren konu nedir?
-Kızmayacaksan söyleyeyim.
-Niye kızayım canım? söylesene.
-Şimdi benim kafamı kurcalayan konu şu.
-????
-Şimdi Tayo Mar karada ya.
-Yani??
Şimdi ben alttaki safrayı ve omurganın kıç bölümünü kazıdım ya.
(müdür arkadaşım tekneden hareketle iş ile ilgili bir benzetme yapacağımı sanarak daha dikkat kesiliyor)
-Tamam . sabah akşam anlattığın iş işte.
-İyi de problem şu.
-Neymiş problem?
-Ben buraya epoksi macun mu süreceğim yoksa poliüratan macun mu ? Bir türlü karar veremedim.
-Allah iyliğini vermesin emi. Ben de iş ile ilgili kaygılanıyor sanıp moral vereyim diye uğraşıyorum. Bence kına sür sen ! Tekneye değil ama.
Yani demem o ki Alanya 'da olmamın bir çok nedeni var elbette. Ama en önemli nedenlerinden biri Akdeniz 'de , derin deniz seyri tecrübesi kazanmak istememden kaynaklanıyor. Yaşamım ile ilgili kararlarda deniz ve yelken çok önemli bir ağırlığa sahipler. Neredeyse yönümü bu tutkum belirliyor.
Cümle düşüklükleri ve imla hataları için tekrar herkesten özür.