Heyamola Hey
Havuzluk => Genel => Konuyu başlatan: Cem Gür - 15 Nisan 2018, 14:47:00
-
FB'den tanışım, yüzyüze hiç karşılaşmadığım ama yazıp, paylaştıklarına değer verdiğim bir "sanal arkadaşım şöyle yazmış :
"Yelkenciliğin ve onun beraberindeki denizcilik kültürünün gerçekte aynı teknoloji gibi medeni toplumların bir çıktısı olmasıdır,Yelkencilik konumu gereği farkındalığı yüksek,hissiyat sahibi, kültürlü, yardımsever, hoş görülü, dışa açık, Dünyadaki gelişmeleri takip eden, becerikli ve çözüm odaklı kişilerin buluştuğu bir uğraştır, hobi değildir,yaşam tarzıdır."
Bir de hemen herkesin orada, burada anlamlı, anlamsız paylaştığı Bekir Coşkun'un "Denizciler" makalesi var . Girişinde ve sonucunda- ortası çok önemli olsa da şu anda konumuz değil - şöyle diyor kısaca :
"Hoşgörüsü, suyun kaldırma gücü kadardır.
Asla fazlasını kabul etmez.
Denizin ‘‘keşke’’si, ‘‘belki’’si, ‘‘bakalım’’ı, ‘‘inşallah’’ı, ‘‘ama’’sı yoktur.
Köpüklerden beyaz sakallı, lacivert cüppeli filozof, gözüktüğünün tam tersine katıdır.
Sert ve ilkeli.
İnsanoğlu ona asla şekil veremez.
Bu yüzden o filozofun yetiştirdiği çocukları denizciler tıpatıp ona benzerler.
Denizciler; mert olur.
Korkusuz, yiğit, yardımsever, yürekli, düzgün, dürüst insanlardır denizciler.
./....
Denizcinin ruhunda yalakalık yoktur.
Denizci mert ve yiğittir.
Düzgün insandır denizci.
İlkeli ve dürüsttür.
O beyaz sakallı, lacivert cüppeli filozofun çocukları kişiliklidir.
Utanırlar...
Yaşam yolunun kabaca 6/9'u geride kaldı. Haliyle zaman içinde Dünya'ya bakışlar, kavrama ve analizler değişiyor.
Anlamaya çabalıyorum; bir kasap, manav, kondüktör, sokak çöpçüsü, gündelik temizlik elemanı, tornacı, benzin pompacısı, doktor, uzay mühendisi, pilota da bu sıfatlar yakıştırılamaz mı? Sadece denizcileri bu sıfatları hak eder?
Ve tabii asıl önemlisi, bu iki alıntıda vurgulanan sosyal yapı ve nitelikler gerçekten denizcilerin kâhir ekseriyetini kapsar mı? Yoksa gerçekte olmayıp da, sadece olması gerekenin hayali terennümü müdür?
Acaba yaşadığımız günlerde bile Klaus Hympendahl'ın anlattığı "Denizde Günah" mı bizi tam olarak anlatıyor?
-
Aslında bir sürü şey yazmıştım ama sildim. Malum, bugünlerde biraz siya siya daha iyi gibi.
Malum, 1700'lü yıllarda başlamış bireysel yelkencilik ve sanıyorum ki, bilinen ve en eski kulüplerin neredeyse tamamı isimlerinde "royal" kullanmış.
Daha kuruluşunda bile belli bir sınıf belirlenmiş ve günümüzde her ne kadar "halka" inmiş olsa da her zaman böyle bir beklenti ve <yanlış anlaşılmaz ise> "özenti" vardır ve hep olacaktır.
Ve yine sanıyorum ki, bir çok şeyde olduğu gibi yine dört "sınıf" oluşmuş durumda. "Royal" olmak isteyenler, "halk tipi" yelkenci olanlar, sadece "tekne sahibi olup, öğrenmek yerine herşeyi bildiğini düşünenler" ve bu sınıflardan kendilerini görmeyen ama diğer sınıflar ile kesişme noktaları bulunanlar sınıfı. Ve hep o güzel, edebi, olunması istenen tanımlar işte bu sınıfın kendi tanımı.
Bu sınıfta ki herkes, kendilerince içinde olmak istedikleri bir ortam yaratmış. Sınırlarını çizmiş, kendilerince adab belirlemiş ve bir sınıf oluşturmuş. En son da tanımı bu demiş. Kuzguna yavrusu durumu yani. Olumsuzluklar es geçilmiş. Yoksa 40 kere söylersek öyle olur mu desek?
Biz de denizcilik, deniz kültürü vs yok. Zaten oluşacak kadar zaman geçmedi ki. Daha aynı fikirde olunan tanımını bile yapamıyoruz. Ama "yelkenci" tanımımız var !
Denizci ve yelkenci ayrı mıdır birbirinden ?
Ha bir de diğer meslek gurupları meselesi var. Bazen görüyorum Facebook'da filan. "Biz doktorlar" diye başlayan, "mühendislerin" ne kadar farklı olduğunu anlatan tanımlar kendi içlerinde dönüp duruyor.
Demek ki herkes kendi dahil olduğu çevrenin güzel olmasını istiyor, düşünüp hayal ediyor, bu yönde tanımlar yapıyor, mutlu oluyorlar ama kaçı gerçekleştirmeye çalışıyor orasını bilemem.
Elbette ironik olarak çok dürüst tanımlarda var, politikacı gibi, "bir amaca ulaşmak için düşündüğünden başka türlü davranmak, karşısındakilerin duygularını okşamak ya da aralarındaki anlaşmazlıklardan yararlanmak gibi yollarla işini yürütme."
Bir de garibim avukatlar var, onların kendilerini öven tanımına hiç denk gelmedim, fıkralarda bile cehennemlikler onlar ;D
-
Görevimizi yaparken “kimseye, ne müvekkile, ne hakime hele ne iktidara tabiiz. Bizim aşağımızda kişilerin varlığı iddiasında değiliz. Fakat hiç bir hiyerarşik üst de tanımıyoruz. En kıdemsizin, en kıdemliden veya isim yapmış olandan farkı yoktur. Avukatlar esir kullanmadılar, fakat efendileri de olmadı”
Molierac
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Kanımcà denizcilik kusursuzluğa erişme arzusudur. Kimilerimizin olmak istediği...
Kendi standartlarıma göre neredeyse her seyirde kusursuzluğu yakalamaya çalışırım. Bu beni bir öncekine daha iyiye götürür.
Uzun seyahatlerin kattığı ise her bitişinden sonraki zamanlarda daha çok katlanılır bir insan olduğumu sanıyorum.
Belki hiç bir zaman denizci olamayacağım ama iyi bir deniz gezgini olduğum konusunda iddialıyım. Tevazu göstermeyeceğim .
-
Görevimizi yaparken “kimseye, ne müvekkile, ne hakime hele ne iktidara tabiiz. Bizim aşağımızda kişilerin varlığı iddiasında değiliz. Fakat hiç bir hiyerarşik üst de tanımıyoruz. En kıdemsizin, en kıdemliden veya isim yapmış olandan farkı yoktur. Avukatlar esir kullanmadılar, fakat efendileri de olmadı”
Molierac
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
Süper.. Evet en bilineni bu, lakin gerçekte söylemiş midir? Her hangi bir yerde kayıtlı mıdır ? Bilinmiyor diyorlar...
Kısaca haksızlık olmasın diye bir baktım, Veciz söz göremedim başka ama tanım gördüm ;
Caton, avukatı, “konuşmasını, inandırmasını bilen namuslu adam” olarak tanımlamış.
Rönesansta avukat, “yumuşak, sakin, tanrıdan korkan, hakikatı ve adaleti seven” kişi olarak tanımlanmış.
Lande, avukatı “kaba gücün yerine merhameti, adaleti, hakkaniyeti koyan, insanoğluna diğerlerinin hakkına, mülkiyetine, hürriyetine saygıyı, vicdan, ifade ve toplanma özgürlüğünü öğreten, yoksulun, mazlumun dul ve yetimin savunucusu” olarak tanımlamış.
Yani, sonuç değişmemiş, tanımlananla gerçekte olan arasında farklar olabiliyor elbet ve övgü her zaman ağır basıyor. Yelkencilik-denizcilik tanımında olduğu gibi.
-
Aslında Tan Reis herzamanki gibi tam isabetli tespit yapmış.
Bende bu çok güldüğüm DENİZCİ şöyledir böyledir önermesini kısacık bir ekleme yapayım.
"Hoşgörüsü, suyun kaldırma gücü kadardır.
Asla fazlasını kabul etmez.
Denizin ‘‘keşke’’si, ‘‘belki’’si, ‘‘bakalım’’ı, ‘‘inşallah’’ı, ‘‘ama’’sı yoktur.
Köpüklerden beyaz sakallı, lacivert cüppeli filozof, gözüktüğünün tam tersine katıdır.
Sert ve ilkeli.
İnsanoğlu ona asla şekil veremez.
Bu yüzden o filozofun yetiştirdiği çocukları denizciler tıpatıp ona benzerler.
Denizciler; mert olur.
Korkusuz, yiğit, yardımsever, yürekli, düzgün, dürüst insanlardır denizciler.
./....
Denizcinin ruhunda yalakalık yoktur.
Denizci mert ve yiğittir.
Düzgün insandır denizci.
İlkeli ve dürüsttür.
O beyaz sakallı, lacivert cüppeli filozofun çocukları kişiliklidir.
Utanırlar...
Demiş Bekir Coşkun
Hiçbir taraftan ayağı yere basmayan maksadı olmayan boş bir önerme bunu okuyan hiçbir denizci valla doğru söylemiş camiayı tam özetlemiş falan demez.Nitekim kimsede bu yazı yüznden itiraz etmez
Tehlikesiz garanti yazı diyorlar bu tip yazılara benim bir kaç gazeteci arkadaşım var, kendi arlarında konuşurken ne için yazıldığı belli olmayan, konunun muhatabı , itirazcısı veya tastikçisi olmayan. Yazı....
Denizci , Havacı , Doktor , Avukat ,İşsiz diye insanlar ne mert olur ne yiğit
Denizci düzgün adamdır , ilkeli ve dürüstür lafı fıkrada cümle olmaz.
Denizci ,havacı ,doktor avukat bankacı diye bir şey yoktur.
İyi insan vardır, daha az iyi insan vardır ,en az iyi insan vardır.
Aslında Denizcinin iyi bir tarife ihtiyacı vardır
-
bunu okuyan hiçbir denizci valla doğru söylemiş camiayı tam özetlemiş falan demez.
İnanın ve emin olun, deniyor.
Hem de bir çok kişiden duydum, okudum.
Bu tamamen, Aslansın-Ayısın durumu yani. ;D
-
bunu okuyan hiçbir denizci valla doğru söylemiş camiayı tam özetlemiş falan demez.
İnanın ve emin olun, deniyor.
Hem de bir çok kişiden duydum, okudum.
Bu tamamen, Aslansın-Ayısın durumu yani. ;D
Çok komik Tuzlu Su dokunuyor demek ki
-
Görevimizi yaparken “kimseye, ne müvekkile, ne hakime hele ne iktidara tabiiz. Bizim aşağımızda kişilerin varlığı iddiasında değiliz. Fakat hiç bir hiyerarşik üst de tanımıyoruz. En kıdemsizin, en kıdemliden veya isim yapmış olandan farkı yoktur. Avukatlar esir kullanmadılar, fakat efendileri de olmadı”
Molierac
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
Süper.. Evet en bilineni bu, lakin gerçekte söylemiş midir? Her hangi bir yerde kayıtlı mıdır ? Bilinmiyor diyorlar...
Kısaca haksızlık olmasın diye bir baktım, Veciz söz göremedim başka ama tanım gördüm ;
Caton, avukatı, “konuşmasını, inandırmasını bilen namuslu adam” olarak tanımlamış.
Rönesansta avukat, “yumuşak, sakin, tanrıdan korkan, hakikatı ve adaleti seven” kişi olarak tanımlanmış.
Lande, avukatı “kaba gücün yerine merhameti, adaleti, hakkaniyeti koyan, insanoğluna diğerlerinin hakkına, mülkiyetine, hürriyetine saygıyı, vicdan, ifade ve toplanma özgürlüğünü öğreten, yoksulun, mazlumun dul ve yetimin savunucusu” olarak tanımlamış.
Yani, sonuç değişmemiş, tanımlananla gerçekte olan arasında farklar olabiliyor elbet ve övgü her zaman ağır basıyor. Yelkencilik-denizcilik tanımında olduğu gibi.
Thomas More, Ütopya'sında sadece avukatlara yer vermemiş bu arada :-)
-
;D ;D ;D
"Avukatların olmayışı ve yasa sayısının azlığı sayesinde, çeşitli yasal hileler ve yasaların kötü amaçlar uğruna kurnazca yorumlanması da önlenmiş olur"
-
Acaba yaşadığımız günlerde bile Klaus Hympendahl'ın anlattığı "Denizde Günah" mı bizi tam olarak anlatıyor?
Üstadım kitabı okumadığım için cevap veremeyeceğim sorunuza...
Yazın okursam cevabı yazarım..
-
Bir de Connor O 'brien in söyledikleri var. Tom Cunliffe'nin Hand Reef And Steer kitabından ,
Bu kayıklar .... cahillik , bilgisizlik , önyargı, sefalet gibi şeytanların kurbanı olmuş fakir insanlar tarafından , yine aynı şeklide acılar çeken fakir insanlar için yapıldılar. Tüm bu çektiklerine rağmen bu adamlar "iyi " tekneler yaptılar.
Tüm bu yaşanmışlıklar ile dünyanın ve denizin gizemli sırlarını hissedebilen ve doğa ile barışık (uyumlu ) bu fakir insanların zaferinden başka bir şey değildi..
-
şu cümleyi her seferinde başka tercüme ediyorum.. Şöyle adam gibi tercüme edecek kimse yok mu ?
These boats.... where built by poor men for poor men, suffering from the two great spiritual evils of poverty-ignorance and prejudice . That they still produced fine boats is to glory of natural man , who , living close to elemental things , develops an instinct for the earth or the sea which passes sophisticated understanding.
-
şu cümleyi her seferinde başka tercüme ediyorum.. Şöyle adam gibi tercüme edecek kimse yok mu ?
These boats.... where built by poor men for poor men, suffering from the two great spiritual evils of poverty-ignorance and prejudice . That they still produced fine boats is to glory of natural man , who , living close to elemental things , develops an instinct for the earth or the sea which passes sophisticated understanding.
Ersin Reis
Bence bunu tercüme edebilecek kişi yok bu memlekette. Hatta İngilizler bile yapamaz, çok ağdalı
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Bir de Connor O 'brien in söyledikleri var. Tom Cunliffe'nin Hand Reef And Steer kitabından ,
Bu kayıklar .... cahillik , bilgisizlik , önyargı, sefalet gibi şeytanların kurbanı olmuş fakir insanlar tarafından , yine aynı şeklide acılar çeken fakir insanlar için yapıldılar. Tüm bu çektiklerine rağmen bu adamlar "iyi " tekneler yaptılar.
Tüm bu yaşanmışlıklar ile dünyanın ve denizin gizemli sırlarını hissedebilen ve doğa ile barışık (uyumlu ) bu fakir insanların zaferinden başka bir şey değildi..
inşa ettikleri bu iyi tekneler, deniz ve dünya için sofistik anlayışı içeren hisler yaratan, basit yaşayan doğal insanların zaferi için yapıldı.
gibi birşey oluyor sanıyorum. önceki paragrafı zaten güzel çevirmişsin.
-
Bileşik kapları hepimiz biliriz değil mi ?
O zaman başka söze hacet yok ki.
-
Denizci diye bir şey yok.belki tekne sahipliği diye bir şey olabilir.Benim gözlemim bu yönde
En azından bu hafta sonunda Göcek'te yoktu.
Bir senelik engin denizcilik tecrübemle konuşuyorum dikkate alınmasını arz ederim ;D ;D ;D
-
Bu tekneler; önyargı ve yoksulluk-cehalet gibi iki büyük ruhani kötülükten muzdarip fakir adamlar tarafından yine fakir adamlar için yapıldılar.
Yine de iyi tekneler üretmeleri; günümüz modern anlayışını geride bırakan, doğa yada deniz için bir içgüdü geliştirebilmiş doğanın temel elementleriyle iç-içe yaşayan "doğal insan"a bir övgüdür.
Hakan Reis tercüme etmiş sağolsun.. Bu tercüme edebilem ayrı bir sanat..
-
İngilizce bilgim ve pratiğim yok denecek kadar zayıf ama Yazıda geçen " POOR" sıfatının cümle içindeki karşılığı "FAKİR" değil ki.Bence olsa olsa "KONU HAKKINDA SIRADAN İNSAN" yada sadece "SIRADAN İNSAN" olabilir.Hata ettimse af ola.
-
Buradaki tekneleri yapan "fakir adamlar" ile kendilerine tekne yapılan "fakir adamlar" herhalde mecazi anlamda kullanılmış. Aksi halde duyduğumda tüylerimi diken diken eden "deniz fakir adamı sevmez" (veciz ?!) cümlesi havada kalıveriyor da...
-
Bence "poor" Güç sahibi olmayan (zavallı ) zayıf anlamına , ve zayıf insanlar diğer zayıf insanlara Güçlü tekneler yaparak.........
Bir paragraftan tam anlam zor olur tabiyeti ile metnin akışında belki daha sağlıklı olur.
-
Denizci diye bir şey yok.belki tekne sahipliği diye bir şey olabilir.Benim gözlemim bu yönde
En azından bu hafta sonunda Göcek'te yoktu.
Bir senelik engin denizcilik tecrübemle konuşuyorum dikkate alınmasını arz ederim ;D ;D ;D
Aboooo ne yaptin abi ?0-? denizciler duymasin !O__
-
Denizci diye bir şey yok.belki tekne sahipliği diye bir şey olabilir.Benim gözlemim bu yönde
En azından bu hafta sonunda Göcek'te yoktu.
Bir senelik engin denizcilik tecrübemle konuşuyorum dikkate alınmasını arz ederim ;D ;D ;D
Aboooo ne yaptin abi ?0-? denizciler duymasin !O__
Sen benim İstanbuldan olan arkadaşlarımla Göcekte tanıştın, Denizci tanımına uyan varmı içlerine :) ;D ;D
-
Bu tekneler; önyargı ve yoksulluk-cehalet gibi iki büyük ruhani kötülükten muzdarip fakir adamlar tarafından yine fakir adamlar için yapıldılar.
Yine de iyi tekneler üretmeleri; günümüz modern anlayışını geride bırakan, doğa yada deniz için bir içgüdü geliştirebilmiş doğanın temel elementleriyle iç-içe yaşayan "doğal insan"a bir övgüdür.
Bunun felsefede karşılığı, Marx'ta vücut bulur;
Emek yaşayan, biçimlendirici ateştir. Dünyanın yaşayan zaman elinde şekillenişi, demek ki şeylerin faniliği, gelip geçiciliğidir" (Grundrisse)
(Buradan, kimse, "emek en yüce değerdir" gibi bir anlam çıkartmasın, zira rahmetli yaşadığı sırada, Alman SDP meşhur Gotha Programına böyle bir şeyler yazınca, küplere binmiş ve çok fena kalayı basmış üstüne bu zırva için bir de kitap yazmıştı-Gotha Programının Eleştirisi-. Kabaca şunu demişti; Ekonomik anlamda emek bir "değer" ise alınıp satılabilir ve hiç bir ekonomik "değer", bir diğerinden- sermayeden- üstün değildir. Bir sürü kişi bunun sosyolojik veya iktisaden ne anlama geldiğini kavra(ya)maz.)
Nihayetinde Antonio Negri( Katil-Felsefeci nam) şöyle tamamlıyor bu sav-sözü; Emeği olumlamak, emekten yana olmak, bu anlamada, hayattan yana olmaktır. Marx'ın bu teorisi ve Negri'nin bu bakışı, benim denizciliğe bakışımı özetler.
Oktay'ın tekne sahibi olmak olarak özetlediği şeye katılmam bu nedenle imkansızdır. Çünkü en burjuvamızdan en proleterimize, ( en azından zaman içinde) ortaklaştığımız şey, kayıklarımıza verdiğimiz emek ve bu emeğin tarihsel geçmişi, yani o ya da bu şekliyle aktarılan kültürüdür. Kültür'ün "ekin" anlamına geldiğini de anımsatalım.
Ben bu hususta Cem Gür'ü çok samimi bulurum. Çünkü Cem abi ve çok çok az sayıdaki benzerleri, bu işi saçma sapan zırva bir üst-ast ilişkisine indirgemez. Daha çok, işte yukarıda sözünü ettiğim, Marx'ın deyişindeki "Emek dünyayı değiştirir" sav-sözü çerçevesinde değerlendirirler. Onlardan okuduğum-öğrendiğim kadarıyla tekne-denizci ilişkisini yeni eski karşıtlığı üzerinden kurmazlar. Zira bunun karşıt olmadığını bilirler.
Kuşkusuz Cem abinin dediği gibi, eski zamanlarda kayıklara verilen emek, insana özel bir övgü olarak orta yerde durur.
Ama bütün iç gıcıklayıcı çağrışımlarına karşın o insana övgü, zalimce bir yöntemle olsa da, yerini, daha az emek isteyen modern kayıklara bırakmıştır. Bu durum ise emeğin biçim değiştirmesinden başka bir şey değildir. Nihayetinde bu modern kayıklar, on binlerce erkek ve kadının denizde olabilmesine de neden olmuştur.
Kuşkusuz ki birden bire bu kadar çok insanın denizde (hepi topu 50-60 yıl) olması,pek çok şeyi çok hızla dönüştürmüş, bu uğraşın köklerle bağını zayıflatmıştır. Ama sonuçta, bu tekne sahiplerinin bir yarısı Oktay'ın dediği gibi 'tekne sahibi olmak' gibi bir yerde kalsa da, bir diğer yarısı, kaçmak, kendine yabancılaşmamış bir emek, az biraz insan olmak, kendin gibi olmak, gündelik yaşamdan kopmak gibi her biri son derece yaşamsal kaygılarla bu işin içindedirler.
Kendi yaşam tecrübem de gösteriyor ki, yalnızca "tekne sahibi olmak" gibi bir amaçla bu uğraşa girenlerin pek çoğu da, zamanla düşünsel zeminini değiştirmekte, her biri daha çok emek, daha çok doğa, daha çok deniz, daha çok rüzgar,hasılı daha çok insani yaşam özlemini gidermeye dönüşen bir kaygının içine girmektedirler.
Öyleyse, ilkin emek. Dünyayı değiştiren güç olarak emek.
Ama emeğin biçim değiştirdiğini bileceğiz.
Daha sonra, yeryüzünde üretim biçimi değişmeden, insan değişmez, öyle eğitimle filan olmaz bu işler. Bunu da bileceğiz. (Koyu harflerle bana göre).
Yani bir insan denizci diye daha iyi insan olmaz. Görüyoruz işte orta yerde, bütün zaafiyetleriyle denizlerde olan insanları. İzleyelim; "Gemide"-" Sarmaşık" filmlerini.
Ama deniz, şimdi, bu çağda, insana insan olmayı öğreten en büyük en yakın kudret, çünkü 3/4'ü deniz küremizin. Bunu da görmezden gelmeyeceğiz.
Neyse, kimse başsağlığı dilemesin, çok güzel bir arkadaşımı kaybettim, daha çok yazardım ama, ancak bu kadar yazdım.
Selametle.
-
Denizci olmak bir kisiyi iyi insan yapmadigi konusunda hemfiyiriz zannedersem.
Benim nacizane gözlemledigim Motoryat kullananlar ilen Yelkencilerin farkli olduklari (benimde zamaninda sürat teknem var idi) yanlis anlasilmasin.
Yelkenci deyince hani kaptan tutmus kedisi hic bir seyden anlamayan kisleride kastetmiyorum.
Kaptani yardimcisi olan insanlarida gördüm adam yasli artik kendi basina 19m yelkende zorlaniyor yanina yardimci almis.
Diyecegim su ki bu ise gönül vermis kisiler gercekten bu isi yasam bicimi olarak gören dogaya saygili kisiler farkli, bunlarin kullandigi tekne boyuna bakmaksizin farklilar.
Kendime baktigimda sürat motorundan yelkene ve yelkeni yasam bicimi olarak görme asamalarinda cok degistigimi görüyorum, bakis acimin degistigini görüyorum, yaslaniyormuyum ne?
Sevgili Oktayin denizcilik-yelkencilik hakkindaki düsüncelerinin ve bakis acisinin da zaman icinde degisecegine eminim, cünki o yollardan bende gectim :P dermisim, bilgic bilgic 8-) ;D
-
Benim nacizane gözlemledigim Motoryat kullananlar ilen Yelkencilerin farkli olduklari (benimde zamaninda sürat teknem var idi) yanlis anlasilmasin.
Gene konu geldi motoryat kullananlarin denizciligi v.s sorgulanmaya.
Bana kalirsa iyi denizci olmaktan ziyade iyi insan olmaya calisilmalidir. Deniz isine yeni basladim. Suan sahibi oldugum teknem ilk teknem. Bu sure icerisinde yelkenci tanimim snop, kendini begenen dunyalarin ve butun denizlerin sahibi kendisi gibi davranan, denizde ya da karada selam verdiginizde sizin yuzunuze baktigi halde selam vermeyen, pontoonda bagli kaldigi zaman gece gec saatlere kadar gurultulu bir sekilde sohbet eden kisiler olarak goruyorum. Hele yelken yarislarina katilanlarin kasilmalarina anlam veremiyorum.
Diyecegim iyi denizci olmak oncelikli olarak iyi insan olmaktan geciyor.Yelken ya da motoryat sahibi olmakla ile degil.
Belkide yelkenli bir tekne ile giderken daha fazla deniz ile hasir nesir olunuyor ama tek sebep olarak denizcilik ile iliskilendirilmemelidir diye dusunuyorum.
-
Nedimcim
Benim gözlemim Hiç öyle değil
Benim bu bir senede gördüğüm tanıdığım Denizde yüzen araç sahibi olan adamların
Hayatımın önceki dönemlerinde tanıdığım adamlardan bir farkı yok .
Bir insan Tekne sahibi oldu diye nasıl değişebilir onu bilemiyorum.
Üçbeş kuşaktır deniz ile uğraşan ailenin fertleri belki farklı olabilir .
uzun yazdıydım bir sürü polemik çıkma ihtimali vardı.
otobanda sürat tahtidine uyarak gerisini sildim.
-
Benim nacizane gözlemledigim Motoryat kullananlar ilen Yelkencilerin farkli olduklari (benimde zamaninda sürat teknem var idi) yanlis anlasilmasin.
Gene konu geldi motoryat kullananlarin denizciligi v.s sorgulanmaya.
Bana kalirsa iyi denizci olmaktan ziyade iyi insan olmaya calisilmalidir. Deniz isine yeni basladim. Suan sahibi oldugum teknem ilk teknem. Bu sure icerisinde yelkenci tanimim snop, kendini begenen dunyalarin ve butun denizlerin sahibi kendisi gibi davranan, denizde ya da karada selam verdiginizde sizin yuzunuze baktigi halde selam vermeyen, pontoonda bagli kaldigi zaman gece gec saatlere kadar gurultulu bir sekilde sohbet eden kisiler olarak goruyorum. Hele yelken yarislarina katilanlarin kasilmalarina anlam veremiyorum.
Diyecegim iyi denizci olmak oncelikli olarak iyi insan olmaktan geciyor.Yelken ya da motoryat sahibi olmakla ile degil.
Belkide yelkenli bir tekne ile giderken daha fazla deniz ile hasir nesir olunuyor ama tek sebep olarak denizcilik ile iliskilendirilmemelidir diye dusunuyorum.
CENK kesinlikle
Seninle aynı noktadayız.
Hiç alakası yok .
Benim arkadaşlarım var Nedim'de Göcekte tanıştı 58 feet , 55 feet ve 64 feet Yelkenli tekneleri var.
Bir kere yelkenleri açıldı ise ,Direğe çıkıp bu şişman halimle
O ana yelken direklerini ben yıkamaya talibim.
Zaten Motor yatları vardı çok yakıyor diye yelkenli aldılar
Daha ne diyeyim ....
Nasıl denebilir Yelkenciler Motoryatçıdan daha denizci diye olurmu böyle bir önerme
-
Zaten Motor yatları vardı çok yakıyor diye yelkenli aldılar
Daha ne diyeyim ....
Hah, bakın bunu hep söylerim lafın arasında, mazot ucuz olsa, yelkenli sahiplerinin ciddi bir kısmı, yelkenci olmazdı diye.
Bir kısmı "bedava" diye düşünüyor, bir kısmı, yelkenli motoru daha az yakıyor diye.
-
Ve avukatlar hakkında yazılanlar, tıpkı bu çağın diğer mesleklerine düzülen övgüler gibi, zırvadır.
-
Şimdi onlar hangi kategoride ;D ;D ;D ;D
Motoryatçı mı , Yelkenci mi
Bu ayrım ve dahi Denizci adam ayrımı yanlıştır.
Bu kendini ayrıştırma , büyültme ,yüceltme psikolojisidir.
Ben şimdi hasbelkader geçen sene bir tekne sahibi oldum, ADB ,IYT her aşamasındaki Lisansları aldım, Izbarçoyu gözüm kapalı atabiliyorum ben Denizci miyim ???
(Bu arada hala demir atmışlığım ve Kendi kayığımla gidip bir yunan adasında bir ahtapot yemişliğim bir Ouzo içmişliğim yok)
Tabiki değilim , Ben denizci isem ;D ;D ;D ;D kim değil ki ?0-?
Forumlarda ağız tadı ile "Ha O koy kuzeyli eser canım sen Yorgo'nun oraya kıçtan kara olsaydın 'keşke bile diyemiyorum
;D ;D ;D
Tamam ben değilim ben zaten kendimi biliyorum 55 yaşından sonra Denizciyim diyecek halim yok ....
Kim peki O denizci ???
-
Ve avukatlar hakkında yazılanlar, tıpkı bu çağın diğer mesleklerine düzülen övgüler gibi, zırvadır.
Bülent Reis
Yemin ile ben yazacaktım ancak size olan saygım ve sevgimden yazamadım.
-
Avukatlık asrın mesleğidir.
Risk başkasının, para başkasının, hayat başkasının.
Paydası avukat. Bizim işler öyle değil.
Tabii ki her avukat için değil , Bülent reis ayrı.
-
Denizcinin afilli bir tanımı yok ki...(Veciz sözler, övgüleri filan saymazsak) Denizle-tekneyle uğraşan amatör-profesyonel herkes denizci işte.
Acemi denizci var, deniz kültürü ile yoğrulmaya başlayıp, tecrübe biriktirmiş olan denizciler var. Bir de bu işin kurdu olmuş, usta denizciler var.
Deniz kültürü nedir ? Onunda ortak bir tanımı yok. Zaten herşey bunun başının altından çıkıyor ;D
-
Denizcinin afilli bir tanımı yok ki...(Veciz sözler, övgüleri filan saymazsak) Denizle-tekneyle uğraşan amatör-profesyonel herkes denizci işte.
Acemi denizci var, deniz kültürü ile yoğrulmaya başlayıp, tecrübe biriktirmiş olan denizciler var. Bir de bu işin kurdu olmuş, usta denizciler var.
Deniz kültürü nedir ? Onunda ortak bir tanımı yok. Zaten herşey bunun başının altından çıkıyor ;D
Saatlerdir nasil tanimlayabilirim diye dusunurken benim dusuncelerime de tercuman oldunuz.
Uzun sure motorsiklet kullandim. O camia dada kim daha iyi motorcudur kavgasi surup gider. Bu konuyla birebir ortusuyor. Bence net bir cevabi yok.
Ama ne olursa olsun hem motora binerken hem de denize acilirken "Bana bir sey olmaz ven ustayim " diyerekten degilde ilk defa cikiyormus gibi tedbirli olunmasi gerektigini dusunuyorum. Motorsiklette genellikle olumlu kazalari yapanlar cok iyi motor surduklerini dusunenler oluyor.
-
Sayın Ali Ünalan Reisim ,
Şaka şaka Izbarçoyu ben atıyorumda ,Izbarço bunun farkında değil.....
;D ;D ;D ;D ;D
Aman ortam gergin herkes alıngan ve hassas sizi kendimize hasım etmeyelim malum biraz iricesiniz... :D :D
-
;D ;D ;D
Hepinizi seviyorum
Motoryatcilarida Avukatlarida ;D ;D
-
Hatırlarsan bir başka başlık altında deniz kültürü nedir? sorusuna cevap aranırken bir ortak paydada hemfikir olmaya yaklaşmıştık: Denizcilik bir disiplindir. Geçmişten bu güne kadar gelen emek, gelenek ve lingua franca çatısında kendi jargonunu biriktirip, oluşturmuş bütünün bir disiplin haline gelmesi.
Denizde Günah örneğini özellikle "denizcinin" ululaştırılmasının ne kadar boş ve anlamsız olduğunu vurgulamak için verdim. Zaten Âli de kısacık cümlesi ile özetlemiş durumu; Bileşik kaplar!
Ama başka bir gerçek de var: "Denizci" kara insanından ruhsal olarak farklıdır. Çünkü Gökyüzü, ufuk ve ötesi dünyaya, kendine, çevreye ve başkalarına bakışının temelini oluşturur. Deniz sivrilikleri törpüler, uzlaşmacılığı arttırır, dayanışma, yardımlaşma ancak şartlar müsaitse gündeme gelir ve esirgenmez. Üzerlerine yapıştırılan etikette olduğu gibi peygamberimsi Aslan Yürekli, süpermenler değiller.
-
Ama başka bir gerçek de var: "Denizci" kara insanından ruhsal olarak farklıdır. Çünkü Gökyüzü, ufuk ve ötesi dünyaya, kendine, çevreye ve başkalarına bakışının temelini oluşturur. Deniz sivrilikleri törpüler, uzlaşmacılığı arttırır, dayanışma, yardımlaşma ancak şartlar müsaitse gündeme gelir ve esirgenmez.
Deniz insanı, kara insanı demek yerine bana doğa insanı demek daha doğru geliyor çünkü denizle alakası olmayan ama bu sayılan özellikleri fazlasıyla taşıyanların olduğunu biliyorum.
-
:)xx :)xx :)xx
-
Yarı British bir arkadaşımdan yardım aldım:
cümleleri ayırlmak/birleştirmek, çevirmek isteyebilirsin. ama sanırım özü şu: (mu?)
"Yoksul adamlar tarafından yoksul adamlar için inşa edilen bu tekneler… O yoksul adamlar ki iki ruh belasıyla maluldüler: yoksulluk-cehalet ve önyargı… Buna rağmen bu şahane tekneleri inşa edebilmiş olmaları, doğal insanın zaferidir. Doğaya bu kadar yakın yaşadığı için ruhunda, deniz ve karaya dair, kültürle gelişmiş anlayışın (idrakin) çok ötesinde bir içgüdü geliştirebilmiş doğal insanın..."
These boats.... where built by poor men for poor men, suffering from the two great spiritual evils of poverty-ignorance and prejudice . That they still produced fine boats is to glory of natural man , who , living close to elemental things , develops an instinct for the earth or the sea which passes sophisticated understanding.
-
Ama başka bir gerçek de var: "Denizci" kara insanından ruhsal olarak farklıdır. Çünkü Gökyüzü, ufuk ve ötesi dünyaya, kendine, çevreye ve başkalarına bakışının temelini oluşturur. Deniz sivrilikleri törpüler, uzlaşmacılığı arttırır, dayanışma, yardımlaşma ancak şartlar müsaitse gündeme gelir ve esirgenmez.
Deniz insanı, kara insanı demek yerine bana doğa insanı demek daha doğru geliyor çünkü denizle alakası olmayan ama bu sayılan özellikleri fazlasıyla taşıyanların olduğunu biliyorum.
Haklısın doğa insanı daha geniş ve kapsayıcı.
-
Bu da güzelmiş.. Teşekkürler..
-
Adam bezmiş, pardon bizmiş.
-
Hatırlarsan bir başka başlık altında deniz kültürü nedir? sorusuna cevap aranırken bir ortak paydada hemfikir olmaya yaklaşmıştık: Denizcilik bir disiplindir. Geçmişten bu güne kadar gelen emek, gelenek ve lingua franca çatısında kendi jargonunu biriktirip, oluşturmuş bütünün bir disiplin haline gelmesi.
Denizde Günah örneğini özellikle "denizcinin" ululaştırılmasının ne kadar boş ve anlamsız olduğunu vurgulamak için verdim. Zaten Âli de kısacık cümlesi ile özetlemiş durumu; Bileşik kaplar!
Ama başka bir gerçek de var: "Denizci" kara insanından ruhsal olarak farklıdır. Çünkü Gökyüzü, ufuk ve ötesi dünyaya, kendine, çevreye ve başkalarına bakışının temelini oluşturur. Deniz sivrilikleri törpüler, uzlaşmacılığı arttırır, dayanışma, yardımlaşma ancak şartlar müsaitse gündeme gelir ve esirgenmez. Üzerlerine yapıştırılan etikette olduğu gibi peygamberimsi Aslan Yürekli, süpermenler değiller.
O tartışmayı anımsıyorum. Bizdeki - Denizcilikteki- sorun , bana kalırsa 50 60 yılda ortaya yere saçılan , denizden karin doyurmaktan uzak kişilerin denizle bağ kurmaya başlaması. Bu işin bir 'hobi' olarak kendini göstermesi. Maket uçak yapmak hobidir. Çünkü tarihi yoktur . Hiç bir iktisadi geçmişi dolayısıyla insanı şekillendirmesi yoktur. Denize çıkmak hobi olarak görüldüğünde işte "ekin" dediğimiz değer yaratan bütün tarihten kopar.
-
Ekim 1963 den beri İstanbul’da faaliyetini sürdüren, uçak modelcilerini bir grup altında toplayan, radyo kontrollü modelciliği daha kolay ve rahat kılan, disiplinli faaliyetleri ve başarıları ile model camiasına örnek olan derneğimize modelcilerin müracaatlarını bekliyoruz.
Katıl istersen Bülentçiim.
imuk.org
-
Devam ediyorum bu Kopuş da denizci dediğimiz veya denizci olmasını beklediğimiz kişilerde geçmişten gelen bilginin yerleşmemesi ne neden olur
-
Maket uçak konusu önemli Bülent bi ,devam etmeden bi baksan iyiydi.
-
Canımsın maket uçaktan vazgecelim baska şey koyalım yerine
-
Abi süpersin .
Sevgi ve saygıyla.
-
Ama başka bir gerçek de var: "Denizci" kara insanından ruhsal olarak farklıdır. Çünkü Gökyüzü, ufuk ve ötesi dünyaya, kendine, çevreye ve başkalarına bakışının temelini oluşturur. Deniz sivrilikleri törpüler, uzlaşmacılığı arttırır, dayanışma, yardımlaşma ancak şartlar müsaitse gündeme gelir ve esirgenmez.
Deniz insanı, kara insanı demek yerine bana doğa insanı demek daha doğru geliyor çünkü denizle alakası olmayan ama bu sayılan özellikleri fazlasıyla taşıyanların olduğunu biliyorum.
İzciliğe başlamak için ilk çıktığım tanışma yürüyüşünde çalıların arasından geçerken önümdeki, çalıyı tutup geçmem için yolu açtı hemen davranıp ben de çalıyı yakaladığım gibi arkamdakinin rahatça geçmesine yardımcı olarak çalıyı devrettim.. Bu basit düşünce ve eylemden çok etkilenmişim demek ki sonraki zamanlarda yıllar sonra dahi ODTÜ izci grubuyla katıldığım tüm etkinliklerde her işte her faaliyette böyle davrandım ve böyle davranıldığını gördüm. Nice sonra hasbel kader Mersin'de bir grup doğaseven biraraya geldik eğitimli lisansı "federe" (federasyona bağlı anlamında) "DAĞCI" abilerle dağlara çıkmaya başladık. Henüz birkaç etkinlik olmuştu ki Medetsiz'den inerken bir arkadaşın ayağı burkuldu yavaşladı teknik hiçbir detay içermeyen kamp yerine son birkaç kilometre kala eğimli arazide 200-300 metreyi inerken DAĞCI bastı gitti. 3 defa öndeki dağcıyla ayağı burkulan arasında inip çıkıp yardım etmesini, en azından yavaş gidip karanlıkta yol göstermesini diledim. Bastı gitti. Peşi sıra birkaç dağcı daha.. Omuzlayıp aşağı inmesine yardımcı olduk. Kamp yerine vardığımızda hayal kırıklığına uğradığımı bizi en azından bekleyerek yavaşlayarak bile katkı verebileceklerini anlatmaya çalışsam da olmadı. Zaiyattı, ekibin can güvenliğiydi vs. sanki bana Everestten iniyozda yardım edersek biz de ölecez. Mevzu izci dağcı mevzuna döndü.. Dağcı bireyseldi, izci piknikçiydi vs. o gün de dağcılığın ne boktan olduğuna kanaat getirdim. Sonra da hiçbir etkinliğe gitmedim.. izciliği gözümde iyi yapan bir birey ve kurumsallaşmış iyiler bütünüydü. Dağcılığı sevdirmeyen ise bir adamın gereksiz egosu, organize olamamış bir topluluğun varlığıydı. Yoksa ne izciler evliya ne de dağcılar egoistti.
Burada çok iyi denizciler, çok çok iyi insanlar var.. gördüm de biliyorum...
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Erman'ın yazdıkları üzerine uzun konuşulmalı.
-
Ama başka bir gerçek de var: "Denizci" kara insanından ruhsal olarak farklıdır. Çünkü Gökyüzü, ufuk ve ötesi dünyaya, kendine, çevreye ve başkalarına bakışının temelini oluşturur. Deniz sivrilikleri törpüler, uzlaşmacılığı arttırır, dayanışma, yardımlaşma ancak şartlar müsaitse gündeme gelir ve esirgenmez.
Deniz insanı, kara insanı demek yerine bana doğa insanı demek daha doğru geliyor çünkü denizle alakası olmayan ama bu sayılan özellikleri fazlasıyla taşıyanların olduğunu biliyorum.
İzciliğe başlamak için ilk çıktığım tanışma yürüyüşünde çalıların arasından geçerken önümdeki, çalıyı tutup geçmem için yolu açtı hemen davranıp ben de çalıyı yakaladığım gibi arkamdakinin rahatça geçmesine yardımcı olarak çalıyı devrettim.. Bu basit düşünce ve eylemden çok etkilenmişim demek ki sonraki zamanlarda yıllar sonra dahi ODTÜ izci grubuyla katıldığım tüm etkinliklerde her işte her faaliyette böyle davrandım ve böyle davranıldığını gördüm. Nice sonra hasbel kader Mersin'de bir grup doğaseven biraraya geldik eğitimli lisansı "federe" (federasyona bağlı anlamında) "DAĞCI" abilerle dağlara çıkmaya başladık. Henüz birkaç etkinlik olmuştu ki Medetsiz'den inerken bir arkadaşın ayağı burkuldu yavaşladı teknik hiçbir detay içermeyen kamp yerine son birkaç kilometre kala eğimli arazide 200-300 metreyi inerken DAĞCI bastı gitti. 3 defa öndeki dağcıyla ayağı burkulan arasında inip çıkıp yardım etmesini, en azından yavaş gidip karanlıkta yol göstermesini diledim. Bastı gitti. Peşi sıra birkaç dağcı daha.. Omuzlayıp aşağı inmesine yardımcı olduk. Kamp yerine vardığımızda hayal kırıklığına uğradığımı bizi en azından bekleyerek yavaşlayarak bile katkı verebileceklerini anlatmaya çalışsam da olmadı. Zaiyattı, ekibin can güvenliğiydi vs. sanki bana Everestten iniyozda yardım edersek biz de ölecez. Mevzu izci dağcı mevzuna döndü.. Dağcı bireyseldi, izci piknikçiydi vs. o gün de dağcılığın ne boktan olduğuna kanaat getirdim. Sonra da hiçbir etkinliğe gitmedim.. izciliği gözümde iyi yapan bir birey ve kurumsallaşmış iyiler bütünüydü. Dağcılığı sevdirmeyen ise bir adamın gereksiz egosu, organize olamamış bir topluluğun varlığıydı. Yoksa ne izciler evliya ne de dağcılar egoistti.
Burada çok iyi denizciler, çok çok iyi insanlar var.. gördüm de biliyorum...
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
Muhtemelen benim çevremde olan kişiler ,yukarıda bahsetmiş olduğum tekne sahipleri, "DAĞCI". Aslında hepimizin denizde izci olması gerekiyor.
-
Erman'ın yazdıkları önemli. Bir dönem ben de iki oğlumla birlikte izcilerle kaplara katıldım, gözlemledim. Neyse. Size ayni minval üzere bir başka anı anlatacağım.
Yılını hatırlamıyorum. GeKo bir Trilye deniz seferi düzenledi. Katılan tekne sayısı umulanın üzerinde. Ben de davet üzerine Mahir & Claude'un teknesindeyim. Trilye'ye sorunsuz bağlandık, gece yedik içtik, eğlendik. Ertesi sabah hava durumu netameli. Komodor erken yola çıkmamızın hayırlı olacağına karar verdi. Palamarları çözdük, yola revan olduk. Hava yıldız, yıldız poyrazdan koydukça koyuyor. Filotilla önce derli toplu İmralı'ya doğru seyrederken yavaş yavaş kopmalar başladı. Hava tam kafadan koydukça el kadar cenovalar da kapandı motor seyri ile devam ediliyor. Bozburun'u bordalayıp rotayı doğu- kuzey doğuya alıp bir an önce Körfez girişini atlatıp kuzey sahile rüzgar altına ulaşmak derdinde herkes. O sırada da pozisyonumuz neredeyse filonun ortalarında bir yer.
Bata çıka giderken makina önce öksürdü sonra da durdu. Mahir motora indi. Orasına burasına bakarken tekne hem karaya akıyor hem de diğer tekneler gidiyor iyice geride kalıyoruz. Motor da nuh diyor peygamber demiyor. Ani bir kararla Mahir, Komodor teknesine çağrı yapıp yedekleme istedi. Aradan çok zaman geçmeden bir başka tekneden havanın çok sert olduğu, yedekleme işleminin zor olacağı ve her iki tekneyi de tehlikeye atacağı düşünülerek komodorun yerdım talebimizi kabul etmediğini, kendi olanaklarımızı kullanmamızı bildirdi.
Uzatmayalım... Mahir motorla cebelleşirken ben den cenovayı olabildiğince küçük açıp rüzgara uygun bir rotada eğleşmeye başladım. Hatırlamıyorum. Uzun bir zaman sonra makina çalışmaya karar verdi. Yol verdiğimizde stop ediyor düşük devirde sorunsuz çalışıyor. Yolumuza devam ettik.
Dönüş yolumuz Trilye- Fenerbahçe'yi 17 saatte alabildik. Arada furlingin takılması, baş üstünde iki adam, sırılsıklam yelekeni toparlamaya gayretimiz, Claude'un korkusu vs... den bahsetmiyorum bile.
Komodor kararını hiç tartışmadık. Ama eğer o filo içinde motoru ve manevrası bizim teknelerimizden çok daha güçlü bir tekne olsaydı ve aynı karar alınsa idi işin rengi değişik olurdu.
-
Cem abi
Anlattığınız olay gerçekten çok enteresan.
O zaman filotilla oluşturulması , toplu seyir ruhu nerede kaldı.
-
Katıldığım rallilerin en az yarısında sevgili abimiz Teoman Arsay MAT teknesiyle en az bir, belki iki tekne yedeklemiştir. Tabii Mat'ın cüssesi ve makina gücü buna çok uygundur.
Değişik dostlarımızın komodorluğunda rallilere iştirak ettik. Bu işi en iyi yapanlardan birisi de Vefik Ulus abimizdir. Bir Güzelce rallisinde iyi ekibiyle ve hepi topu 8,5- 9 metrelik , ama hızlı Mekik adlı teknesiyle yaklaşık 15 teknelik filonun bir en başında, bir en sonunda dağınık filo boyunca gerçekten mekik dokuyarak, herkese her an yanlarında olduğu hissini mükemmel vermişti.
Kimi komodor da önden gazlar gider. Herkesin bir yoğurt yiyişi var işte.
-
Katıldığım rallilerin en az yarısında sevgili abimiz Teoman Arsay MAT teknesiyle en az bir, belki iki tekne yedeklemiştir. Tabii Mat'ın cüssesi ve makina gücü buna çok uygundur.
Değişik dostlarımızın komodorluğunda rallilere iştirak ettik. Bu işi en iyi yapanlardan birisi de Vefik Ulus abimizdir. Bir Güzelce rallisinde iyi ekibiyle ve hepi topu 8,5- 9 metrelik , ama hızlı Mekik adlı teknesiyle yaklaşık 15 teknelik filonun bir en başında, bir en sonunda dağınık filo boyunca gerçekten mekik dokuyarak, herkese her an yanlarında olduğu hissini mükemmel vermişti.
Kimi komodor da önden gazlar gider. Herkesin bir yoğurt yiyişi var işte.
Aali Kaptan,
sorumluluğu çok fazla olan iş gibi geldi bana
;D ;D Gerçekten önden basıp giden komodor fıkra gibiymiş ;D ;D
-
Erman reis ve Aali ile Cem abinin örneklerini okuyunca, atlamamamız gereken bir nokta olduğunu düşünüyorum.
Birlikte hareket etmekle, ekip olarak hareket etmek farklıdır.
Şöyle ki ;
Ekip olarak hareket ediyorsanız, bir liderden başlamak üzere her senaryo için takımlar ve görevleri belirlenir. Herkesin yapacağı iş belirlenmiştir. Bir sakatlık/arıza durumunda bilgi/teknik yeterlilik sahipleri, her daim en kolay ulaşılabilecekleri noktalarda olur. Öncelik yardım edecek/kurtaracak ekibin güvenliği olmak üzere, çok extrem bir durum olmadığı sürece gerekli müdahaleleri yapar, kimse mağdur olmaz. En baştan belirlenmiş ve kabul edilmiş görevler, sorgusuz sualsiz yerine getirilir. (Erman'ın örneğinden yola çıkarak, denizden çok dağda olmuş birisi olarak bildiklerim bu yöndedir)
Birlikte hareket edilen aktivitelerde ise, en basit söylemiyle, size yardıma koşmaya niyetli birisi yoksa, kendi başınızın çaresine bakarsınız.
Bu yüzden, "dağcı" da olsanız, "denizci" de olsanız, aktiviteden önce ne tür bir "hareket içinde" olacağınız iyi belirlemeniz gerekir.
Şayet, lider/komodor sadece söylemde varsa ve sadece "abilik" yapmak için oradaysa, bu ekip işi değil, birlikte hareket etmek oluyor ki, başınızın çaresine bakacağınız kabul etmiş oluyorsunuz.
Bunlardan bağımsız, konunun temeline bakınca, yine kişilerin "ne" oldukları değil, "ne kadar" insan oldukları önem kazanıyor.
Elbette bu tecrübeyle sabittir ki, ne kadar "insan" bile olsa, Mevlanın dediği gibi, "bakma insan oğlunun uyruğuna, tanıyamazsın basmadıkça kuyruğuna"
-
Rallilerin açıklanamayan tuhaflıklarından biri de varış zamanıdır.
Program yapılırken hareket ve varış saatleri ortalama 5,5 knotluk bir hız baz alınarak hesaplanır ve duyuruya konur ki, hem insanlar keyifle yelken yapabilsin, hem de ufak tekneler filodan kopmasın...
Sonra ralli başlar, basan gider.
Maksat varış limanında " iyi yer kapılsın " ya da akşam rakısına erken oturulsun.
Filoya yetişmek için 3300 devir ve 7,5- 7,6 knotla debelendiğimi çok bilirim.
Hele rallinin son etabı ve artık eve dönülüyorsa gaz kolunu dibe dayayan uçar gider...
Bir Mürefte rallisinde gece Mürefte Istanbul etabı yapılıyor ; kimi reisler gece seyrine alışık olmadıklarından komodor saat başı tüm teknelerin pozisyon bildirmeleri talimatını verdi, harita üzerinde pozisyonlari işaretleyerek tekneleri takip ediyorlar komodor kayığında.
Hava nefis, yelkene çok uygun, tramolalarla gidiyoruz. Gece 03;00 oldu, tekneler teker teker pozisyon bildiriyor, milletin Istanbula 2 ,bilemediniz 2,5 saatlik yolu kalmış. Biz de pozisyonumuzu bildirdik, yarı yolda kel alaka bir yerdeyiz. Mürefteden Istanbula dümdüz çizilecek ideal ( motor) rotasının epey doğusundayız. Bir sessizlik oldu...Sonra telsizden : " Sanela siz orada ne yapıyorsunuz ? " sorusu duyuldu.
Iyi bir yelkenci ve yelken hakemi olan telsiz başındaki arkadaşımız cevap verdi :
" Yelken yapıyoruz, siz ne yapıyorsunuz ? " :-X
-
Birkaç kere tekne yedekledik teknemizle.Yardıma ihtiyaç duyanı bırakıp gitmek olur mu?Bir keresinde yedekleme teklifimizi bizi düşünerek kabul etmeyen dostumuzun etrafında dolaşıp emniyette hissetmesini sağladık.Sonra kıyı emniyeti gelip onları yedekleyince limana dönmüştük.
Kendini ve mürettebatını tehlikeye atmadan her çeşit yardım ve desteği vermesi gerekir denizciyim diyenin.Buna inanmak isterim.
-
Rallilerin açıklanamayan tuhaflıklarından biri de varış zamanıdır.
Program yapılırken hareket ve varış saatleri ortalama 5,5 knotluk bir hız baz alınarak hesaplanır ve duyuruya konur ki, hem insanlar keyifle yelken yapabilsin, hem de ufak tekneler filodan kopmasın...
Sonra ralli başlar, basan gider.
Maksat varış limanında " iyi yer kapılsın " ya da akşam rakısına erken oturulsun.
Filoya yetişmek için 3300 devir ve 7,5- 7,6 knotla debelendiğimi çok bilirim.
Hele rallinin son etabı ve artık eve dönülüyorsa gaz kolunu dibe dayayan uçar gider...
Bir Mürefte rallisinde gece Mürefte Istanbul etabı yapılıyor ; kimi reisler gece seyrine alışık olmadıklarından komodor saat başı tüm teknelerin pozisyon bildirmeleri talimatını verdi, harita üzerinde pozisyonlari işaretleyerek tekneleri takip ediyorlar komodor kayığında.
Hava nefis, yelkene çok uygun, tramolalarla gidiyoruz. Gece 03;00 oldu, tekneler teker teker pozisyon bildiriyor, milletin Istanbula 2 ,bilemediniz 2,5 saatlik yolu kalmış. Biz de pozisyonumuzu bildirdik, yarı yolda kel alaka bir yerdeyiz. Mürefteden Istanbula dümdüz çizilecek ideal ( motor) rotasının epey doğusundayız. Bir sessizlik oldu...Sonra telsizden : " Sanela siz orada ne yapıyorsunuz ? " sorusu duyuldu.
Iyi bir yelkenci ve yelken hakemi olan telsiz başındaki arkadaşımız cevap verdi :
" Yelken yapıyoruz, siz ne yapıyorsunuz ? " :-X
Aali bu anlatıkların çok tedirgin edici gerçekten.
Ben hiç mutlu olmadım okuduklarımdan.
Ben hayal etmiştimki filotilla herkes herkesin arkasını kollayan,başında kuralları belirlenmiş geçiş zamanları planlanmış organize bir iş. Sonuçta "DENİZCİ " işi ya..
Ama buda tam Türk işi imiş meğerse...
-
Tersine örnekler daha çok Oktaycım.
-
Mesela ben
Mustafa Ertör kaptanı hayatımda bir kere gördüm (kesinlikle listeyi çok uzatabilirim çok insanı aynı kategoriye koyarım) ama beraber yola çıkmaya bir saniye tereddüt etmem. Bilirimki döneceksek beraber döneriz , dönmeyeceksek de hiç dönmeyiz.
Bir çok insan için böyle hisseder insan
Ama bazı insan var anlarsın arkanı dönüp baktığında orda olmayacağını hissedersin.
Herhalde camiada tanır bu tipleri
-
Tersine örnekler daha çok Oktaycım.
Bende öyle tahmin ediyorum.
:) :)
-
Oktaycım, aslen disiplin işi...
Ben de pek disiplinli, katı kurallara saygılı filan biri değilim.
Ama herhalde tekneyle rallicilik bir mecburiyet değil, bir ödev değil.
Yetişkinler için bir oyun oynanıyor aslında...Keyfini çıkarmak için belli ve basit kurallara uymak lazım, yoksa oyun bozulur.
Teknen çok hızlıysa veya sen veya eşin ya da misafirin bir an önce kapağı eve atmak istiyorsa ; hiç katılma veya mazeret beyan et, komodora anons edip ralliden ayrıl, bas yoluna git. Ama 10 -15 teknelik bir düzeni bozma ? Arkada kalan teknelerdeki insanlarin huzurunu bozma.
Son bir tuhaflık daha yazayım ; bildiğim hatırladığım başka olumsuzluk kalmasın. Diğer ralli anılarımın hepsi keyifle anımsadığım olaylardir.
Imdi kayıklar limana yanaşacağı zaman başıbozukluk hüküm sürmesin diye ilk olarak komodor teknesinin girip bağlanması ve ekibiyle diğer teknelere telsizle yol ve asıl yer gösterip, karadan da yardım ederek herkesin kazasız belasız yanaşmasının sağlanması adet olmuştur.
Fakat bu da düşünüldüğü gibi ideal işlemedi. Bu defa dendi ki tekneler limana girerken yol kessinler, tek sıra olsunlar, kimse kimseyi geçmesin. Biz de karadan liman ağzından girişini gördüğümüz tekneyi uygun bir yere yönlendirelim...
Iyi fikir, uygularsın, hızını öndeki tekneye uydurup araya mesafe koyup yavaşlarsın, bir muhterem arkadan ve açıktan tapa gaz gelir, seni ve önündeki tekneleri geçer ve mesela en öndeki tekneyle kafa kafaya aynı anda limana dalar. Bu defa organizasyon heyeti şaşırır, çuvallar : hangisini önce yanaştıracaksın, birini bağlarken öbürü ne yapacak ?
Bu yanaşmaların tek düzgün işlediği alan Deniz Lisesi , Deniz Harp Okulu ve Gölcük Donanma Üssüne yapılan rallilerdi. Bahriye teknelerin tek sıra halinde gelip, önceden tekne isimlerini anons etmelerini ister ; sonra komodorun da yardımıyla, tekneler tek tek isimleri anons edilerek içeri davet edilirdi. Böylelikle herkese uygun yer ayarlanır, herkesin halatının ucundan tutacak insan da mevcut olurdu.
-
Cem abi
Anlattığınız olay gerçekten çok enteresan.
O zaman filotilla oluşturulması , toplu seyir ruhu nerede kaldı.
İşin püf noktası Kaan'ın yazdıklarında :)
-
Aali Disiplin olmadan hiçbir şey olmaz derler ya bazen bu lafın Bize mahsus olduğunu düşünürüm.
Bu nasıl bir acaiplik.
Bu anlattığını Göcekte bir kaç defa yaşadık.
Pazar akşamı saat 17:00 dan sonra marinaya girişte yığılma oluyor.
Bizim marina çok kalabalık değil zaten ,yığılma dediğim 3-4 tekne oluyorsun.
Palamar anonsundan sonra palamar anlaşıldı yanaşma için 3 numarasınız diyor.
Marina dışında bekliyorsunuz.
Aaaa bir bakıyorsunuz hiç anons yapmadan yanınızdan geçip giriyor adam marinaya
tam girişte palamar anons ediyor.....
Ben geçen hafta 3 numaraydım 7. girdim marinaya
Tuhaf olan hep yanımdan geçenler yelkenli ;D ;D ;D
İnsen gitsen bir laf söylesen Komşun ne diyeceksin.....
-
Aaaa bir bakıyorsunuz hiç anons yapmadan yanınızdan geçip giriyor adam marinaya
tam girişte palamar anons ediyor.....
Ben geçen hafta 3 numaraydım 7. girdim marinaya
Tuhaf olan hep yanımdan geçenler yelkenli ;D ;D ;D
İnsen gitsen bir laf söylesen Komşun ne diyeceksin.....
Onlar muhtemelen İzmir'li. Trafikte burada bir adet oluştu. İki şerit tıkalı en sağ şerit sol tarafa dönenler olduğu için akıcı. Akıllı olduğunu düşünenler bu açık şeritten gelip diğer şeritlere giriş yapıyorlar ve akmayan şeritleri daha da tıkıyorlar. Bunlarda onların denizdeki halleri.
-
Aaaa bir bakıyorsunuz hiç anons yapmadan yanınızdan geçip giriyor adam marinaya
tam girişte palamar anons ediyor.....
Ben geçen hafta 3 numaraydım 7. girdim marinaya
Tuhaf olan hep yanımdan geçenler yelkenli ;D ;D ;D
İnsen gitsen bir laf söylesen Komşun ne diyeceksin.....
Onlar muhtemelen İzmir'li. Trafikte burada bir adet oluştu. İki şerit tıkalı en sağ şerit sol tarafa dönenler olduğu için akıcı. Akıllı olduğunu düşünenler bu açık şeritten gelip diğer şeritlere giriş yapıyorlar ve akmayan şeritleri daha da tıkıyorlar. Bunlarda onların denizdeki halleri.
Cenk sen çok yaşşaaaaa
Sen İstanbulun ayılarını görsen , İzmirli utanır özür diler kabahatini söylersen.
Bizim burda üstüne birde dayak yersin.
Ama soracağım gelecek hafta bu uyanıklara bakalım plakaları ne imiş.
Bizim marinada had safha Denizlili var.
Ama yelkensiz onların tekneleri genelde...
Yelkensizlerde böyle problem olmuyor.
Müretebat var genelde herhalde talimat vermişler sıkıntı olmuyor.
-
Erman reis ve Aali ile Cem abinin örneklerini okuyunca, atlamamamız gereken bir nokta olduğunu düşünüyorum.
Birlikte hareket etmekle, ekip olarak hareket etmek farklıdır.
Şöyle ki ;
Ekip olarak hareket ediyorsanız, bir liderden başlamak üzere her senaryo için takımlar ve görevleri belirlenir. Herkesin yapacağı iş belirlenmiştir. Bir sakatlık/arıza durumunda bilgi/teknik yeterlilik sahipleri, her daim en kolay ulaşılabilecekleri noktalarda olur. Öncelik yardım edecek/kurtaracak ekibin güvenliği olmak üzere, çok extrem bir durum olmadığı sürece gerekli müdahaleleri yapar, kimse mağdur olmaz. En baştan belirlenmiş ve kabul edilmiş görevler, sorgusuz sualsiz yerine getirilir. (Erman'ın örneğinden yola çıkarak, denizden çok dağda olmuş birisi olarak bildiklerim bu yöndedir)
Birlikte hareket edilen aktivitelerde ise, en basit söylemiyle, size yardıma koşmaya niyetli birisi yoksa, kendi başınızın çaresine bakarsınız.
Bu yüzden, "dağcı" da olsanız, "denizci" de olsanız, aktiviteden önce ne tür bir "hareket içinde" olacağınız iyi belirlemeniz gerekir.
Şayet, lider/komodor sadece söylemde varsa ve sadece "abilik" yapmak için oradaysa, bu ekip işi değil, birlikte hareket etmek oluyor ki, başınızın çaresine bakacağınız kabul etmiş oluyorsunuz.
Bunlardan bağımsız, konunun temeline bakınca, yine kişilerin "ne" oldukları değil, "ne kadar" insan oldukları önem kazanıyor.
Elbette bu tecrübeyle sabittir ki, ne kadar "insan" bile olsa, Mevlanın dediği gibi, "bakma insan oğlunun uyruğuna, tanıyamazsın basmadıkça kuyruğuna"
Çok güzel bir özet olmuş.. Aslında tam da ifade etmek istediğimdi ama bazen yazarken dağılabiliyorum..
Tam da bu yüzden biraz da izciye piknikçi, dağcıya egoist örneğinden gittimdi. İzci organizasyonumuz öyle iyi kurgulanmıştı ki ekipte görev ve sorumluluklar tanımlanmış; öncülerin artçıların, ilk yardım ekibinin, keşif ekibinin görevleri, malzemelerden sorumlulara kadar hepsi belirlenirdi. İyi kurgulanmış, güzel bir müfredatı olan eğitim sistemi vardı. Haftasonu kamplarında hem düzenli eğitimler verilir hem de doğa ile kucaklaşma sağlanırdı Amatörce yapılan ama hiçte acemice olmayan bir organizasyondu.. Bana kalırsa bu izci organizasyonunu başarılı kılansa 80'lerden bu yana bu üniversite grubunun yerleştirdiği kurumsal kültür ve bunu bir kaç yıl içerisinde yeni gelenlere aktarabilme kabiliyeti idi.. Kamplara mezunlar da gelir, efsane lider dediğimiz kelli felli adam, liderin peşinden tıpkı bir ekip üyesi gibi devam eder, akşam olunca ona ateşin başında şunu da anlat bunu da anlat diye kulaktan kulağa duyduğumuz hikayeleri tekrar tekrar anlattırırdık. Üniversiteden mezun olalı 15 sene oldu her sene ararlar mezun izci buluşması için Eymir'e davet ederler. Düşünün ki en az 10 yıldır hiç görmediğim tanımadığım benden en az 10 yaş küçük insanlar arayıp gelin beraber olalım bize hikayelerini anlat diyor. Nedense böyle yapılarda da pek nadiren kuyruğa basılıyor...
Yoksa iyi denizci, iyi izci, iyi dağcı olmak salt kayıtsız şartsız yardıma gitmek değil elbet daha bir sürü başka nitelik de gerektirir.
Konuştuğumuz o denizcilik kültürü vardı ya.Hah o işte; kurumsallaşmış, neredeyse genlerle yeni gelene aktarılır olmuş bir yapıdan iyi denizciler çıkar. Yoksa herkes dağda önden koşarak inen belgeli abi dağcı, denizde giden araç sahibi denizcidir de denilebilir. Trafikte olduğu gibi kırmızıda geçtin deyince de sana ne lan der devam eder gider..
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Mevlanın dediği gibi, "bakma insan oğlunun uyruğuna, tanıyamazsın basmadıkça kuyruğuna"
Bu arada gözüm ilişti. "Mevlana'nın" yerine Mevlanın yazmışım kusura bakmayın.
(https://i.hizliresim.com/3EdvMr.jpg) (https://hizliresim.com/3EdvMr)
Siz de... :-[
-
Yani ???
Bir senelik engin denizcilik tecrübem ile edindiğim
Denizci diye başka bir insan türü yok fikri doğru oluyor bu durumda
Öyle mi ?
-
Aksine Oktay'cığım ;
o kadar çeşitli insan tipi var ki ; ne kadar ufak dahi olsa bunlardan homojen bir gurup yaratamıyorsun.
Ister kanarya severler olsun, ister denizciler...Her gurubun içinde tip tip insan oluyor.
-
Ama sorun bu tip tip adamların nelerde kesiştiği nelerde ortaklastigi?
Ben Cem ve Âli abilerin bu konu üzerine titizlendiklerini düşünüyorum.
-
Gereksiz espri komikte değil
Sildim
:) :)
-
Ama sorun bu tip tip adamların nelerde kesiştiği nelerde ortaklastigi?
Ben Cem ve Âli abilerin bu konu üzerine titizlendiklerini düşünüyorum.
Bülent titizlenmek değil, galiba yaşlandıkça tahammülsüzlük başlıyor.
Bir de gençken dangalak gördüğünde girişmekten çekinmezken yaşlanınca bulaşmaktan vaz geçiyorsun bu da insanı dolduruyor, olumsuz tesir ediyor tabii...
-
Ama sorun bu tip tip adamların nelerde kesiştiği nelerde ortaklastigi?
Ben Cem ve Âli abilerin bu konu üzerine titizlendiklerini düşünüyorum.
Bülent titizlenmek değil, galiba yaşlandıkça tahammülsüzlük başlıyor.
Bir de gençken dangalak gördüğünde girişmekten çekinmezken yaşlanınca bulaşmaktan vaz geçiyorsun bu da insanı dolduruyor, olumsuz tesir ediyor tabii...
Aali seni kavga ederken bir türlü gözümün önüne getiremedim :) (kibarlığından dolayı)
Ama gençken bizim mahallede herkes bir başka atarlıydı ...
-
Denizci, havacı, sucu filan yoktur.
Adam olan olmayan vardır.
Bir de ada dönüşü benzini bitip yolda kalmış Folkeboat çelmişlş@m vardır.
Ama isim vermeyeceğim. Kızıyor. Her şeyi anlatıyormuşum.
-
Denizci, havacı, sucu filan yoktur.
Adam olan olmayan vardır.
Bir de ada dönüşü benzini bitip yolda kalmış Folkeboat çelmişlş@m vardır.
Ama isim vermeyeceğim. Kızıyor. Her şeyi anlatıyormuşum.
Işte temel kitaplara geçecek yerel değil beynelmilel örnek amatör denizci prototipi. Tanıyın.
-
Denizci, havacı, sucu filan yoktur.
Adam olan olmayan vardır.
Bir de ada dönüşü benzini bitip yolda kalmış Folkeboat çelmişlş@m vardır.
Ama isim vermeyeceğim. Kızıyor. Her şeyi anlatıyormuşum.
Işte temel kitaplara geçecek yerel değil beynelmilel örnek amatör denizci prototipi. Tanıyın.
Hadi ne olur anlatın çok merak ettim
-
Ama sorun bu tip tip adamların nelerde kesiştiği nelerde ortaklastigi?
Ben Cem ve Âli abilerin bu konu üzerine titizlendiklerini düşünüyorum.
Bülent titizlenmek değil, galiba yaşlandıkça tahammülsüzlük başlıyor.
Bir de gençken dangalak gördüğünde girişmekten çekinmezken yaşlanınca bulaşmaktan vaz geçiyorsun bu da insanı dolduruyor, olumsuz tesir ediyor tabii...
Aali seni kavga ederken bir türlü gözümün önüne getiremedim :) (kibarlığından dolayı)
Ama gençken bizim mahallede herkes bir başka atarlıydı ...
Gençken ters yoldan geliyor diye Gayrettepe 2. Şube önünde bi beyaz Toros içindeki üniformalı Başkomser amcaya saldırdığım olduydu...
Meğer ben ters yoldaymışım. :-[
-
Ama sorun bu tip tip adamların nelerde kesiştiği nelerde ortaklastigi?
Ben Cem ve Âli abilerin bu konu üzerine titizlendiklerini düşünüyorum.
Bülent titizlenmek değil, galiba yaşlandıkça tahammülsüzlük başlıyor.
Bir de gençken dangalak gördüğünde girişmekten çekinmezken yaşlanınca bulaşmaktan vaz geçiyorsun bu da insanı dolduruyor, olumsuz tesir ediyor tabii...
Aali seni kavga ederken bir türlü gözümün önüne getiremedim :) (kibarlığından dolayı)
Ama gençken bizim mahallede herkes bir başka atarlıydı ...
Gençken ters yoldan geliyor diye Gayrettepe 2. Şube önünde bi beyaz Toros içindeki üniformalı Başkomser amcaya saldırdığım olduydu...
Meğer ben ters yoldaymışım. :-[
Eyvah eyvah
-
Prototip mi demiştin sen?
-
öyle dedim, bi yanlışlık mı var ?
-
Denizci, havacı, sucu filan yoktur.
Adam olan olmayan vardır.
Bir de ada dönüşü benzini bitip yolda kalmış Folkeboat çelmişlş@m vardır.
Ama isim vermeyeceğim. Kızıyor. Her şeyi anlatıyormuşum.
Bu hikayeyi bekliyorum heyecanla altından ne çıkacak acaba alemsiniz her ikinizde ;D ;D
-
Ters yöne giren sen, emniyetin önünde torostaki komisere çatan sen!
Prototip ben?
-
Ters yöne giren sen, emniyetin önünde torostaki komisere çatan sen!
Prototip ben?
Hata hemen her gün ve mantıksız biçimde trafik akışını değiştiren yetkililerde...
Hem hemen de karşındaki gencecik adama tabanca çekilmez ki yahu ? :-[
Ayrıca sivil vatandaşın da hakları var.
-
Sınırdayım.. sabrımı zorlamayın..
-
Peeeh ! Sana bişi olmaz. Şerbetlisin sen. Ya da doğduğunda şerbet kazanına düşmüşsün zaten...
-
Hopdediks o
-
Senden farkı saçı olması...
-
Sınırdayım.. sabrımı zorlamayın..
Suriye ?
-
Böke
-
Esas hikayeyi bekliyoruz
-
Merak etmeyin mahallenin dedikoducu teyzesi 7/24 yayında zaten...
-
Merak etmeyin mahallenin dedikoducu teyzesi 7/24 yayında zaten...
Sen anlat nasılsa ok yaydan çıktı illa öğreneceğiz...
-
Ben anlatsam nasılsa " bi kere o olay öyle olmadı..." diyecek ; pes ettim ben.
-
Sen de doğrusunu anlat madem
-
Hatırlamam ki...
150 kere arabayla 15 kere de tekneyle yakıtsız kalmışlığım vardır benim.
Beynim çöp tenekesi mi hepsini hatırlayayım ?
-
Bak biz ailece nasıl Denizciyiz
Teoriyi bıraktık Kechi sailingin azuree si ile denize çıktık .
Hoca yelken açma kapatmayı gösterdi sonra size
camadan vurmayı da göstereceğim dedi
Bizim hanım
Ayyy beni bırakın sahile ne vuracaksanız öyle vurun delimisiniz nesiniz.
Yazık değilmi......
Derin sesizlik oldu .....
Hoca zaten mevsimi değil abla merak etme bulamayız
İyi. O zaman
Soracağınız bir şey olursa biz burdayız altını çizeyim istedim ,çekinmeyin
-
Ama sorun bu tip tip adamların nelerde kesiştiği nelerde ortaklastigi?
Ben Cem ve Âli abilerin bu konu üzerine titizlendiklerini düşünüyorum.
Bülent titizlenmek değil, galiba yaşlandıkça tahammülsüzlük başlıyor.
Bir de gençken dangalak gördüğünde girişmekten çekinmezken yaşlanınca bulaşmaktan vaz geçiyorsun bu da insanı dolduruyor, olumsuz tesir ediyor tabii...
Arif adamın hali başka oluyor. Zaten söyleneceği söylemiş Âli.
Titizlenmekten ziyade eskiden olsa sıkılmadan bıdı bıdı oturup anlatırdım.
Şimdilerde bir, iki deniyorum. Olmadı mı ya kadehime dönüyorum ya da yerdeki taşları tekmeliyorum .
-
Konu dedim abilerim , kişi değil.
-
Bebeleri ve çocukları gözardı edersek.
Kişiler ikiye ayrılır.
Kadınlar ve erkekler.
Her iki gruptan karacı, yelkenci, havacı, avcı, dalgıç, çiftçi, planörcü,
paraşütçü, muhallebici v.b çıkar.
Bu alt grupların içinde en fazla adam çıkaran grup birinci gruptur. Yani Kadınlar grubu.
İşte o adamların alt grubu deniz ve denize dair ise onlara DENİZCİ denir.
-
Bebeleri ve çocukları gözardı edersek.
Kişiler ikiye ayrılır.
Kadınlar ve erkekler.
Her iki gruptan karacı, yelkenci, havacı, avcı, dalgıç, çiftçi, planörcü,
paraşütçü, muhallebici v.b çıkar.
Bu alt grupların içinde en fazla adam çıkaran grup birinci gruptur. Yani Kadınlar grubu.
İşte o adamların alt grubu deniz ve denize dair ise onlara DENİZCİ denir.
Karışık olmuş biraz Hocam Türkçe mealini alsak ... :D
-
Bu kavramın tarifinde konuşulan iki yön var sanırım.
1 ) Denizde olmanın olmazsa olmazı nedir?
Deniz üzerinde olacaksın. Can güvenliğin ve teknenin işleyişi ile ilgili gerekli olan ekipmanların sıhhati ve emniyetine dikkat edeceksin. Asgari bilgiye sahip olacaksın. Dümen, rüzgar gibi şeyleri duyunca bunlar neki demeyeceksin. Bunlara denizciliğin özü diyelim.
2 ) denizde başka denizci ve canlılara karşı tavrımız ne olmalı. Bunlar da çevre bilinci ve adabı muaşeret kuralları. Yani deniz canlılarını ziyan etmeyecek ve diğer denizcilerle sağlıklı bir cemiyeti oluşturup yürütmeye dikkat edeceksin .
Önem sırası da yukarıdaki gibi 1 ve 2 yani.
Biz Türkler son derece basiretli bir kararla ikisini bir bütün olarak görmekteyiz. Yani işin özü ve çevre ile olan ilişki birbirinin ayrılmaz bütünü. Bu şekilde bir medeniyet kurulur. Medeniyet de başkaları umursanır. Bülentin uyardığı Göçer kavramında başkası ya yoktur ya da nüfusu çok azdır.
Göçer kavramına rezervim olsa da burada anlaşılmak için kullandım. Çünkü göçer ihtiyaç duymadığı için adabı muaşeret kurallarını bilmez ve uygulamaz. Kötü niyetden ziyade ihtiyaç meselesidir o davranış kalınlığı. Bizim burada karşılaştığımız tipler böyle değil. Bizim karşılaştığımız tipler bencil ve haris kişiler. Her şeyi kendi çıkarları için kullanma peşinde koşan hodbin kişiler. Ama bu egoistlik kişinin içinde olduğu için bizim görmemize imkan yok. Öte yandan davranışları görülebilir. Bu sebeple medeniyet ve adabı muaşeret dediğimiz başkalarının yanında nasıl davranmalıyız önemli.
Özetle, denizciliğin özü denizde olmak önemli. İkincil olarak adabı muaşeret kuralları da önemli. İkisi bir bütün etmekte.
1. Maddedeki eksiklikler adamı canından edebilir.
2. Maddedeki eksiklikler de medeniyeti yok edebilir.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Nuri hocam söyledikleriniz son derece gerçek.
Ancak Kişilik , İnsanlık , Çevreye Uyum , Saygı , Terbiye bunun gibi davranış biçimleri aileden başlayarak toplumun ve toplumun görevlendirdiği kurumların şekillendirdiği özelikler Birey üzerinde.
Şimdi bir insan 40 yaşına kadar çöpü arabasının camından fırlatmış , Otobanda Exitte geri geri gitmiş, Kırmızı ışıkta geçmiş ....
41 yaşında Yelkenli tekne sahibi olmuş , bu adamın adı da denizci.
EEE artık Denizci oldum diye 40 yıllık şekillendirmeyi değiştiremiyor ,zaten öyle bir isteğide yok. Çöpünü bu sefer denize savutturuyor marinada herkesin önüne geçmeyi akıllıktan sayıyor.
Bunu söylemeye çalışıyoruz.
Denizci diye bir kesim var ama davranış olarak toplumun diğer katmanlarından - sadece bir deniz aracı sahibi oldu diye - ayrı değil.
Toplum ne ise Denizcide "O".
selamlar
-
Aslında, deniz insanı şekillendirir, sivriliklerini alır dedikleri şeyler bunlar.
Yani, "denizci" den beklenenler. Bu tanımlamaların sebeblerinden biri de bu bence. 40 yıl nasıl yaşadıysan yaşadın. Deniz camiası, kötü davranışlardan ayrı olması gereken, tanımlarda ki gibi yaşanması gerektiği düşünülen, belki biraz ütopik ama buna uyum sağlayan, sağlamak isteyenlerin az olmadığı bir dünya.
Evet, toplum ne ise denizci o denilebilir ve doğru bir gözlemdir maalesef, ancak, toplumun içerisinde daha uyumlu ve daha bir güzel topluluk olması için uğraşan insanlar olması beni sevindiriyor doğrusu. Bu insanlara da "denizci" deniyorsa ne âla.
Bu yüzden de aksi davranışlar bu kadar eleştiriliyor ve çok keskin bir söylem olan, "denizci olan" ve denizci olamayan" ayrımları yapılıyor. Yada "denizci olmak" ile "tekne sahibi olmak" arasında ki fark gibi.
Biraz sert söylemler, işin içerisine yeni girmiş yada girmeye çalışanlar için çok itici, hatta kırıcı gelse de, söylenmeye çalışanların özünde bu yatıyor gibi geliyor bana.
Evet, önce her yerde insan. İyi insan kötü insan farkı var bu göz ardı edilemez elbette. Deniz kültürü denilen "şeyde", belli davranış ve adetler kabul görmüş, çoğunluk bunların doğru ve olması gerekenler olarak kabul etmiş. Denize çıkan herkesten de bunu yapması, öğrenmeye istekli olması, en azından saygı göstermesi bekleniyor.
Ve yine sanıyorum ki bu konuları konuşan herhalde bir bizim ülkemizdir. Amatör deniz tarihimizin kısa olması haricinde, sadece 90 yıl gibi bir zaman içerisinde tüm dünyanın yaşadığı bir kaç yüzyıllık ilerlemeye denk gelmesi ve yavaş yavaş pişmeden bir anda servis edilmesi buna sebep olmuş olabilir.
-
Oktay Kaptanın dediğine ek bir örnek de benden;
Bundan 2,5 sene evvel, Pendik Marina'nın yine klasik pazar akşamı kalabalık girişlerinden biri. Telsizden sıramı aldım.. içeri alınacak 18. (on sekizinci) tekneyim. liman ağzında kalabalık biçimde dolanıyoruz.
İçeri hiç anons yapmadan yine bir deniz aracı sahibi (denizci yazmaya elim varmıyor) daldı. Telsizden tabi buna insan gibi sıra bekleyenler, hem tekneye hem de girişine müsaade eden palamarlara serzenişte(!) bulunuyorlar.
Giren tekne, bu anonslara halen kulağımda olan şu cevabı geçmişti: "Ben palamar almadan kendim yanaşacağım, size ne??"
Verdi verdi de; o kanalda daha önce girenler, yanaşanlar var; hem onlara hem palamarlara engel olacağını bilemiyor herhalde. Neyse efendim; girmek istediği yeri için kanala girince, yanaşmakta olan diğer tekneyi bekliyor arkadaş. (yazmayı unuttum rüzgar da 15-18Knotlarda esiyor) O kanalda hareket etmeden durmak imkansız, bir de manevra yeri de kısıtlı zaten... Bu sırada motoru da duruyor mu bu şahsın..!! Bordasından bağlı olan teknelere yaslanıyor ve kalıyor. Tabi yaslandığı teknelerin çapaları, bastonları; bu şahsın teknesine bordadan giriyor ve takılıyor (bordayı delmeden, vardevela tellerine vs iyice dolanıyor.) Salması bağlı olan teknelerin tonoz halatlarına takılıyor. Motor çalışsa bile pervaneyi kullanamayacak hale geliyor zaten. Anlayacağınız neredeyse düğüm oluyorlar.
Bu arkadaş palamarlara anons geçiyor, yardım istiyor. ;D >:( Palamarların hepsi bu arkadaş için gidiyor, marina girişleri duruyor, kendisini uzun bir süre kurtaramıyorlar, zira rüzgar da bir yandan bu tekneyi düğüm olduğu yere iyice yaslıyor.
Olan dışarıda edebiyle sırasını bekleyen denizcilere oluyor.
Ben o gün tam 1 saat 55 dakika marinaya girişi beklediğimi hatırlıyorum. Şimdi bu olacak bir şey midir??? Bu deniz aracı sahibinden denizci olur mu hiç?? Soruyorum bu adamın sivri yerlerini yontmak için denizin ıskarpelası, zımparası yeterli gelir mi sizce???
Not: oradaki motoryatları hiç örnek vermeyeceğim. Onların bırakın palamarlara anons yapmasını, girişte hız kesmelerine fit olmuştuk neredeyse artık...
-
Hem Oktay reise hem size bir soru.
Bu olay yaşandıktan sonra o tekne sahibinin yanına gittiniz mi ?
-
Hem Oktay reise hem size bir soru.
Bu olay yaşandıktan sonra o tekne sahibinin yanına gittiniz mi ?
Ben bu hikayenin detayını o gün beni bağlamaya gelen palamardan öğrendim. Aynı pontonda değildik o adam ile.
Olsaydık da münakaşa çıkmasın diye bulaşmazdım sanırım, zira bu adamların özür dileyeceklerine inanmıyorum. İki seçenek var, ya kavga çıkar ya kavga çıkar. Ailenizin ve misafirlerinizin yanında böyle bir durum yaşamak ister misiniz mesela?
-
İlk seferinde yanına gider, insanlara yaşattıklarını, yaptığı yanlışı anlatırım.. İkincisinde kesinlikle kavga ederim.
Belki dayak yer belki dayak atarım ama o günü, ona asla unutamayacağı bir hale getiririm.
Benden denizci olmaz sanırım.
Bu tür insanların, kibar insanların zaafiyetinden yararlandıklarını, "zorba" lık yaptıklarında yanına kâr kalacaklarını düşündüklerini biliyorum. Şahsen bana yapılmasına izin vermem.
-
;D ;D ;D
Tan Kaptanım
Karada havada hayatımızın her tarafında
Bunlar o kadar çok ki ;D
Hangi biri ile kavga edeceksin.
Yapılmasına izin vermem ;D
Adam yapmış bitirmiş sana ne safhasına geçmiş oluyor zaten.
Fıkra gibi memleket....
-
;D ;D ;D
"Zorbalık yapılmasına izin vermem", "Yanına kâr kalmasına izin vermem"
Bir marinada böyle bir olay yaşandığında, o anda kendisine haksızlık yapılmış olan 4-5, artık kaç tekne ise, sahibleri hem yapan tekne sahibini hem de marina yetkililerini kesin bir dille uyarsa, işin nereye gideceği zaten belli olur. Uyarı yetmeyeceği, gerektiği durumda da iş kavga noktasına gelirse de asla çekinmem şahsen.
Hep bu, hangi biriyle uğraşacağız ki ? tepkisizliği bu hale getiriyor.
Tepki göstermeyecekseniz, şikayette etmeyeceksiniz anlamına gelir.
-
Bir gün ;
Tekne sahibinin biri herkes marinaya girmek için sırasını beklerken, kimseyi umursamadan bastı girdi, bir de insanlara "sana ne" dedi. Ama sonra herkes yanaştıktan sonra sıradaki tekne sahipleri, hep beraber o saygısız tekne sahibinin yanına gidip, adamı önce güzelce uyarıp, olmayınca öyle bir rezil ettiler ki bütün marinaya, bir daha kimse bırak sıra dışı girmeyi, en ufak bir saygısızlık dahi yapmadı.
diye bir hikaye duyacakmıyız acaba bir gün... Çok mu hayal ürünü yoksa neden yapılamasın ki tadında mı ?
-
Benzer konu ile ilgili, Gezgin Korsan’da yıllar önce bir öneride bulunmuştum.
Bir şekilde uygunsuz davranan tekneleri (koya hızla giren ya da yakında geçen motoryat, sıra beklemeyen tekne vb) nazik bir mektupla uyaralım.
Sayın .... teknesi sahibi,
.... tarihinde farkında olmadan yaptığınızı düşündüğümüz şu hareket, şu mağduriyete/rahatsızlığa - her neyse- yol açmıştır.
Bu konuda göstereceğiniz hassasiyete peşinen teşekkür ederiz.
Heyamola Hey üyeleri/grubu, filan gibilerinden
-
Bence çok güzel bir fikir.
Tam denizci nezaketi.
Nasıl olursa olsun, yeter ki, insanlar yapılan bir haksızlık karşısında sessiz kalmasın.
-
Bizde ama banka gişesi olsun, hava alanında check-in kuyruğunda olsun ; sırasını beklemeyip edepsizlik edenlere karşı çalışanların öğrenilmiş bir umursamazlık demeyelim ama ; çekingenliği var.
Buyurgana, tepeden bakana boyun eğmek gibi bir yerleşik alışkanlığımız zaten var buna bir de başını derde sokmama endişesi ekleniyor herhalde...Izliyorum mesela bankodaki memur da önce sıra tanımaza bir tuhaf ve aslında kinayici bakışla bakıyor ; sıradakilere de " Ya siz ne diyorsunuz bu işe ? " der gibi ve destek bekler bir bakış atıyor, kimsenin sesi de çıkmıyorsa ' aman, bana ne ... " deyip onun işini yapıyor. Buna çoğunlukla " tabii heriften bahşiş alıyorlar, onu bekletip benim işimi mi yapacak ? " diye sert yaklaşıyoruz ya, bence aslen mesele bu değil. Ruhumuza işlemiş olan " Ağa'ya hürmet, Ağa gibi davranana boyun eğme " alışkanlığı. Neredeyse iç güdüsel.
Genelde marinalarda da palamar veya yardımcı personel bir iş yaparken araya giren haddini bilmezin " emir ve talimatlarıyla" şaşırıyor, nasıl davranması gerektiğini de bilemiyor. Mesela tam sizin tonozunuzu sudan çikarmışken geri bırakıp berideki şirretin halatını almaya gidebiliyor.
Marinaların da , kimi kurumsal şirketler gibi, personellerini çeşitli eğitimlere tabi tuttuklarını biliyorum
. Keşke personele de bu gibi durumlarda nasıl davranmaları gerektiği konusunda yol gösterilse, inisiyatif kullanma ve edepsize kibarca " Sen de herkes gibi sıranı bekle Efendi ! " demesi öğretilse ve bu hakları korunsa...
Ama değil palamar bu ülkede edepsizin dövmek için marina müdürü kovaladığını da biliyoruz :-[
-
Gençliğimde bam telime basılması durumunda kavga etmişliğim vardır. Hatta bir seferinde üç kişiden güzel bir dayak yemişliğim bile... (lakin üç kişi arasına girmek halen gururumu okşar :) )
Ve fakat yaş aldıkça; aile sahibi oldukça ne olursa olsun sinirlerime her yerde hakim olmaya çalışıyorum artık. Trafikteki sapakta kuyruğun en ucuna kaynak yapanı mı dersin; emniyet şeridinden gidip sonra bitince şeride girip, o şeridi sıkıştıran mı dersin; makas atarak diğerlerinin hayatlarını tehlikeye atanları mı dersin; yoksa marinada sıra beklemeyen mi dersin....
Hangisine yetişeceğiz???
Marinada Alman Expat yaşlı kurt bir yelkenci dostum vardı. Tanıyanlar tanır kendisini. 11 senedir Türkiye'de yaşıyordu ve burayı çok seviyor. Söylediği çok anlamlı bir sözü hatırlarım her zaman. "Türkiye'nin gerçekten bir Avrupa ülkesi seviyesine ve şartlarına ulaşması için ne yazık ki üç jenerasyona ihtiyacı var." demişti... Nedense hiç unutmam..
-
Denizcilik bir disiplindir. Geçmişten bu güne kadar gelen emek, gelenek ve lingua franca çatısında kendi jargonunu biriktirip, oluşturmuş bütünün bir disiplin haline gelmesi.
Ama başka bir gerçek de var: "Denizci" kara insanından ruhsal olarak farklıdır. Çünkü Gökyüzü, ufuk ve ötesi dünyaya, kendine, çevreye ve başkalarına bakışının temelini oluşturur. Deniz sivrilikleri törpüler, uzlaşmacılığı arttırır, dayanışma, yardımlaşma ancak şartlar müsaitse gündeme gelir ve esirgenmez.
Nuri Reis'in göçer için söylediklerine olduğu gibi katıldığımı belirterek, Cem abinin yukarıdaki sav-sözü üzerine kendi bakış açım ve bildiklerime göre bir şeyler daha eklemek istiyorum.
Emek'ten, emeğin dönüşümünden söz ettik. Emeğin- birikmiş emeğin, bir kültür olarak aktarımına da değindik. Ama şu Lingua Franca'dan hiç söz etmedik.
Bir kültürün en önemli ögesinin dil olduğunu biliyoruz. Tamamen dil içinde düşündüğümüzü de biliyoruz. Dilin dışına çıkamıyoruz muhakeme ederken.
Dil, bir anne gibi her şeyi bilir, diyor Berger.
İnternetin kendine göre bir dili var ve bu insanları bir şekliyle değiştiriyor. Köyün dili, kişiyi köylü yapıyor veya köylüyü anlamanıza yardım ediyor.
Deniz'in denizcinin ve denizciliğin dilini, diğer alanlardan ayıran en önemli şey, yalnızca teknolojik ve teknik sözcüklerle dolu olmamasıdır bana göre. Mürettebata komutlardan, bir hareketin tanımlanmasına, doğanın hareketinden gemideki parçalara kadar kendine ait ne varsa onu tanımlayan kavram ve sözcüklerle dolu. Gündelik dilden apartılmış sözcükler bile, sıradan konuşmadan daha geniş veya daha dar anlamlar taşıyabiliyor. Bu halde, bu dilin, her şeyi bilmekten başka bir kültürü de kendisine en yabancı kişiye bile dayatacak/tanıtacak onu kalıba sokacak kadar buyurgan bir dil olduğunu söyleyebiliriz.
Öyleyse, bu dili öğretmek, kullanmak, kendine ait kültürü de başkasına dayatmak anlamına gelir. Demek bu dili ne kadar çok kullanır, sahip çıkar ve bunun doğru ve yerinde kullanımını sağlarsak, başkalarının denizin dili içinde düşünmelerini, yani muhakeme etmelerini, dolayısıyla da bu kültür içine girmelerini sağlayabilir, kendimizi ve onları eğitebiliriz.
Böylece dövmek/didişmek zorunda kalacağımız tekne sahibi sayısını azaltabiliriz, kanısındayım.
(Ben bu sayfalarda söylediklerimi şöyle derli toplu bir metin haline mi getirsem, sonra bir gün sofrada taşlar, ekler, çıkartırız. Yazdıklarımı yeniden okuyunca bir hayli beğendim.)
-
Hangisine yetişeceğiz???
Benim düşünceme göre,
Siz, bir haksızlık karşına dikileceksiniz, ben beş, diğeri on.
Bunu yaparken ben sizi, siz de beni yalnız bırakmayacaksınız. Diğeri de bize destek olacak.
O zaman, "hangi birisi" yavaş yavaş, "az birisine" dönecek.
3 jenerasyon sonra, ancak büyüklerinin nasıl tepki verdiğini gören çocuklarımız, haksızlık karşısında boyun eğmeyeceklerdir. Tam tersini görürlerse, 3 değil 33 jenerasyonda geçse her birinde daha da kötüye gider, sadece itaat eden köleler haline gelirler diye düşünüyorum.
-
Bence bu kargaşa doğurur. Herkes kendi adaletinin peşinden gitmeye başlar, A kişinin B kişisinden doğruları da eğitim olmadan benzerlik göstermeyebilir.
Eğitim ile sabır bir araya gelecek ancak ondan sonra zamanla düzeleceğiz bana göre...
-
Denizci, kelime anlamı olarak ekmeğini denizden kazanan kişi olarak basitçe tarif edilirken, kavram olarak ele alındığında denizde olmanın gerektirdiği kurallar ve kültür unsurlarını benimsemiş amatör veya profesyoneller olarak genişletilebiliyor.
Denizci kavramını irdelemek için önce Sosyal Statü kavramına bakarsak; Sosyal statü, kişinin doğuştan ya da sonradan kazandığı bütün durumları temsil ediyor. Yani cinsiyet, ırk, din, milliyet vb gibi doğuştan kazanılan durumlara başlıyor, doğduğunuz aileye göre zengin, fakir ya da orta halli oluyorsunuz. Sonra ilkokul, orta, lise ve üniversiteniz statünüzü belirliyor. Sonra mesleki statünüz oluyor, sonra eş oluyorsunuz, sonra ebeveyn, sonra değişen maddi statünüze uygun hobiler, dernekler, vakıflar vs. Sonra emekli oluyorsunuz. Nihayetinde mevta statüsünde dünyevi hayatımıza nokta konuyor... Düşünsenize doğumdan ölüme kadar kaç farklı sosyal statümüz var? Aldığımız eğitim ve seçtiğimiz meslek hayatımızın büyük kısmında en baskın statümüz oluyor. Ama bizim o mesleği ica ederken kullandığımız yol yöntem, disiplin ve ahlaki unsurlar doğuştan gelen statülerimiz sayesinde başarılı veya başarısız oluyoruz. Aynı şekilde temelimiz sağlamsa sonradan edindiğimiz statülerimizi korumamız ve ilgili alanlarımızda gelişmemiz daha kolay oluyor.
Denizcilik çoğumuzun sosyal statülerimizden birisi. Yakın çevremiz dışında iş yaptığımız insanlar, veli toplantısına gittiğinizde karşılaştığınız veliler, trafikteyken diğer sürücüler, alışveriş yaptığınız mağazalar ve dükkanlardaki görevliler, gittiğiniz restauranttaki garsonlar, bunların çoğu bizim denizci olduğumuzu bilmezler. Süpermarkette balık reyonunda duran adamı bile sizden daha denizci bulurlar. Siz de karada herhangi bir yerde karşılaştığınız insanların denizci olduğunu pat diye anlayamazsınız.
Toparlayacak olursak profesyonel denizcilerin bile meslekleriyle birlikte bir ton statüsü var. Bu anlamda dünyada kaç tane denizci varsa o kadar çeşit denizci var. Eylemsizlik çerçevimiz kara olunca aslında denizci diye bir şey yok diyenler haklı.
Diğer reislerimizin bahsettiği denizciler, deniz çerçevesinden bakınca gördüklerimiz. Denizde yazılı ve yazılı olmayan kuralları öğrenmek, denizi ortak kullanma kültürünü benimsemiş bir denizci olmak, ister amatör ister, denizci emekçisi olsun herkesin yükümlülüğü olsa işler daha kolay olurdu. Bana göre amatör denizci bile olsa herkesin bir ustası olması lazım. ( Bizim ustalarımızdan birisi, siz tanımazsınız :) sağolsun hava kararıp, sertleştiği ve mazotu çok az kaldığı halde kıyı emniyeti bizi çekmeye gelene kadar etrafımızdan ayrılmayıp bekleyen bir reisimizdir). Bilgiyi her yerden ediniriz ama görgüyü ancak ustalardan ve deneyimli arkadaşlardan... Deniz çerçevesinden bakınca yine sosyal statüler denizciliği etkiliyor. Bir şekilde parayı bulan bir çok sonradan görme pat diye tekne alıp denize girebiliyor. Adam zaten karadayken de oturup kalkmayı bilmediği için , hak yediği için denizde de aynı yönde devam ediyor. Ya da sosyal statülerin çatışması (asker bir babanın evde çocuklarına da asker gibi davranması gibi) sözkonusu oluyor. Adam bilmem kaç kişinin patronu herkes önünde el pençe divan. Teknesi de büyük mü büyük, pahalı mı pahalı. Denizci statütüsünden önce zenginliği ve patronluğu baskın oluyor. O zaman bütün geçiş üstünlüklerine sahip oluyor
Geçen hafta sonu bir marina komşum eski bir Çam Limanı anısını anlattı. Yıllar önce eşiyle çam limanına gidiyorlar. Mevsim yaz ve koy kalabalık. Bir motoryat tam bunların yanına demirliyor. Patronla kız arkadaşı bota binip karaya çıkıyor kaptan teknede. Biraz sonra jeneratör çalışmaya başlıyor. Bizim arkadaş gürültüden duymazlar diye fenerle ışık tutup uyarınca “Birazdan patron gelecek rakısına buz isteyecek. O nedenle buz yapma makinası için jeneratörü kapatamam” cevabını alıyor. Saatler ilerliyor. Koydaki sessizliği tek bozan şey jeneratör olduğu ve onlarca tekne demirlemiş olduğu halde bizim arkadaştan başka şikayetini dile getiren yok. Bir süre sonra patron zil surna sarhoş geliyor. İçemeye devam ediyor. Bir ara başka bir tekneden motor yata ışık tutuyorlar. Patron ışığı bizim arkadaş tutuyor zannedip bizimkine bağırıyor. “Jeneratör 12’ye kadar çalışacak. O kadar!”. Arkadaşımız tatsızlık çıkmasın diye olayı büyütmüyor ama ışığı tutan teknedeki vatandaş ortadan kayboluyor. Saat tam 24’te adam jeneratörü kapatıyor. Saat 24:00 sınırına neye göre karar vermiş o da belli değil :)
İsmet İnönü’nün bir lafı vardı. “Namuslular da, namussuzlar kadar cesur olmadıkça o memlekette kurtuluş olmaz” gibi bir sözdü. Karada da denizde de toplumsal yozlaşma had safhada. Marina girişinden, koyda demirleme adabına kadar mücadele edilmesi gereken pek çok konu var. Ama biz de çoğu zaman haftada bir gün tatilimiz var ve aman huzurumuz kaçmasın diye tepkisiz kalıp belki de denizciliğe zarar veren görgüsüzleri daha da palazlandırıyoruz.
-
Hem Oktay reise hem size bir soru.
Bu olay yaşandıktan sonra o tekne sahibinin yanına gittiniz mi ?
Ben bu hikayenin detayını o gün beni bağlamaya gelen palamardan öğrendim. Aynı pontonda değildik o adam ile.
Olsaydık da münakaşa çıkmasın diye bulaşmazdım sanırım, zira bu adamların özür dileyeceklerine inanmıyorum. İki seçenek var, ya kavga çıkar ya kavga çıkar. Ailenizin ve misafirlerinizin yanında böyle bir durum yaşamak ister misiniz mesela?
Kara trafigin de ve sonradan dahil olduğum deniz trafiğinde ve yaşamın her yerinde karşımıza çıkan saygısız insanları uyarmasına uyaralım ama eskisi gibi kimse delikanlı gibi hatasını kabul edip özür dilemek niyetinde değiller. Haklı olduğunu düşünerek kavgaya bile tutuşuyorlar. Eskiden olsa dövüşelim derim ama şimdi kimse delikanlı değil ki. Herkesin yanında bir alet, tabanca ya da bıçak v.s , taşımakta. Hiç yoktan yere salak bir insanın görgüsüzlüğü yüzünden oğlumu ve eşimi, ailemi üzmek istemiyorum. Oluşan olaylar sonrasında kendime çok kızıyorum ama yapacak bir şey maalesef yok. 3 değil 33 jenerasyon geçse de bu daha da kötüye gidecek.
-
Denizcilik bir disiplindir. Geçmişten bu güne kadar gelen emek, gelenek ve lingua franca çatısında kendi jargonunu biriktirip, oluşturmuş bütünün bir disiplin haline gelmesi.
Ama başka bir gerçek de var: "Denizci" kara insanından ruhsal olarak farklıdır. Çünkü Gökyüzü, ufuk ve ötesi dünyaya, kendine, çevreye ve başkalarına bakışının temelini oluşturur. Deniz sivrilikleri törpüler, uzlaşmacılığı arttırır, dayanışma, yardımlaşma ancak şartlar müsaitse gündeme gelir ve esirgenmez.
(Ben bu sayfalarda söylediklerimi şöyle derli toplu bir metin haline mi getirsem, sonra bir gün sofrada taşlar, ekler, çıkartırız. Yazdıklarımı yeniden okuyunca bir hayli beğendim.)
Beğenmekte de haksız değilsin. :)xx :)xx
Zaten sen de "Bir kültürün en önemli ögesinin dil olduğunu biliyoruz. Tamamen dil içinde düşündüğümüzü de biliyoruz. Dilin dışına çıkamıyoruz muhakeme ederken.
Dil, bir anne gibi her şeyi bilir, diyor Berger. " yazmışsın.
Bir başka deyişle yaşanılan çevre, meslek, sanat kendi dilini ve disiplinini de oluşturuyor. Disiplin dediğimiz birikmiş ekinin teknik, folkrorik tanımlamaları, tekrarlanan ritüelleri de ancak o dünyanın içinde yaşayarak, görerek, duyarak, tekrarlayarak içselleştiriliyor. Bu gerçeğin önemini kavramak belki de özlediğimiz "amatör denizcilik" dünyasını sağlıklı şekillendirecektir.
Bu dünyaya adımını yeni atmış bireylerin kullanılan denizcilik deyim, fiil ve isimlerini
değersizleştirmeleri, boşuna çaba olarak görmeleri, "öyle değil de böyle söylediğimde de anlaşılıyor ya" kolaycılığına kaçmaları, kısacası disipline ve ekin birikimine direnmeleri onları hiç bir zaman "evrensel denizci" yapmayacaktır.Bu dünyanın başka bireyleri ile karşılaştıklarında "leb demeden leblebiyi" anlayamayacak/anlatamayacaklardır.
Direnenler, reisi oldukları tekne çetin koşullarda kaosa düştüğünde "şeyin şeyini çeksene, şey etsene" diye canhıraş haykırdığında ekip bir şey anlamayacak belki de çok değerli bir kaç saniye devrilen domino taşları gibi hiç beklenmedik, istenmeyen sonuçlara neden olacaktır.
Kendisi ne yapılması gerektiğini bilse de doğru dili kullanmadığı için işi bir başkasına da doğru tanımlayamayacaktır. Sert havada demirlediğinde "bosa vurmak" deyimini bilmiyorsa baş üstündeki demiri ve zinciri gözleyene bunu nasıl anlatabileceğini düşünsenize. :P
Kurallar gibi ortak dil de hayatı kolaylaştırıyor.
-
Bu dil mevzusu çok önemli. Bülent abinin kavramsal tartışması ise ayrıca kıymetli..
Dil kuşkusuz ifade edildiği gibi sadece iletişimi değil, düşünme şeklini; metodolojiyi etkiliyor. Dil ise bizatihi coğrafyadan, çevreden, iklimden (coğrafi, beşeri, iktisadi, politik vs.) etkileniyor. Böylece bir jargonu, bir dili kullananların o kültürle bütünleşmesi, kaynaşması kaçınılmaz oluyor.. Kuşkuşuz denizcilikte de böyle.. Anlamak, gördüğünü, duyduğunu tanımlamak ve de ifade etmek için sarf edilen çaba dil hakimiyeti ile otomatikleşiyor ve bu aşamadan sonra sanırım "matrixi" çözüp otomatik bir algılamaya, yorumlamaya, katkı vermeye ve değer katmaya başlıyorsunuz..
Denizci olmak için denizci dilini kullanmanın keyfiyeti/gerekliliği/kaçınılmazlığına bakmaya küçük bir katkı da böyle olsun...
Hukukçuların, hekimlerin vb. meslek sahiplerinin kendi aralarında mesleki jargonlarıyla yaptıkları ve sadece kendilerinin güldükleri espriler hep hoşuma gitmiş, ilgimi çekmiştir, anlamasam da.. Sorsan neye güldüklerini, nasıl anlatabilir ki sana yılların mesleki formasyonu veya deformasyonu (uzmanlaşma) içerisinde o kavramların kendilerinde ifade ettiklerini..
Ooh be forum neşem yerine geldi...
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Denizcilik bir disiplindir. Geçmişten bu güne kadar gelen emek, gelenek ve lingua franca çatısında kendi jargonunu biriktirip, oluşturmuş bütünün bir disiplin haline gelmesi.
Ama başka bir gerçek de var: "Denizci" kara insanından ruhsal olarak farklıdır. Çünkü Gökyüzü, ufuk ve ötesi dünyaya, kendine, çevreye ve başkalarına bakışının temelini oluşturur. Deniz sivrilikleri törpüler, uzlaşmacılığı arttırır, dayanışma, yardımlaşma ancak şartlar müsaitse gündeme gelir ve esirgenmez.
(Ben bu sayfalarda söylediklerimi şöyle derli toplu bir metin haline mi getirsem, sonra bir gün sofrada taşlar, ekler, çıkartırız. Yazdıklarımı yeniden okuyunca bir hayli beğendim.)
Beğenmekte de haksız değilsin. :)xx :)xx
Zaten sen de "Bir kültürün en önemli ögesinin dil olduğunu biliyoruz. Tamamen dil içinde düşündüğümüzü de biliyoruz. Dilin dışına çıkamıyoruz muhakeme ederken.
Dil, bir anne gibi her şeyi bilir, diyor Berger. " yazmışsın.
Bir başka deyişle yaşanılan çevre, meslek, sanat kendi dilini ve disiplinini de oluşturuyor. Disiplin dediğimiz birikmiş ekinin teknik, folkrorik tanımlamaları, tekrarlanan ritüelleri de ancak o dünyanın içinde yaşayarak, görerek, duyarak, tekrarlayarak içselleştiriliyor. Bu gerçeğin önemini kavramak belki de özlediğimiz "amatör denizcilik" dünyasını sağlıklı şekillendirecektir.
Bu dünyaya adımını yeni atmış bireylerin kullanılan denizcilik deyim, fiil ve isimlerini
değersizleştirmeleri, boşuna çaba olarak görmeleri, "öyle değil de böyle söylediğimde de anlaşılıyor ya" kolaycılığına kaçmaları, kısacası disipline ve ekin birikimine direnmeleri onları hiç bir zaman "evrensel denizci" yapmayacaktır.Bu dünyanın başka bireyleri ile karşılaştıklarında "leb demeden leblebiyi" anlayamayacak/anlatamayacaklardır.
Direnenler, reisi oldukları tekne çetin koşullarda kaosa düştüğünde "şeyin şeyini çeksene, şey etsene" diye canhıraş haykırdığında ekip bir şey anlamayacak belki de çok değerli bir kaç saniye devrilen domino taşları gibi hiç beklenmedik, istenmeyen sonuçlara neden olacaktır.
Kendisi ne yapılması gerektiğini bilse de doğru dili kullanmadığı için işi bir başkasına da doğru tanımlayamayacaktır. Sert havada demirlediğinde "bosa vurmak" deyimini bilmiyorsa baş üstündeki demiri ve zinciri gözleyene bunu nasıl anlatabileceğini düşünsenize. 
Kurallar gibi ortak dil de hayatı kolaylaştırıyor.
Yazılarımız denk gelmiş..çok memnun oldum..
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Dil konusunda ki bir sorunun nasıl aşılabileceği konusuna fikriniz var mı ?
Cem abinin yazdıklarını, ki kendisi de şahit olmuştu sanırım, sosyal medya üzerinde ki bir "denizci" topluluğunda, bu dil işinin ne kadar önemli olduğu anlatılmaya çalışıldığında, kahir ekseriyet, hani tartıştı, itiraz etti filan diyemeyeceğim, çünkü resmen ...neyse, özgürlüklerine karışılmaması temelinde kabul etmediler.
Böyle bir durumda nasıl anlatılabilir ?
-
Geçenlerde bir başka başlık altında arz etmiştim.
Bizim ana işimiz örgü /triko uzun senelerdir Japonyadan makine alırız.
Biraz Eskiyince satar yine alırız.
Aldığımız firmada habire bizi davet eder , uçak bileti konaklama masrafımızı öder bu yüzden bir kaç defa kısa sürelerlede olsa japonyaya gitme şansına eriştim.
Bildiğiniz gibi nüfus çok yoğun şehirlerde ve genelde sıra kuyruk oluşuyor hemen her yerde .
İlk gidişlerimizden bir tanesinde Üç Arkadaş sıranın yayalar geçebilsin diye doğal olarak bırakılan arayı sıra sonu zannederek sıraya oradan girdik.
Birdenbire arkamızdan bir hanımefendi ve onun arkasından bir beyefendi Japonca bizim önümüzdekilere bir şeyler söyledi .O da bir öndekine söyleyerek devam ettiler.
Dinleyen iki adım geriye atıp başını öne eğiyor ,dinleyen iki adım geri baş önde
Biz birbirimize ne oldu lan Önemli bir adam gelecek herhalde bizde çekilelim derken,
İngilizce konuşan genç bir çocuk lütfen hemen en öne geçin dedi.
neden diye sorunca
Belliki aceleniz var çünkü sıranın ortasından girmişsiniz
Biz kem küm derken
Kendimizi en başta bulduk.
Hayatımda bukadar utandığım bukadar incindiğimi hatırlamıyorum.
İşin en kötü tarafı biz geçerken başlarını eğip bize selam vermeleri idi.
Ertesi gün firmaya gittiğimizde olayı anlattık.
Bizim bu işe bulduğumuz çözüm budur diyerek bayağıda güldüler.
o günden beri bende butür hareketleri böyle cezalandırıyorum
inanın dayaktan etkili ;D ;D ;D
tek ben sıramı verdiğim için adam içinden salak herhalde diye düşünüp duruyordur.
-
Dil konusunda ki bir sorunun nasıl aşılabileceği konusuna fikriniz var mı ?
Cem abinin yazdıklarını, ki kendisi de şahit olmuştu sanırım, sosyal medya üzerinde ki bir "denizci" topluluğunda, bu dil işinin ne kadar önemli olduğu anlatılmaya çalışıldığında, kahir ekseriyet, hani tartıştı, itiraz etti filan diyemeyeceğim, çünkü resmen ...neyse, özgürlüklerine karışılmaması temelinde kabul etmediler.
Böyle bir durumda nasıl anlatılabilir ?
Sanırım anlatılamaz, bu o kişilerin o kültürle ne kadar bütünleşeceği, ne derece etkileşeceğine, belki de ihtiyacına bağlı bir durum sanırım..
40 yıl Almanya'nın göbeğinde yaşayıp tek kelime öğrenmeden Gettosu içerisinde hayatını tamamlayan insanlar var...
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Oktay reisim, burası Türkiye.
Teşekkür ederler ve her seferinde aynısını yapmaya çalışırlar.
Erman reisim, o konuşmanın içinde bulunanların ciddi bir kısmı tekne sahibiydi. Ve savundukları düşünceleri duyduğunuzda tüyleriniz diken diken olur, o derece yani.
Bu kültürü beğenmiyorsa içine niye giriyor, ihtiyacı yoksa ne işi var o ortamda.
-
Oktay reisim, burası Türkiye.
Teşekkür ederler ve her seferinde aynısını yapmaya çalışırlar.
Erman reisim, o konuşmanın içinde bulunanların ciddi bir kısmı tekne sahibiydi. Ve savundukları düşünceleri duyduğunuzda tüyleriniz diken diken olur, o derece yani.
Bu kültürü beğenmiyorsa içine niye giriyor, ihtiyacı yoksa ne işi var o ortamda.
Sanırım mevzuyu hatırlıyorum, siz yazınca uzak gelmedi.. O zaman şöyle mi sormalıyız Almanyada yaşayan bir insan bir mecburiyetten ( yaşamını devam ettirmek) ötürü oradayken kendisini ve kültürünü olabildiğince korumak amaçlı gettolaşıyor, korumacı oluyor ve yoğun baskın kültür karşısında kapanıyor. Tekne sahibi olan, denizle haşır neşir olmak isteyen ise tercihli olarak bu dünyaya adım atan birisi olarak neden böyle bir inkar ve reddiyeye gidiyor?
Hala yaşamının büyük kısmını hem fiziksel hem de düşünsel olarak gündelik kara yaşamının çevreliyor olması olabilir mi?
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Tek bir sebebi olduğunu düşünmüyorum doğrusu.
-
Oktay reisim, burası Türkiye.
Teşekkür ederler ve her seferinde aynısını yapmaya çalışırlar.
Erman reisim, o konuşmanın içinde bulunanların ciddi bir kısmı tekne sahibiydi. Ve savundukları düşünceleri duyduğunuzda tüyleriniz diken diken olur, o derece yani.
Bu kültürü beğenmiyorsa içine niye giriyor, ihtiyacı yoksa ne işi var o ortamda.
Haklısınız..
Toplumun bireyi terbiye talebide yok bizi yöneten kamu idaresininde topluma bu konuda desteği yok.
Bu uğurda Yapılan her hareket komik kalıyor.
Ben her sabah köprülerden birinden Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçiyorum.
Ve her sabah en az beş emniyet şeridi ihlalini yetkililere bildiriyorum.
Evvelden 155 i arıyordum ama artık Bimerden yazacağım.
Bu benim aslında vatandaşlık ödevim ama şikayet ettiğim yerdeki arkadaşlar bile abi tamamda ne olacak havasındalar.
Ordanda sonuç alamazsam bende bıkacağım.
Ne o deli gibi her sabah 155 i ara Bimere yaz sonuç 0
Mavi Kırmızı ışıkla geçenlerin yarısı Devlet bankaları şube müdürü, Belediyede bilmem ne müdürü diyorum polislere onlar vazifeye gidiyor biz sabah misket oynamaya mı geçiyoruz.?
Gülüyor çocuklar ne yapsın
Fethiyede batan Dalgıç teknesinden haber var mı ?
Olamaz çünkü bizde sorumlu aranmıyor.
Canımız kurtuldu ya şükürrrr şükür muhabetti var.
-
Geçenlerde bileşik kaplar örneğini vermiştim...Bu benim buluşum veya benzetmem değil, başta inşaatçılar olmak üzere ( en azından bizim neslimizde ) makinacılarin, diğer mühendislerin bir yarı-tanrı saydığı bilim adamı Prof. Mustafa Inan'ın ülkenin kurumlarıyla ilgili söylediği bir sözdü.
Hayatını anlatan romanda ya doğrudan nakil ya da romanın yazarı ve hocanın talebesi Oğuz Atay'ın hocaya söylettiği bir söz daha vardır : " Bizde askerlik şubesiyle üniversitenin seviyesi arasında bir fark yoktur..." gibi bir cümle.
Askerle üniversitenin dili arasında hiç bir kesişme bir benzerlik olmaması gerektir ; ama demek ki bir okuldan bir Teknik Universite, müderrislerden Profesörler yaratan bir adam bile sonunda ümitsiz konuşmak zorunda kalmış.
Işe denizciyle veya karşısındaki sanığa inatla ve bilinçli " sen " diye hitap eden hakimle, hekimle, işletmeciyle, başka meslek erbabıyla veya Uber'ci döven taksi şöforüyle başlamanın bir faydası olmaz.
Başarılı bile olsanız bu sefer de onlar yerel coğrafyada saksıda ithal çiçek gibi kalırlar.
Satha yayılmış top yekün bir gayret ( ve epey zaman ) gerekiyor, belki Alman expatın tahmini gibi üç nesil değil ama, bir kaç on sene...
-
Geçenlerde bir başka başlık altında arz etmiştim.
Bizim ana işimiz örgü /triko uzun senelerdir Japonyadan makine alırız.
Biraz Eskiyince satar yine alırız.
Aldığımız firmada habire bizi davet eder , uçak bileti konaklama masrafımızı öder bu yüzden bir kaç defa kısa sürelerlede olsa japonyaya gitme şansına eriştim.
Bildiğiniz gibi nüfus çok yoğun şehirlerde ve genelde sıra kuyruk oluşuyor hemen her yerde .
İlk gidişlerimizden bir tanesinde Üç Arkadaş sıranın yayalar geçebilsin diye doğal olarak bırakılan arayı sıra sonu zannederek sıraya oradan girdik.
Birdenbire arkamızdan bir hanımefendi ve onun arkasından bir beyefendi Japonca bizim önümüzdekilere bir şeyler söyledi .O da bir öndekine söyleyerek devam ettiler.
Dinleyen iki adım geriye atıp başını öne eğiyor ,dinleyen iki adım geri baş önde
Biz birbirimize ne oldu lan Önemli bir adam gelecek herhalde bizde çekilelim derken,
İngilizce konuşan genç bir çocuk lütfen hemen en öne geçin dedi.
neden diye sorunca
Belliki aceleniz var çünkü sıranın ortasından girmişsiniz
Biz kem küm derken
Kendimizi en başta bulduk.
Hayatımda bukadar utandığım bukadar incindiğimi hatırlamıyorum.
İşin en kötü tarafı biz geçerken başlarını eğip bize selam vermeleri idi.
Ertesi gün firmaya gittiğimizde olayı anlattık.
Bizim bu işe bulduğumuz çözüm budur diyerek bayağıda güldüler.
o günden beri bende butür hareketleri böyle cezalandırıyorum
inanın dayaktan etkili ;D ;D ;D
tek ben sıramı verdiğim için adam içinden salak herhalde diye düşünüp duruyordur.
Türkiyede aynı hareketi yap ne oluyor gör :) :)
-
Oktay reisim, burası Türkiye.
Teşekkür ederler ve her seferinde aynısını yapmaya çalışırlar.
Erman reisim, o konuşmanın içinde bulunanların ciddi bir kısmı tekne sahibiydi. Ve savundukları düşünceleri duyduğunuzda tüyleriniz diken diken olur, o derece yani.
Bu kültürü beğenmiyorsa içine niye giriyor, ihtiyacı yoksa ne işi var o ortamda.
Sanırım mevzuyu hatırlıyorum, siz yazınca uzak gelmedi.. O zaman şöyle mi sormalıyız Almanyada yaşayan bir insan bir mecburiyetten ( yaşamını devam ettirmek) ötürü oradayken kendisini ve kültürünü olabildiğince korumak amaçlı gettolaşıyor, korumacı oluyor ve yoğun baskın kültür karşısında kapanıyor. Tekne sahibi olan, denizle haşır neşir olmak isteyen ise tercihli olarak bu dünyaya adım atan birisi olarak neden böyle bir inkar ve reddiyeye gidiyor?
Hala yaşamının büyük kısmını hem fiziksel hem de düşünsel olarak gündelik kara yaşamının çevreliyor olması olabilir mi?
Olabilir Erman. Çok da mantıksız değil.
Bu konu nasıl aşılabilir sorusuna birkaç aklıma gelen cevap olabilir.
* Teknemize gelen veya teknesine gittiğimiz zaman alayları da göze alarak ısrarla doğru
tanımlama kullanarak
* Sosyal medya üzerinde eğlenceli, herkesin katılabileceği bilmeceler hazırlıyarak
* İmece Deniz Ansiklopedisinin her ortamda yaygınlaşmasını sağlayarak
*Yine kolayca herkesin sıkılmadan okuyacağı deniz anılarını yayımlayarak.
* Resmi iyi olanların grafik çalışmaları ile her ortamda paylaşarak.
Kısacası bıkıp usanmadan elden geldiğince "eğiterek"
-
* Sosyal medya üzerinde eğlenceli, herkesin katılabileceği bilmeceler hazırlıyarak
;D ;D ;D
Abi bunu yapıyorsun zaten, ben de bildiğim/bulduğum kadar cevap vermeye çalışıyorum.
Peki yorumlar ne oluyor genelde.
"Zaten bir siz denizcisiniz"
"Hah, bunun adını biliyorsunuz ya, en büyük denizci olduğunuzu zannediyorsunuz"
"ne var yani, x'e benziyor işte... x desek bir tarafınız mı düşecek"
-
* Sosyal medya üzerinde eğlenceli, herkesin katılabileceği bilmeceler hazırlıyarak
;D ;D ;D
Abi bunu yapıyorsun zaten, ben de bildiğim/bulduğum kadar cevap vermeye çalışıyorum.
Peki yorumlar ne oluyor genelde.
"Zaten bir siz denizcisiniz"
"Hah, bunun adını biliyorsunuz ya, en büyük denizci olduğunuzu zannediyorsunuz"
"ne var yani, x'e benziyor işte... x desek bir tarafınız mı düşecek"
Ne güzel Denizci kime denire cevaben birini bulduk işte.. 

SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Cem Reis’in önerisi ile seyrettiğim o Hollandalı Amiral’in filmi, denizci kültürünün nasıl geliştiği hakkında çok fikir vericiydi.
Tepeden tabana olmadıkça zor.
Johan de Witt ‘in bazı uzuvları hala müzede. Gerisi çorba ya da pilav olmuş olabilir.
(https://uploads.tapatalk-cdn.com/20180418/6bdff2931d4c104dca02ce4bdf15e25d.jpg)
Sent from my iPhone using Tapatalk Pro
-
Hasan Reis,
Yine biz ve onlar diye aynı teraneyi terennüm etmek istemiyorum ama, Admiral filmi beni çok etkilemiştir. Hamasetin (H)sının olmadığı, hem nalına hem mıhına çekici esirgemeyen dosdoğru bir emektir. Tabii içinde sıkı öz eleştiri de olan bundan gocunmayan, seyredeceklerin o dönemi her vechesi ile görmesini sağlayacak bir emek.
Dünyanın tam olarak neresinde ve nasıl pozisyon aldığımız önemli.
Okuyanlar sıkılmazlar ise uzun bir paylaşımı buraya alıyorum. Deniz ve denizcilikle hiç ilgisi olmasa da ufkumuzu olabildiğince genişletmemiz en ulaşılmaz derin uçlara kadar inebilmemiz kendimizi daha iyi tanımamızı sağlar diye düşünüyorum.
---------------------------------------------------------------------------------------------------
Uzun zamandır sindire sindire okuduğum "Arapların gözünden Haçlı Seferleri" Amin Maalouf'un kayda değer kitabı. Genel olarak bu tarih dilimini bize hep Batı gözüyle, yorumları ile sundular.
Kitap ezber bozan, ufuk açan bir değer.
Aşağıda kitabın Sonsöz'ünü sizlerle paylaşıyorum.
Politik, politkaya yönelik değildir.
------------------------------------
HAÇLI SEFERLERİ SONRASI
İSTİLA - 1097 Birinci büyük Frenk seferi. İznik alınır ve Kılıçarslan Eskişehir (Dorylaeion) da yenilir.
DÜŞMANIN KOVULMASI– 1291 Kalavan’ın oğlu olan Sultan Halil Akkâ’yı alıp Doğu’daki 200 yıllık Frenk varlığına son verir.
Dış görünüşte Arap Dünyası bir zafer kazanmıştı. Eğer Batı’nın yapmaya çalıştığı ardı ardına gelen istilalar ile İslam’ın ilerleyişini durdurmaksa, ortaya çıkan sonuç bunun tam tersi olmuştur. Doğu’nun Frenk Devletleri iki yüz yıllık kolonizasyonun ardından köklerinden sökülüp atılmakla kalmamış, Müslümanlar kendilerini öyle iyi toparlamışlardı ki Osmanlı Türklerinin sancağı altında doğrudan Avrupa’yı fethe koşacaklardı. 1453’te Konstantinopolis düştü. 1529’da Osmanlı akıncıları Viyana surları önünde ordugâh kurdu.
Ama az önce söylediğimiz gibi bu sadece dış görünüştür. Çünkü tarih içinde bir mesafe koyup sonra geri dönüp bakıldığında bir saptama kendini ister istemez kabul ettirmektedir: İspanya’dan Irak’a kadar Arap Dünyası haçlı seferleri döneminde gezegendeki entelektüel ve maddi açıdan en ileri uygarlığın sahibi durumundadır hâlâ. Daha sonra Dünyanın merkezi kararlı bir biçimde Batıya doğru kayar. Burada bir neden-sonuç ilişkisi söz konusu mudur? Haçlı Seferlerinin- yavaş yavaş tüm dünyaya egemen olacak- Batı Avrupa’nın yapacağı atılımın bir işaretini verip Arap uygarlığının ölüm çanlarının çaldığını söyleye bilir miyiz?
Böyle bir yargı tamamen yanlış olmasa da ayrıntılandırılması gerekir. Araplar, Haçlı Seferlerinden önce de bazı “hastalıklardan” mustaripti ve Frenklerin gelişi bunları ortaya çıkarıp ağırlaştırdı belki, ama yoktan var etmedi. Peygamberin ümmeti dokuzuncu yüzyıldan sonra kendi kendinin iplerini elinden kaçırmıştı. Yöneticilerin hemen hepsi yabancıydı. İki yüzyıllık Frenk işgali boyunca gözlerimizin önünde resmigeçit yapan onca kişilikten hangileri araptı? Vakanüvisler, kadılar, birkaç yerel emir – İbn Ammar, İbn Munkiz- ve iktidarsız halifeler. Ama iktidarı asıl elinde tutanlar ve hatta Frenklere karşı mücadelenin belli başlı kahramanları – Zengi, Nurettin, Kutuz, Baybars, Kalavun Türk’tü; El- Efdal Ermeniydi; Şirkuh, Selahaddin, el-Adil, el-Kâmil Kürttü. Bu devlet adamlarının çoğu kültürel ve duygusal açıdan araplaşmıştı haliyle, ama Sultan Mesud’un 1134’te Halife el-Müsterşid’le tercüman aracılığı ile konuştuğunu unutmayalım; çünkü Bağdat’ın kendi boyu tarafından fethedilmesinden seksen yıl sonra bile bu Selçuklu Sultanı tek kelime Arapça bilmiyordu. Daha da kötüsü: Arap veya Akdeniz uygarlıklarıyla hiç ilgisi olmayan çok sayıda bozkır savaşçısı durmadan gelip yönetici askeri kasta katılıyorlardı. Baskı altına alınan, ezilen, horlanan, kendi topraklarında yabancı konumuna düşürülen Arapların yedinci yüzyılda başlamış kültürel gelişmeyi sürdürmeleri olanaksızdı. Frenkler geldiğinde bulundukları yerden bir adım ileri gidemeyip geçmişin mirasını yemeye başlamışlardı bile. Ve bu yeni istilacılardan birçok alanda üstün olsalar da gerileme dönemine girmişlerdi aslında.
Arapların, birinciyle de bağımsız sayılamayacak ikinci “hastalığı” istikrarlı kurumlar inşa edememeleridir. Frenkler ise Doğuya gelir gelmez gerçek anlamda devletler kurmayı başarmışlardır. Kudüs’te saltanat verasetinde genellikle çatışma çıkmıyordu; krallık meclisi hükümdarın siyaseti üzerinde etkili bir denetim kuruyor ve ruhban sınıfının iktidar oyunundaki rolü de kabul ediliyordu. Müslüman devletlerde ise durum hiç böyle değildi. Her monarşi hükümdarın ölümüyle birlikte sallanıyor, iktidar ne zaman el değiştirse iç savaş tehlikesi yaşanıyordu. Bu hadisenin tüm sorumluluğu, devletlerin varlığını bile sürekli tehdit eden, o ardı arkası kesilmeyen istilalara yüklenebilir mi? Suçu ister doğrudan Araplar isterse Türkler veya Moğollar söz konusu olsun, bölgeyi egemenliği altına alan halkların göçebe kökenli oluşunda mı aramak gerekir? Bu çerçevede böyle bir sorunu sonuca bağlamak olanaksızdır. Ama aynı sorunun çok az değişmiş bir ilişkiler toplamı içinde, yirminci yüzyıl sonu Arap dünyasında da hâlâ gündemde olduğunu belirtmekle yetinelim.
İstikrarlı ve kabul gören kurumlarının bulunmamasının, özgürlükler üzerinde de belli sonuçlara yol açması kaçınılmazdı. Batılılarda, Haçlı Seferleri döneminde, hükümdarın iktidarına ihlal edilmesi epey güç ilkeler yön verir. Üsâme, Kudüs Krallığına yaptığı bir ziyarette “şövalyeler bir karar verdiklerinde, kralın bunu değiştirmediğini veya bozmadığını” saptar. İbn Cübeyr’in Doğu seyahatinin son günlerine ait şu tanıklığı daha da anlamlıdır:
"Tibnin’den (Sur yakınında) ayrıldıktan sonra, ardı arkası kesilmeyen bir dizi çiftlik ve köyden geçtik; topraklar gayet güzel sürülmüştü. Bunların tüm sakinleri Müslüman, ama Frenkler ile iyi geçiniyorlar – Allah bizi her türlü iğvadan korusun! Evleri kendilerine ait ve mallarına, mülklerine de hiç dokunulmamış. Suriye’de Frenlerin denetimi altındaki bölgelerin hepsinde bu düzen geçerli; Araziler, köyler ve çiftlikler Müslümanların elinde kalmış. Kendi durumlarını Müslüman bölgelerinde yaşayan din kardeşleriyle kıyasladıklarında, bu adamların çoğunun gönlüne kuşku düşüyor. Çünkü Frenkler onlara hakkaniyetle davranırken, öteki taraftakiler kendi dindaşlarının adaletsizliğine maruz kalıyor."
İbn Cübeyr endişelenmekte haklıdır, çünkü bugün güney Lübnan olan bölgenin yollarında çok ağır sonuçlara gebe bir gerçekliği keşfetmiştir: Frenklerdeki adalet anlayışı, Üsâme’nin de vurguladığı gibi, “barbar” diye nitelendirilebilecek bazı yönler içerse de, onların toplumu “hak dağıtıcı olma” avantajına sahiptir. Yurttaş kavramından henüz eser yoktur kuşkusuz, ama feodallerin, şövalyelerin, ruhban sınıfının, üniversitenin, burjuvaların hatta “kâfir” köylülerin, herkesin çerçeveleri gayet iyi belirlenmiş hakları vardır. Arap Doğu’sunda mahkemelerin yargılama usulleri daha akılcıdır; yine de baştaki emirin keyfi iktidarının hiçbir sınırı yoktur. Bu yüzden hem ticaret kentlerinin gelişimi hem de fikirlerin evrimi gecikmiştir.
Hatta İbn Cübeyr’in tepkisi daha yakından incelenmeyi de hak etmektedir. Hem “melun düşmanın" vasıflarını kabul etme dürüstlüğünü göstermekte hem de Frenklerin hakkaniyetinin ve iyi idarelerinin Müslümanlar açısından bir tehlike olduğu kanısından hareketle beddualar yağdırmaktadır. Müslümanlar, refahı ve rahatlığı Frenk toplumunda bulurlarsa dindaşlarına -ve dinlerine- sırt dönmezler mi? Seyyahın bu tavrı ne denli anlaşılabilir olursa olsun, kardeşlerinin de mustarip olduğu bir hastalığın da belirtisidir: Haçlı Seferlerinin en başından en sonuna kadar, Araplar Batı’dan gelen fikirlere açılmayı reddetmişlerdir. Uğradıkları saldırıların belki de en yıkıcı etkisi bu alandadır. İşgalci açısından topraklarını fethettiği halkın dilini öğrenmek bir hünerdir: istilaya uğrayan halk açısından fatihlerin dilini öğrenmek ise bir taviz, hatta ihanettir. Gerçekten de çok sayıda Frenk Arapça öğrenirken, birkaç Hıristiyan dışında memleket nüfusu Batılıların dillerine kulaklarını tıkamıştır.
Örnekler çoğaltılabilir, çünkü Frenkler ister Suriye’de, ister İspanya’da ister Sicilya’da olsun, Arapların rahle-i tedrisinden geçmiş, onlardan ders almışlar ve öğrendikleri, sonraki gelişmeleri açısından vazgeçilmez bir önem taşımıştır. Yunan uygarlığının mirası Batı Avrupa’ya ancak bu uygarlığın tercümanları ve devamcıları olan Araplar aracılığı ile taşınabilirdi. Frenkler tıp, astronomi, kimya, coğrafya, matematik, mimari alanlarındaki bilgilerini önce özümseyip taklit ettikleri, sonra da aştıkları Arapça kitaplardan edinmişlerdir. Dillerinde hâlâ buna tanıklık eden çok kelime vardır: Zénith (Arapça’daki semtü’r res, başın üstündeki yön, ilm-i rücumdaki “başucu“ deyimi bozularak Fransızca’da önce chemit, sonra zénith olmuştur); azimut ( yol, yön, cihet anlamına gelen es-semt’ten türemiştir; algebre (zor, zorlama, indirgeme anlamına gelen ve el-Harizmi’nin bir eserinin başlığında el-Muhttasar fi hisab’il cebr ve’l mukabele’de yer alan el-cebr, yani cebir’den türemiştir. vs vs
Haçlı Seferleri dönemi hem ekonomik hem de kültürel alanlarda tam bir devrim başlatırken, Doğu’da bu kutsal savaşlar ve karşılığındaki “cihad”, uzun yıllar sürecek bir gerilemeye ve aydınlık düşmanlığına yol açar. Her taraftan kuşatılan İslam âlemi kendi kabuğuna çekilir. Ürkekleşir, hoşgörüsünü yitirir, savunmaya çekilir, kısırlaşır; gezegen çapındaki evrim sürüp Müslümanlar kendilerini bu gelişmenin iyice dışında kalmış hissettikçe de söz konusu tavırlar kökleşir. Bundan böyle ilerleme “öteki” anlamına gelmektedir. Modernizm “öteki”dir. Kendi kültürel ve dinsel kimliğini Batı’nın simgelediği bu modernizmi yadsıyarak ifade etmek zorunlu muydu? Yoksa tam tersine kimliğini kaybetme riskini göze alıp kararlı bir biçimde modernleşme yoluna girmek mi gerekirdi? Ne İran, ne Türkiye ve de Arap dünyası bu ikilemi çözmeyi başarabildi. Bugün hâlâ cebri Batılılaşma evreleriyle, yabancı düşmanlığı rengine de bürünen aşırı gericilik evrelerinin birbirlerini, çoğunlukla da şiddet yüklü bir biçimde izlemelerinin nedeni işte bu çözümsüzlüktür.
Barbar olarak tanıdığı, yendiği, ama sonra tüm dünyaya egemen olmayı başaran bu Frenkler karşısında hem büyüklenen hem dehşete kapılan Arap âlemi, Haçlı Seferlerinin artık geride kalmış uzak bir geçmişe ait bir sayfa olarak göremiyor. Arapların ve genelde Müslümanların Batı’ya karşı tavrının yedi yüzyıl önce bitmiş olması gereken hadiselerden bugün bile ne denli etkilendiğini gördükçe, insan hayretler içinde kalıyor.
Üçüncü bin yılın eşiğinde, Arap âleminin siyasi ve dini sorumluları Selahaddin’i, Kudüs’ün düşüşünü ve geri alınmasını söylemlerinde sürekli bir dayanak noktası, bir başvuru kaynağı olarak kullanıyorlar. Hem bazı resmi konuşmalarda, hem de halkın genel kabulünde, İsrail yeni bir haçlı devleti olarak görülüyor. Filistin Kurtuluş Ordusunun üç tümeninden birinin adı Hıttin, ötekininki Ayn-câlût’tur hâlâ. Başkan Nâsır en parlak günlerinde onun gibi Suriye ile Mısır’ı hâttâ Yemen’i birleştirmiş Selahaddin’e benzetilirdi hep! 1956 Süveyş seferi ise 1191’deki gibi, Fransızların ve İngilizlerin başını çektikleri Haçlı Seferi gibi algılandı.
Gerçi insanın aklını karıştıran bazı benzerliklerinde varlığı yadsınamaz. Şam halkının karşısında yaptığı konuşmada, düşmanın Kudüs üzerindeki egemenliğini tanımaya cüret etmiş Mısır Sultanı El-Kâmil’i ihanetle suçlayan Sıbt İbn-ül Cevzi’yi dinlerken, Enver Sedat’ı hatırlamamak mümkün mü? Şam ile Kudüs arasında Golan ile Bekaa’nın hakimiyeti için sürdürülen mücadeleye bakıp da dünü bugünden ayırmak kolay mı? Üsâme’nin istilacıların askeri üstünlüğü hakkında söylediklerini okuyup da düşüncelere dalmadan edilebilir mi?
İslam Alemi sürekli saldırıya uğradıkça, bu zulme uğramışlık duygusunun yükselişi de bastırılamaz; ama bu duygu bazı fanatiklerde tehlikeli saplantılara dönüşmektedir; 13 Mayıs 1981de Papa’yı vuran Mehmet Ali Ağca, yazdığı mektupta haçlıların Başkomutanı Papa II: Jean Paul’ü öldürmeye karar verdim dememiş miydi? Bu bireysel eylemin ötesinde Arap Doğu’sunun Batı’yı her zaman doğal düşman olarak gördüğü açıktır. İster siyasi ister askeri düzlemde ister petrol alanında olsun Batı’ya karşı girişilen her türlü düşmanca eylem meşru bir intikam olarak kabul edilir. Ve bu iki Dünya arasındaki kırılmanın, Arapların bugün bile bir tecavüz olarak duyumsadıkları Haçlı Seferleri’ne dayandığına kuşku yoktur.
Amin Maalouf- Arapların gözünden Haçlı seferleri - Sonsöz
-
Cem Reisim,
Bu son sözü burada paylaştığınız için çok teşekkür ederim. Amin Maalouf benim üniversite yıllarımda Afrikali Leo ve Semerkand isimli tarihi romanlarıyla tanıdığım Lübnan Asıllı Fransız araştırmacı gazeteci ve roman yazarı. Günümüze kadar bütün kitaplarını bir kaç defa okumuşumdur. (Rahmetli Esin Talu Çelikkan çevirileri Maalouf'a hayran olmamızın önemli bir nedeniydi. Şu ana kadar Maalouf romanları okumamış reislere sahaflardan Esin Talu çevirisi bulmalarını ısrarla tavsiye ederim- Oktay Reisin kitap tavsiyesi için açtığı konuya da cevap olabilir). "Arapların Gözünden Haçlı Seferleri" türkçe olarak yanlış hatirlamıyorsam 1997 yılında basılmıştı. Kitabı okuyunca çok etkilenmiştim. Insanoğlunun dini alet ederek çıkarları için nasıl ittifaklar kurduğunu, uzak coğrafyalarda çıkar uğruna kurulan hıristiyan -müslüman ortaklıklarının birbirleriyle nasıl çatıştıklarını çok güzel anlatmış. Bu kitabı okuyunca günümüzde de pek bir şeyin değişmediğini görebiliyoruz. Ortadoğu toplumlarının yazgısını çok net çözümlemiş olan Amin Maalouf'a selam olsun.
-
Cem Reisim,
Bu son sözü burada paylaştığınız için çok teşekkür ederim. Amin Maalouf benim üniversite yıllarımda Afrikali Leo ve Semerkand isimli tarihi romanlarıyla tanıdığım Lübnan Asıllı araştırmacı gazeteci ve roman yazarı. Günümüze kadar bütün kitaplarını bir kaç defa okumuşumdur. (Rahmetli Esin Talu Çelikkan çevirileri Maalouf'a hayran olmamızın önemli bir nedeniydi. Şu ana kadar Maalouf romanları okumamış reislere sahaflardan Esin Talu çevirisi bulmalarını ısrarla tavsiye ederim- Oktay Resin kitap tavsiyesi için açtığı konuya da cevap olabilir). "Arapların Gözünden Haçlı Seferleri" türkçe olarak yanlış hatirlamıyorsam 1997 yılında basılmıştı. Kitabı okuyunca çok etkilenmiştim. Insanoğlunun dini alet ederek çıkarları için nasıl ittifaklar kurduğunu, uzak coğrafyalarda çıkar uğruna kurulan hıristiyan -müslüman ortaklıklarının birbirleriyle nasıl çatıştıklarını çok güzel anlatmış. Bu kitabı okuyunca günümüzde de pek bir şeyin değişmediğini görebiliyoruz. Ortadoğu toplumlarının yazgısını çok net çözümlemiş olan Amin Maalouf'a selam olsun.
Maalouf keyifle okuduğum yazarlardandır. Ortadoğu ve din savaşları hakkında "müfredat dışı" okumalar içinde keyifle okuduğum ve unutmadığım kitaplardandır Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri.
Bir de Ölümcül Kimlikler adlı denemesini şiddetle tavsiye ederim
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi